Sonunda ne oluyor?

Aydemir Güler'in “Sonunda ne oluyor?" başlıklı köşe yazısı 7 Aralık 2012 Cuma tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Soru pek cazip. Ama siyasete bu soruyla bakmakta bir tuhaflık var. Siyasetle popüler sinema arasında bayağı fark var.

Ancak yolun nereye varacağı sorusunun dayanılmaz çekiciliği akıl bulandırmak için çok kullanışlı bir araçtır.

Ortadoğu’da ABD tam olarak ne istiyor?

Türkiye bölgede savaşa girer mi?

AKP Kürt sorununa nasıl bir çözüm istiyor?

Soruların kendileri değil yanlış olan. İnsan aklı bunları sormayacak da ne yapacak! Elbette bir sürecin doğrultusunu veya bir öznenin gerçek niyetini, adı üstünde öznelliğini anlamak isteyeceğiz.

Yanlış olan, siyasetin nihai programlar, amaçlanan modeller, karara bağlanmış projeler üstünden tasarlandığı düşüncesidir.

Aslında ABD Ortadoğu’da birden fazla modele kendini adapte edebilir. Türkiye’nin bir savaşa girmesi, sayısız faktöre, hatta rastlantılara bağlı olabilir. Aslolan başka. AKP’nin Kürt sorununa yaklaşımı çözümsüzlük deseniz geçen hafta, şöyle bir çözüm deseniz ertesi ay yalanlanırsınız!

Bazen soru, filmin sonunda yanıtlanmayı beklemeyecek türden de olabilir. Türkiye ile Suriye yarın öbür gün savaşa girerler mi? İran kış kıyamette Türkiye’ye ambargo uygular mı?

Oysa yarın öbür güne gelene kadar, Ankara-Şam ilişkilerinde bir tür savaşın zaten yaşandığını saptamak daha anlamlı olabilir. İran’ın, ticaret koridorlarından biri olan Türkiye’nin enerji fişini çekene kadar Bağdat’ın bakana ineceği alanı kapatması gibi pratikler var daha. İki gün sonra da Maliki, “baştan başlayalım” deyiverir.

Özetle işlerin objektif doğrultusunu da, tarafların sübjektif niyetlerini de anlamaya çalışmalıyız. Ancak “plan hedefleri”nin uzun vadede hakiki karşılığı olmaması bir yana, kısa vadede de hayat hep zigzag çizer.

“Sonunda ne oluyor” tuzağı normal insanlar içindir. Solcunun da aklı bin bir madrabazlıkla değil belirli bir normallikte çalışır. İnsanlığın iyiliğini istemek sadelik demektir. Hakikat ile insan aklı arasına giren özel mülkiyet, yabancılaşma, sömürü ilişkileri... sol vicdanda bunların yeri yoktur. Dolayısıyla sonunda ne olmasını istediğini gayet iyi bilen solcu, tuzak soruya eğilimlidir.

Lakin günümüz dünyasının ve ülkemizin dinamikleri, emperyalist-kapitalist bir irrasyonalite içinde akıp gidiyor. Bu irrasyonalitenin nihai hedefi ne olabilir ki? Öldürene kadar sömürmek mi, düşünen beyinlerin yerine çip yerleştirmek mi, her kafayı kaldıranı vurmak mı?

Hep, her zaman, herkes... bu sözcükler sıradan insanın ve solcunun, toplumsal ilişkilere yönelik eşitlikçi varsayımlarıyla ilintili. Günümüzün egemenlerinin sorunu ise egemenliklerini tahkim etmektir.

Hangi modelle? Bu soruya ilkeli bir yanıt vermezler. Hangi yolla? İşe yaradığı sürece her yol mübahtır!

Bir modele doğru gidildiğini varsayarsanız, modelden sapmalar, değişimler karşısında silahsız kalabilirsiniz. Bir ay Suriye’yi işgal edeceklermiş gibi görünür film, ertesi ay Baas’la uzlaşma mesajları gelir emperyalistlerin gündemine. Irak’ın işgalini model diye alırsanız, ABD askerinin çekilmesini de halkın zaferi sanabilirsiniz. Sonunda siz şaşırırsınız...

Sömürücü egemenlerin çarpık beyinleri, egemenliklerini tahkim etmek, ellerini güçlendirmek üstüne kurulu. Bizim ütopyalarımız da ilkelerimiz demodellerimiz de olacak elbette. Ama bu dünyada solun da sömürücülerin egemenliğini geriletmek emeğin, aydınlanmanın, bağımsızlığın elini güçlendirmek gibi şaşmaz bir rotası olmalıdır.