Umut birikirken

On yıldan fazla oldu herhalde. Bir Kürt ilinde parti toplantısındayım. Bir bina açılışı… Önce örgütten bir kadın konuşuyor. Sağlam örülmüş, bütünlüklü, etkili bir emekçi konuşması. Konuşmacının başında türban. Toplantıya katılan onlarca kadın arasında tek türbanlı.

Sonra tanışıyoruz. Konuşmasını çok beğendiğimi söylüyorum; üzerinde daha deneyimli arkadaşlarla birlikte mi çalıştınız diye sohbeti genişletmeyi deniyorum. Belli ki kızıyor: “Hayır; ben kendim hazırladım!” Yanlış anlaşıldım! Hatta baltayı taşa vurmuş bile olabilirim. Devam ediyoruz ve “bizde” birlikte üretmenin, birbirimize danışmanın bir zaaf değil, tersine tercih edilen yol olduğunu konuşuyoruz. Birlikte hazırlamakta bir sorun yok ki… Tersine, doğrusu, güzeli bu.

Olgun, birden fazla çocuk sahibi, çok küçük yaşından beri evli, geleneksel bir aile çevresinde, hatta tarikat ilişkilerinin yoğun olduğu bir ortamda yetişmiş, genç bir kadın. Birbirimizi anlıyoruz, iyi bir dil tutturuyoruz.

İkinci defa yanlış anlaşılmayacağımdan emin olduğumda kafamın içinde dolaşan soruyu dudaklarımın arasından salıveriyorum: “Burada senin gibisi yok. Nasıl tanıştın? Neden buradasın? Nasıl komünist oldun?”

Daha kuvvetli bir yanıt hayal edemezdim! “Bana hayatımda ilk kez burada insan gibi davranıldı.” Daha yalın bir yanıt da olamazdı… Hayata açlığını okuyarak dindirmeye çalışıyordu. Kocası da salondaydı. O henüz yeni yeni anlamaya başlıyordu içine girdikleri değişimi…

O genç emekçi kadın gerçekti. Türban gericiliği örtmüyordu artık. Önemi kalmamıştı. Toplumsal kurtuluş doğrultusunda kolektif mücadele, bu insan ve kadın gerçekliğinin görünür olabildiği nadir mekanlardan birini oluşturuyordu.

O zamanlar sosyal medyada “on yıl öncesine” meydan okunmuyordu. Artık gerçek daha fazla görünür olma gücüne sahip. Başlarını açan genç kadınların sergilediği gibi.

***

Üstünden on yıldan fazla süre geçti. Bir işçi direnişinde kadın oranı yüzde seksen, onun içinde başı kapalı oranı, diyelim o da yüzde seksen. Dillerinde Nâzım Hikmet: “Güzel günler göreceğiz çocuklar.”

Toplumsal mücadele ortaklığı örtülü ve açık arasındaki farkı giderir. “Türban sorunu” mu dediniz? En güzel direniş alanında çözülür.

Dinsel inançlar kişilerin özel alanıdır ve kamusal alanı etkilememelidir diyoruz ya. Direniş alanında, örgüt yaşantısında, toplumsal mücadelede bu bir gereklilik olarak ifade edilmeye ihtiyaç duymuyor. Zaten olması gereken gerçekleşiveriyor. Kolayca, sürtünmesiz, gerilimsiz…

***

Aşağı yukarı o on yıllık süre içinde kadın ağır bir örtünme baskısı yaşadı. Kimileri bunu orta çağa dönüş, günü kavrayamayan bir meczupluk olarak algılıyor ve “bu çağda olur mu” demekten kendilerini alamıyorlar.

Oysa 21.yüzyılın başlarında kadınların örtünmesinin siyasal iktidar ve toplumsal ilişkiler tarafından teşvik edilmesi zaman içinde yolculukla değil, bugünün sınıfsallığı ile ilgili. Kişisel alandan çıkıp kamusal alanı istila eden din ve dinsel simgeler kadınların eşit sayılmamasını olağanlaştırır. Kadının ideal hali evden çıkmayan, toplumsal ilişkilerin kenarına çekilen, çocuk büyütmekle sınırlı roller üstlenen bir haldir. Çalışması gerekebilir gerçekten de. Ama bu bir mecburiyettir. Hem de önce babanın sonra kocanın iznine tabidir. Daha az kazanması, daha önce işten çıkarılması… kadınlığın normal parçasıdır. İnsan yerine konmaz olan bu kişi artık bir emekçi, bir yurttaş değildir. Ne hakkını arayacağı, ne hakkını arayanın yanında duracağı düşünülür.

***

Bu baskıyı yedik ve bu baskının sınırlarını gördük.

Türkiye AKP’nin hazırladığı kalıba girmez diyorduk ya. Kalıplar bir kez kırıldı, 2013 Haziran’ında. Sonra yamadılar, kestiler, biçtiler; hep majestelerinin muhalefetleri oldu, onlarla birlikte zorladılar toplumu kalıba girmeye.

Olmuyor demeyi sürdürüyoruz. Türkiye’nin yarıdan fazlası, gericilik kapitalizmin neredeyse olağan biçimi olsa da, gericilikten nefret etmeyi sürdürüyor. Biz burada bir doku uyuşmazlığı görüyoruz. Kapitalizm gericiliği olağanlaştırmaktan başka bir yol bilmiyor artık. Ve kapitalizm Türkiye’ye bu yolla yabancılaşıyor.

***

Söz konusu sınırlara dayanırken bu yabancılaşma ilginç biçimler aldı. Çalışan kadının, emekçi bir yurttaş olmasını engelleyecek mekanizma kuramıyor düzen. Emekçi yurttaşın hakkını araması, mücadelenin parçası olması normal olandır. Kadın bağlıyor başını, tutuyor fabrikanın yolunu. Emekçi yurttaş olarak, hakkının ayırdına vararak, hakkını arayarak türbanı aşıyor. Başındaki bez ne gözünü ne beynini engelleyemiyor.

Genç kadınlar liseye, üniversiteye gidiyorlar. Öğrencinin aydınlanmaya adım atmasını engelleyecek mekanizmalar icat ediliyor edilmesine, ama tutmuyor bir türlü. Okuyan gencin bilimi araması, sonra bir okumuş olarak halkına karşı sorumluluğunun ayırdına varmasıdır normal olan. Bağlıyor başını genç kadın, tutuyor fakültenin yolunu. Köleliğe mahkûm olsun diye teşvik edilen örtü bu işlevi görmez oluyor.

Sanki toplumsal yaşam ve mücadelenin parçası olabilme hakkını başını örterek satın alıyor binlerce, milyonlarca kadın. Örtü geride tutmaya hizmet etmez oluyor. Sonra bakmışsınız, işlevsiz kalan aksesuar üstünden toplumsal düzene meydan okuyorlar bir gün. Geleneksel yapıyla, tarikatla, ataerkiyle, dinin kamusal alandaki istilasıyla, bütün bunların hizmetine koşulduğu sömürü düzeniyle, işten atılmayla, yoksullukla hesaplaşma işareti vermeye başlıyor.

Türkiye AKP düzenine, bu yobaz kapitalizme sığmıyor. Umut biriktiriyoruz.