Yeni zamanlar, yeni Türkiye ve sol

Görkemli 1960’larda da, iç savaş yılları olan 1970’lerde de, hatta 12 Eylül faşizminin damgasını vurduğu 1980’lerde de, bu ülkede bağımsız, toplumsal bağları güçlü, refleksleri körelmemiş, ne dediği ve ne yaptığı önemsenen bir sol vardı.

Ancak o zamanlar başka zamanlardı ve artık başka zamanlarda yaşıyoruz.

O zamanlar sermaye ilişkileri henüz bütünüyle toplumsal yaşayışa nüfuz etmemişti. Zengin olma, köşeyi dönme, kendi iktidar alanını yaratma, çalma, çırpma vs. bugünkü gibi meşru değildi.

Oysa sermaye ve zenginlik meşru artık ve servet düşmanlığı yapmak günah ve ayıp.

O zamanlar özel olanın iyi ve rasyonel, kamuya ait olanın ise kötü ve akıl dışı olduğuna ilişkin algı, günümüzde olduğu gibi yerleşik bir inanç haline gelmemişti.

Devlete ait olan tek bir televizyon kanalı, birkaç tane de radyo vardı o zamanlar sermaye medyanın önemini henüz keşfetmemişti ve gazeteciliği de esas olarak gazetecilik derdi olanlar yapıyordu.

Artık sermayenin onlarca televizyonu, gazetesi, dergisi var bir beyin iğfal şebekesi misali geceli gündüzlü çalışıyorlar.

Tarikatların ve cemaatlerin büyük holdingleri, fabrikaları, televizyon kanalları, radyoları, dergileri yoktu o zamanlar. Bugün onlarca kanaldan, frekanstan, sayfadan, web sitesinden zehirli bir gericilik kesintisiz bir şekilde boca ediliyor zihinlerimizin üzerine.

O zamanlar insanlara ulaşabilmek için, okullarına, fabrikalarına, işyerlerine gitmek yeterliydi okullardaki forumların, panellerin ya da bir fabrika önünde dağıtılan bildirilerin bir gerçekliği vardı, bunlar toplumla ilişkiye geçmek için birer iletişim aracıydı.

Oysa şimdilerde toplumun hakikatini oluşturmuyor bunların hiçbiri, o yüzden kimse dağıtılan bildirileri önemsemiyor, okumuyor, üniversitelerdeki paneller boş salonlara yapılıyor, dergiler satmıyor, kitaplar okunmuyor.

Çünkü hakikati, dincisi ya da dinci olmayanıyla medya inşa ediyor. Okuldan çıkan öğrencinin, işten çıkan işçinin boş zamanına saldırıyor, boş zamanını gasp ediyor, ona o sırada ulaşıyor. Öğrencinin, işçinin, memurun boş vaktinde siyaset yok, ekonomi yok, din var, magazin var, futbol var, yarışma var, dizi var.

İktidar, çalışma zamanını denetlemek ve kontrol etmekten çok, boş zamanı nasıl denetleyeceğini düşünüyor böylelikle daha da görünmez olabiliyor ve görünmez oldukça iktidarını devam ettirebiliyor.

O zamanlar sermaye henüz taşeronluğu, güvencesiz çalıştırmayı, çalışanlar arasındaki rekabeti körüklemeyi keşfetmemişti.

Toplumsal hizmetleri devlet ve özel olarak ikiye ayırıp, eğitimde, sağlıkta ve sosyal güvenlikte parası olanların ve olmayanların farklı muamelelere tabi olduğu bir sistemi yerleştirip, bunu da sorgulanamaz, doğal ve meşru bir görünüme kavuşturmayı başaramamıştı.

Oysa bugün tüm bu mekanizmalar, ilkel dahi olsa bir sınıf bilincinin ve bir sınıf hareketinin yükselmesini daha baştan engelleyecek derecede doğal ve meşru görülüyor. Daha iyi bir yaşama ve sınıf atlamaya dair yaratılan yanılsama, kolektif bütün karşı çıkışları daha baştan imkânsız hale getirip, bireyciliği yaşamın temel felsefesi haline getiriyor.

O zamanlar, tarikatlar ve cemaatler toplumsal yaşayışı böylesine kontrol edemiyordu. Dershaneleri, öğrenci yurtları ve okulları ile tarikat ve cemaat ağları toplumsal yaşayışın bütün gözeneklerine henüz sızmamıştı.

Oysa bugün herhangi bir Anadolu şehrinde, aileden gelen ya da kendiliğinden edinilmiş bir siyasi bilinç söz konusu değilse, 15–16 yaşına gelmiş bir gencin, hele bir de yoksulsa, bu ağdan kurtulabilmesinin bir imkânı bulunmuyor.

