İmam-Hatip Okullarından 4+4+4’e Dindar Nesiller ve Eğitim

İslamizasyonun bir devlet politikası haline gelişini, tarihsel olarak, 2. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasına, 40’ların ikinci yarısına yerleştirebiliriz iki kutuplu dünya düzeni ortaya çıkmış ve Soğuk Savaş başlamıştır. Soğuk Savaş’ta ABD saflarında yer alabilme hedefi, bunun için üniversite öğrencilerine Tan Matbaası’nın ve Zincirli Hürriyet dergisinin bastırılması, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ndeki solcu hocaların okuldan uzaklaştırılmaları, bunların hepsi savaşın hemen sonrasında, kısacak bir zaman dilimi içerisine gerçekleşmiştir. Anti-komünizmin devlet eliyle icadı da diyebiliriz.

Anti-komünizmin icadında İslamizasyonun en etkili araç olduğu fark edildiğinde İslami nesillerin yetiştirilmesi de gündeme gelecektir. Örneğin, CHP milletvekilleri Muhittin Baha Pars ve Hamdullah Suphi Tanrıöver, 26 Aralık 1946’da, din eğitimi ile ilgili bir önergeyi TBMM’ye “komünizm tehlikesine karşı manevi direnci sağlamak” gerekçesiyle sunarlar. Din eğitiminden beklenen budur: Komünizme karşı manevi direnç.

Temmuz 1947’de Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olmak koşuluyla, özel din dershanelerinin ve imam yetiştirecek özel din seminerlerinin açılmasına izin verilir. 40’ların ikinci yarısında, din derslerinin nasıl verileceği de önemli bir tartışma konusudur. 1949 yılında ilkokullara, velilerin yazılı istekte bulunması ve ders saatleri dışında verilmesi koşuluyla din dersleri konulur.

Demokrat Parti’nin iktidara gelişinin hemen ardından, Kasım 1950’de din dersleri ilkokullarda normal programa dâhil edilir ve çocuklarının din dersi almasını isteyenlerin değil, istemeyenlerin dilekçe vermesi uygulamasına geçilir. 1953’te ilköğretmen okullarının 9. ve 10. sınıflarına birer saatlik zorunlu din dersi konulur ve aynı yıl Maarif Şurası, din derslerinin sınıf geçmede etkili olacağı yönünde bir karara varır. 1956 yılında ise ortaokullara din dersi konulması kararlaştırılır çocuklarına bu dersin verilmesini istemeyen velilerin bunu öğretim yılının başında yazılı olarak ifade etmeleri gerekmektedir.

Liselere din derslerinin konulma tarihi 1967’dir İslamizasyon 27 Mayıs’ın ardından yavaşlamış, fakat 1965 seçimlerinde Adalet Partisi’nin (AP) iktidara gelmesiyle birlikte yeniden yoğunlaşmıştır. “Ağaçların bile sola eğildiği” 60’larda AP milletvekili Mehmet Ateşoğlu din eğitimi ile anti-komünizm arasındaki ilişkiyi şöyle anlatır: “Türk çocuklarına dini ve milli şuur vermek, Türklük ve İslamlık imanı telkin etmek ve böylece solculuğu tesirsiz hale getirmek…”

1973 yılında CHP-MSP koalisyon hükümeti döneminde din derslerinin okutulduğu bütün sınıflara, haftalık bir saat ve zorunlu Ahlak Bilgisi dersleri konularak bu dersleri din bilgisi öğretmenlerinin vermesi kararlaştırılır, böylelikle Ahlak Bilgisi dersi adı altında din dersi zorunlu hale getirilir.

İslamizasyon sürecinin miladı olan 12 Eylül darbesinin ardından yapılan 82 Anayasasına, ilk ve orta dereceli okullarda zorunlu din dersleri verileceği yönünde bir madde konulur İslamizasyon anayasal güvence altına alınmış ve laik Türkiye’nin tabutuna bir çivi daha çakılmıştır.

İslamizasyonun başlangıcı olan 40’ların ikinci yarısında, 30’larda kapatılan İmam-Hatip okullarının yeniden açılması da gündeme gelir ve Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı imam-hatip kursları açılır. DP iktidarı ile birlikte bu kurslar yeniden okul statüsüne kavuşturulur. Özellikle 60’ların ortalarından itibaren bu okulların ve bu okullara devam eden öğrencilerin sayısında muazzam bir artış olur. 1965’te imam-hatip okulu sayısı 45 iken 1980 yılına gelindiğinde bu sayı 333’e çıkmıştır. 12 Eylül’den sonra bu okulların sayısında çok büyük bir artış olmaz ama darbeciler 1983 yılında yaptıkları düzenlemeyle imam-hatip lisesi mezunlarının istedikleri üniversiteyi tercih edebilmelerine olanak sağlarlar. Bu, 28 Şubat sürecinde, katsayısı düzenlemesiyle engellenmeye çalışılsa da, AKP döneminde bu düzenleme kaldırılır.

