Leningrad’ın altın çocukları

Rusya’nın bugünkü egemenlerinin Sovyet mirasından fayda sağlama çabası bazen gerçekten tuhaf biçimler alıyor.

Geçtiğimiz hafta, Leningrad üzerindeki Nazi kuşatmasının kırılmasının 75. yıldönümünde bu tuhaflıklardan biri daha gün yüzüne çıktı.

“Kuşatma Kanı, Genetik” adını taşıyan belgesel, bugün Rusya siyasetinde ve bürokrasisinde ön planda olan Leningrad kökenli bir dizi figürün “cesaret” ve “toplumsal sorumluluk” gibi özelliklerini Leningrad kuşatmasından sağ kurtulan ebeveynlerinin genlerinden aldığını iddia ediyor.

Aralarında Rus Ortodoks Kilisesi patriği Krill, güvenlik bürokrasisinin tepelerinden Sergey Narışkin, belgeseli finanse eden ve başkanlık seçimlerinde Putin’i destekleyen Adil Rusya Partisi’nin başkanı Sergey Mironov ve elbette Putin’in kendisi var. 

Böylece bugünkü Rusya’nın egemenleri Leningrad direnişi gibi tarihteki eşsiz yerini kimsenin sorgulayamayacağı bir büyük olayla doğrudan ilişkilenerek meşruiyet kazanmış oluyorlar.

Marjinal bir iş gibi bakmayın. Bütün ülkenin Leningrad kuşatmasının kurbanlarını andığı bir sırada anma etkinliklerinin parçası olarak devlet kurumlarında ve kitle örgütlerinde bu belgeselin gösterimleri yapıldı.

Belgesel temel tezini 2015 yılında yayımlanmış bir bilimsel araştırmaya dayandırıyor. Bir grup Rus bilim insanı halen sağ olan ve kuşatmadan kurtulmayı başarmış 200 kadar Leningradlıdan aldıkları DNA örnekleri sayesinde ilginç bulgulara varıyorlar. Kuşatma sırasında yüzbinlerce insan açlıktan ölürken bazılarının neden hayatta kalabildiğini açıklayabilecek bulgular bunlar. Alınan örnekler söz konusu kişilerin genlerinde özel bir metabolizmanın oluşmasını sağlayan ortak bir mutasyona işaret ediyor. Yani araştırmaya göre enerjiyi tasarruflu harcayan bu yavaş metabolizma sayesinde Leningrad’ın bazı sakinleri kuşatma koşullarındaki büyük kıtlığa aylar boyunca göğüs germeyi başarmış olabilir.

Araştırma bu kadar. “Kuşatma kanı” yapımı ise buradan başlayıp dalga geçer gibi cesaret, dayanıklılık ve toplumsal sorumluluk taşıyan altın genlerden söz ediyor.

Neredeyse 2 buçuk yıl süren Leningrad kuşatması tarifsiz bir trajediydi. Bir milyondan fazla insanın kuşatma sırasında öldüğü tahmin ediliyor. Birçoğu gömülemedi bile. Ölüsünü gömmeye giderken düşüp ölenler oldu. Nazilerin kenti dünyadan bütünüyle tecrit ettiği koşullarda yalnızca arkası kesilmeyen bombardımana değil donarak, hastalıktan ya da açlıktan ölmeye mahkum edildiler.

Ancak Leningrad hiçbir zaman yalnızca bir trajedi olmadı.

Leningrad kuşatması insanlığın en umutsuz gününde nasıl ayağa kalktığını gösteren bir destana dönüştü aynı zamanda. Kent sakinleri zafere inandı. Ölümün kıskıvrak yakaladığı bir ortamda pek çoğu kenti terk etmek istemedi. Örgütlü hareket etmeyi elden bırakmadılar. Fabrikalar çalışmaya devam etti. Açlıktan kırılırken fabrika işçileri 20 saate kadar işlerinin başındaydı. Çocukların eğitimi boşlanmadı. Kent bir yandan ölüyor, bir yandan okuyor, dinliyor, dans ediyor, yaşıyordu.

Leningradlılar sosyalist bir ülkenin yurttaşlarıydılar. Eşitsizlik ve sömürünün kol gezdiği bir toplumda ulaşılması çok zor bir zaferi bu sayede kazandılar.

O zaman ne Rus patriği vardı, ne karşı devrimi sessiz sedasız destekleyerek gününü beklemiş eski KGB görevlisi Putin, ne kişiliksiz burjuva partilerinin başkanları vardı.

Bu belgesel Rusya’daki bugünkü rejimin Sovyet zaferlerini içeriksizleştirerek sahiplenmesinin yeni bir örneği. İnsan gülüp geçebilir de. Ama Leningrad’ın çocukları demişken gerçekten faşizmi dize getiren bu kent nasıl oldu da bu çocukları çıkardı diye düşündürüyor.