O zamanlar, devlet aygıtı ve bürokrasi bütünüyle sağ partilerle tarikat ve cemaatlerin kontrolüne girmemişti solcu ya da sosyal demokrat isimler de, devlet aygıtı içerisinde kendilerine yer bulabiliyorlardı.

Oysa bugün, sağ kuşatma neredeyse tamamlanmış durumda ve artık üniversite mezunu solcu bir gencin kendisine devlette bir iş bulma şansı geçmiştekine oranla son derece azalmış bulunuyor.

O zamanlar, asker ve militan cenazeleri vurmuyordu damgasını hayatlarımıza Kürt hareketi Türkiye solunun bir parçasıydı ve iki halkın arasına henüz kan girmemişti. Solcu olmak geniş kitleler nezdinde bölücü ya da Türk halkına düşman olmak anlamına gelmiyordu.

Oysa bugün kimle konuşursanız konuşun açıklamaya buradan başlamak zorundasınız: bu topraklarda iki halkın bir arada yaşamasını istediğinizden ve kimseye düşman olmadığınızdan.

O zamanlar, kimse sol adına çıkıp, ceberut devletten, bürokrasinin iktidarından, sivil toplumdan bahsetmiyordu. Dincilerle bir araya gelip darbelere karşı eylem yapmak kimsenin aklına gelmiyordu. Muhafazakâr bir parti ya da bir tarikatla ittifak yapmaktan söz etmek söz konusu değildi tıpkı tarihi liberallerin ya da dincilerin okuduğu gibi okuyup, 1908’e, 1923’e ya da 27 Mayıs’a küfretmenin söz konusu olmadığı gibi.

O zamanlar Kemalizm denildiğinde akla sol Kemalizm geliyordu, ötesi Atatürkçülüktü ve 12 Eylül generallerinin ideolojisiydi, sol Kemalist olmaksa aydınlanmacı, ilerlemeci ve kamucu olmak demekti günümüzdeki gibi hastalıklı bir milliyetçilikle rabıtalı olmak değildi.

Yazının başında söylediğimiz gibi, o zamanlar başka zamanlardı ve şimdi başka zamanlar.

Derdimiz Türkiye’de yeniden güçlü bir solu var etmek ise, yaşadığı topraklara ve o toprağın insanlarına yabancılaşmamış, kitlesel, teorik ve politik aklı gelişkin, ne dediği ve ne yaptığı önemsenen bağımsız bir güç haline gelmekse, yeni zamanları, yeni Türkiye’yi dikkate almak gerekiyor.

Sermayenin, liberalizmin, muhafazakârlığın, milliyetçiliğin hakikatinin karşısına kendi hakikatini koyabilen bir soldan bahsediyoruz.

Sermayeye karşı emeğin, özele karşı kamusalın, hurafenin yerine aklın, rekabetin yerine dayanışmanın hakikati!

Bu hakikati topluma anlatabilen, bunun için gereken kitle iletişim araçlarını, günlük gazetesini, internet sitesini, radyosunu, haber televizyonunu kurabilen, kitlelerin boş zamanlarına da müdahil olabilen, fabrika önlerine olduğu kadar onların oturma odalarına da gidebilen bir soldan bahsediyoruz.

Kürt sorunundan yerel yönetimlere, özelleştirmeden anayasa tartışmalarına kadar kamusal her tartışmada fikirleri, çözüm önerileri ve somut projeleri bulunan, bunları topluma sunabilen bir soldan bahsediyoruz.

Cemaat ve tarikatların kuşattığı toplumsal alanda, dayanışmayla kurulmuş dershaneleriyle, kurslarıyla, poliklinikleriyle, kültür merkezleriyle yeniden etkili olabilen, sendikalarda ve kitle örgütlerinde sözü dinlenen, bu kuşatmayı kırabilecek olan bir soldan bahsediyoruz.

Mezun olan öğrencilerinin nerede çalışacağını, çalıştığı yerde toplumsal mücadeleye nasıl bir katkı sunabileceğini, o yerlerde arkasından gelecek olan yeni insanlara nasıl yol göstericilik yapabileceğini dahi dert edinen bir soldan bahsediyoruz.

Eğer işçi sınıfı, günün birinde kendiliğinden uykusundan uyanacağını beklediğimiz bir dev değil de, ancak politik olarak inşa edilebilecek bir güç ise, en çok da bu inşa sürecinin kendisi üzerine, bu inşa sürecinin yeni zamanlarda ve yeni Türkiye’de alması gereken biçim üzerine kafa yormamız gerekiyor.