Kuran kurslarının da imam-hatiplere paralel bir süreç yaşadığı söylenebilir. 1932 yılında sadece 9 Kuran kursu faaliyet gösterirken, 47 yılından itibaren kurslara ilişkin yapılan düzenlemeyle kurs sayısı hızlı bir şekilde artmış ve 1946’da 61 olan kurs sayısı 47’de 99’a ve 48’de ise 118’e yükselmiştir. 1950’ler boyunca resmi Kuran kurslarına gayri resmi ve gönüllü Kuran kursları da eklenmiş, 27 Mayıs sürecindeki birkaç yıllık kesintinin ardından, AP’nin iktidara geldiği 1965’ten itibaren kursların sayısında muazzam bir artış olmuştur. İç savaşın ve İslamizasyonun yoğunlaştığı 1970’li yıllarda imam-hatip okullarıyla birlikte Kuran kursu eğitimi de yaygınlaşmış, darbeden sonra ise Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olmayan kurslar kapatılmıştır.

İstatistikler Kuran kursu sayısındaki artış ile Türkiye siyaseti arasındaki ilişkiyi açık bir şekilde ortaya koymaktadır. 1930’ların başında 9 olan kurs sayısı, DP iktidarının ilk yıllarında 183’e ulaşmıştır. 27 Mayıs’ın ertesinde 658 olan kurs sayısı 70’lerin başında 977 ve 1980’de ise 2610’dur. Kurs sayısı 80’lerin sonunda 4420’dir ve bu kurslara 126 bin 525 öğrenci devam etmektedir. AKP döneminde yapılan düzenlemeyle Kuran kurslarına devam etmek için gereken yaş sınırlaması kaldırılmış ve ilkokul öğrencilerinin kurslara devam edebilmesinin önü açılmıştır.

Dindar nesillerin yetiştirilmesi ve din eğitiminin “resmi” boyutu bu şekilde özetlenebilir. Oysa bir de “gayri resmi” boyut vardır ve bu boyutta tarikatlar, cemaatler ve sağ örgütlenmeler bulunur.

Mensupları tarafından “görünmeyen üniversite” olarak adlandırılan İskenderpaşa Dergâhı, özellikle 50’lerde muhafazakâr üniversite öğrencilerini önce Abdülaziz Bekkine’nin ve sonrasında ise Mehmet Zahid Kotku’nun etrafında toplamayı başarır. Aralarında Necmettin Erbakan, Korkut Özal, Turgut Özal gibi isimlerin de yer aldığı bu öğrenciler, ilerleyen yıllarda Türk sağının önemli isimleri haline geleceklerdir. Başta Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan olmak üzere, AKP üst kadrolarının çok önemlice bir bölümü de dergâhın rahle-i tedrisatından geçmiştir.

Gülen cemaati ve cemaatin Işık Evleri de, dindar nesillerin yetiştirilmesinde büyük rol oynamıştır. Gülen’in “Beklenen Nesil”, “Beklenen Çocuklar”, “Işık Ordusu”, “Işık Süvarileri” gibi farklı şekillerde adlandırdığı kadrolar açısından Işık Evleri temel eğitimin verildiği birimlerdir ve Işık Evleri, dershaneler, yurtlar, okullar, kolejler ve üniversiteler ile tamamlanır. Tüm bunların finansmanı ise cemaat üyesi esnaflar ve işadamları tarafından sağlanır. Cemaatin bugün ulaştığı gücün gerisinde bu geniş eğitim ağı ve bu ağ etrafında kurulan örgütlenme bulunmaktadır.

Süleyman Hilmi Tunahan’ın kurduğu ve “Süleymancılar” olarak tanınan cemaat de, özellikle Kuran kursları, yurtlar ve dershaneler açarak dindar nesiller yetiştirilmesi sürecine kendisinden beklenen katkıyı yapmıştır. Ancak Süleymancılar 1970’lerin sonuna gelindiğinde o kadar güçlenmişlerdir ki, Diyanet İşleri Başkanlığı, 12 Eylül darbecilerinden, cemaatin yönettiği kurslara el konulmasını talep etmiş, darbeciler ise bu talebi kabul etmemişlerdir.

Türk sağının ilk think-tanki diyebileceğimiz Aydınlar Ocağı ise 1970’lerin ortalarından itibaren Türk-İslam sentezine uygun ders kitapları yazılmasına öncelik vermiş, bu kitaplar ortaokul ve liselerde okutulmuş, darbeden sonra ocak mensubu akademisyenler üniversitelere dekan ve rektör olarak atanarak darbecilerin öngördüğü bir üniversitenin yaratılması için çalışmışlardır.

Dindar nesillerin yetiştirilmesine Türk sağının en önemli öğrenci örgütlenmelerinden biri olan Milli Türk Talebe Birliği’nin (MTTB) yaptığı katkı da unutulmamalıdır. Üniversitelerin solun hegemonyasında olduğu 1980 öncesi, MTTB, milliyetçi-muhafazakâr üniversite gençliği için alternatif bir üniversite olmuş, bugünkü AKP kadrolarının önemlice bir bölümü, üniversite yıllarında bu örgütlenmenin içerisinde yer almışlardır.

Resmi ve gayri resmi boyutlarıyla, dindar nesillerin nasıl yetiştirildiğini özetlemeye çalıştık. Süreç, günümüzde 4+4+4 uygulamasıyla devam ettirilmek isteniyor. Bu haliyle 4+4+4, erkek çocuklar için sanayi sitelerinde köle olmak, kız çocukları için ise eve ve türbana hapsedilmek, erken yaşta evlendirilmek, yani diri diri gömülmek anlamına gelecek. Çocuklarımızın köleleştirilmesine ve diri diri gömülmelerine izin vermeyelim bugünü yitirdik, geleceği de yitirmeyelim.