Fatih Altaylı’nın, Cüneyt Özdemir’in programında, sonlara doğru birkaç dakika boyunca attığı “Herkes basına baskı diyordu, ne sanıyordunuz baskıyı, buydu işte baskı” tiradı, medya tarihimizin unutulmazları arasında yer alacak, şüphe yok.
Eskiden “dokunan yanar”dı, şimdi hiç dokunmamasına rağmen yıllar sonra “dokunulanlar yanıyor”.
Fatih Altaylı bağırıyor.
“Benim gazeteme TMSF el koyduğunda kim karşı çıktı, hanginiz yazdınız?” diye sesleniyor… Tam da bu: Kendi başına gelince başkası tepki göstersin istiyor, ama senelerdir içinde olduğu, başkalarının da başına gelenlere dair neden hiçbir şey söylemediğini açıklayamıyor.
Açıklayamaz.
Ha keza Derya Sazak. Kitap yazmış. “Batsın sizin gazeteciliğiniz” diyor. Erdoğan Demirören, Başbakan Erdoğan’a “Sizi çok üzdük. Milliyet’i hemen uygun gördüğünüz birine satmaya hazırım” demiş, onu yazıyor.
O da bağırıyor.
Çünkü bunca uzun zamandır susanlar, ancak can havliyle bağırabilirler.
Bağırırsın, biter. Tek bir olaydır, tek bir nota. Geçer gider.
Oysa, belli ki hiçbiri Fatih Altaylı’nın “20 onurlu gazeteci” listesinde yer almayan yüzlerce medya emekçisi, yıllardır şarkı söylüyor. Her söyledikleri, ayrı bir nota.
O şarkı kulaklarımızda yıllardır. Bir ağıt bu.
Medya emekçileri, medyanın haline, ülkenin haline, kendi haline ağıt yakıyor.
Oysa ağıt yakışmaz artık emekçiye. Hele Haziran sonrası…
Sesleri, bir araya gelmeli.
Üzüntü öfkeye, bunalmışlık kararlılığa, ağıt, marşa dönüşmeli.
Ses yükselmeli.