Eminim bu piştiye Cem Küçük çok üzülmüştür...

Dün soL’un manşetinde, Türkiye medyasının gündemine hiç girmemiş, ilginç bir haber vardı: ABD’li araştırmacı gazeteci Michael Hastings’in şüpheli ölümü ve CIA’in muhalif gazetecilere karşı yürüttüğü cadı avı.

Tesadüf bu ya, Yeni Şafak’tan Cem Küçük de aynı konuyu yazmış köşesinde.

İki yazıyı arka arkaya okuyunca, ilk göze çarpan, Cem Küçük’ün özensizliği oluyor. En basitinden, Hastings’in adı, yazı boyunca “Micheal” olarak yanlış yazılmış. Hastings’in “Büyük bir hikaye peşindeyim, bir süre radardan çıkmam lazım” ifadesi, “Büyük bir haber üzerinde çalıştığım için radarlarına girmiş olabilirim” diye çevrilmiş. Hastings ölümünden birkaç saat önce Wikileaks avukatıyla görüşmüştü, oysa Yeni Şafak’ta bu “Ölmeseydi görüşecekti” diye yazılmış.

Neyse, bunlar bir yana...

Asıl fark, elbette, yaklaşımda. İki yayının konuyu siyaseten oturttuğu yerde.

Cem Küçük, yazıyı niye yazdığını şöyle açıklamış: “Türkiye’ye basın özgürlüğü konusunda sürekli ders vermeye kalkışan Batı dünyası, iş kendi ülkelerine gelince dut yemiş bülbüle dönüyorlar. Önemli haberlere imza atmış gazetecilerin tuhaf ölümleri Batı’da yaprak kımıldatmıyor.”

soL’daki haberde ise, Türkiye’de de geçen ay bir gazetecinin kişisel e-postalarında yazdığı ifadeler nedeniyle kovulduğu bilgisi veriliyor, böylece ABD ile Türkiye’nin bu konudaki ortaklığı vurgulanıyordu.

Yandaş basının son zamanlarda Batı basınına yönelik tepkilerinin kofluğunu, çiğliğini, ucuzluğunu, bu ilginç “pişti”den daha iyi hiçbir şey ortaya koyamazdı.