İç savaş mı, uzlaşma mı?

Seçim sonrası için başlıktaki bu iki öngörüde de bulunulabiliyor. Gerçekten de kimilerine göre seçimden sonra memleket patlayacak, başkalarına bakılırsa anayasa çalışmasıyla birlikte yeni bir “kuruluş” başlayacak.

Hatta bu iki tezi daha da uçlara çekenler de var. Bir yoruma göre son asker tutuklamalarıyla birlikte aslında iç savaş patladı bile.

Karşı uç, seçim öncesinde, fazla uzlaşmacı mesaj verenin gardını düşürdüğü düşünüleceğinden olsa gerek, fazla dile getirilmiyor. Ama yine de, üstelik meclise sosyalizmi temsilen gideceğini iddia eden bir adayın ağzından “yeni kuruluş” sık sık dillendiriliyor.

Uçlarıyla beraber veya ayrı iki yaklaşım da sorunlu.

İç savaş saptaması ve öngörüsünün sorunu, tarafların kim olacağından başlar. Bu saatten sonra ahı gitmiş vahı kalmış ordudan taraf olmasını beklemek hiç akla yatkın olmayacaktır. Ahı gitmiş derken artık ortada Osmanlı Cumhuriyetine ayak direyen bir Baykal'ın bile olmadığını hatırlayabiliriz. Kalan ise, evinde, ifade vereceği savcıları ağırlayan Evren'dir... Özetle herhangi bir versiyonuyla kemalizm bir referans olmaktan çıkmıştır.

AKP'nin düzen içinde muhalefetleri var, ama bunlar referanssız, dolayısıyla vizyonsuz ve stratejisiz muhalefetler. Yeni ve eski cumhuriyetin militanları arasında bir iç savaş tasarımı, aslında bugün değil, ta 2007 seçimlerinden sonra sanallaşmıştı.

Bir de, Türk-Kürt savaşı kast edilebilir. Bu noktada, Öcalan'ın hükümete 15'ine kadar zaman tanıdığı demeç yokmuş gibi davranılmamalıdır. 15 Haziran tarihinde kritik olan, seçim gününü izleyecek olan birkaç gün. Yani, 12'sine kadarki zaman boyunca seçimin yaratacağı sapmaların sonradan telafi edilmesi için şans veriliyor!

Demek ki, ikinci iç savaş versiyonu hakkında konuşmak için erken. Dahası, seçimden sonra, o uğrağa kadar ölümü yeterince teneffüs etmiş olan toplumun, daha önceleri hiç de makul sayılmayacak “çözüm”lere, sıtma niyetine, rıza göstermesi mümkün olabilir. Bu olasılığın büyük medyada sık sık yazıldığını, hatta MHP'liler tarafından bile dile getirildiğini izliyoruz. Açıkçası seçimden önceki restleşmelerin yerini seçimden sonra “sağduyu” yarışının alması hiç şaşırtıcı olmayacak.

Ancak toplumsal konsensüs heyecanına kapılmak veya kurucu meclis şarkıları derlemek için de acele edilmemelidir. Türkiye'nin çözüm dinamiğine sahip olmadığını söylemek için bu ülkeyi biraz tanımak yeter.

Seçim mücadelelerinin sivrilttiği uçları, törpüleyerek okumak gerek.

Ama Türkiye'nin artık bazı sabitleri vardır. Bu seçimde, düzenin sınıfsal değişimini öngörmeyen, bu anlamda kapitalizm içi öznelerin paylaştığı ortak paydada iki parametreye dikkat çekmek istiyorum.

Birincisi dinselleşmedir. Türkiye'de komünistler dışında, seçime katılan belli başlı bütün siyasal güçler din istismarcısıdır! Sosyalizm adına ayet okunması, bir zamanlar Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın popüler bir denemesi olmaktan çoktan çıkmış ve sol için utanç vesilesi haline gelmiş bulunuyor. Sağ partilerin zaten şaşırtmayan durumlarını geçersek, dinselleşmenin CHP'yi giderek daha fazla kucakladığını rahatlıkla saptayabiliriz.

İkincisi ise dış dinamiktir. Türkiye'de komünistler dışında, seçime katılan belli başlı aktörlerin gündeminde emperyalist bağımlılık sorunu ve bölgenin emperyalizmle ilişkilerinden kaynaklanan bir sorun tarifi kalmamıştır.

Oysa ABD'nin Arap Ortadoğu'sunda bu yılın başından beri kat ettiği mesafe ortada ve bu değişim Türkiye'yi doğrudan ilgilendiriyor. AKP'nin Antalya'da topladığı işbirlikçi Suriye muhalefeti ve bu ülkede Batı destekli silahlı mücadele veren bir İslamcı tarafın giderek belirginleşmesi başka ne anlama gelir?
Bunun yanına Usame bin Ladin'in öldürülmesi konduğunda, islamileşme ile emperyalizm arasındaki köprüler çıplak gözle görülecektir. Dolayısıyla dinselleşmenin dış dinamik itilimi çok güçlenmiştir.

O halde bahsi geçen ortak payda, emperyalizm ve gericilik çiftinin belli başlı siyasal akımlar tarafından esas tez veya engellenemez veri olarak benimsenmesi anlamına gelmektedir.

Bu durumda başlıktaki ikilemin iki ucunun aynı anda geçerlilik kazanabileceği bir kabusa doğru gidildiğini söyleyebiliriz.

Türkiye gerici-emperyalist mutabakatlara seçimden sonra hızla yakınlaşacak. Lakin gerici-emperyalist mutabakatlar halklarımızın bir dehşet dengesine esir edilmesi anlamına gelecek. Bu Türkiye, emperyalizme her zamankinden daha iyi hizmet ettiği ölçüde “uzlaşma” yol alabilecek veya ayakta kalabilecek. Emperyalizme hizmette kusur veya yetersizliklerin cezası da iç savaş olacak!

Başlığın seçenekleri tek tek yanlış, birlikte doğru!

Bu tablonun alternatifi ne eski cumhuriyette ne de bu süreçten nemalanan taraflarda aranabilir. Bu açmazdan ancak sosyalist bir kopuş perspektifiyle kurtulabilirsiniz.

Son kez TKP'nin 500 bin boyun eğmeyen kişi çağrısı işte budur.

Birbirleriyle aynı anlama gelen, daha doğrusu bir gün bir yüzü ertesi gün diğeri öne çıkan iç savaş-uzlaşma madalyonunun yerine geçirilebilecek bir seçeneğin kendini göstermesi için ön koşul TKP'dir.

TKP'yi çıkartırsanız, bu seçimin sonucu bellidir. Seçim sonuçlarında TKP yerini alırsa, halkımızın bir şansı daha var demektir.