Devrim güncellemesi

Devrimcilik bir kez tanımlandığında koordinatları sabitlenebilen bir pozisyon değil. Devrimciliğin hep, yani zamana ve mekâna göre yeniden ve yeniden güncellenmesi gerekiyor. Güncelleme teoriktir, teorik olduğu kadar -devrimcilerin davranışlarını biçimlendirdiğine göre- pratiktir de.

Komünist Parti Manifestosu 1848 ayaklanmalarının arifesinde bir devrimcilik güncellemesidir. Burjuvazinin yükselişinin diyalektik bir sonucu olarak bayrağın işçi sınıfına geçmesinin kaçınılmaz olduğunu ilan eder, Marx ve Engels.

19 ve 20. yüzyılların kavşak noktasında sosyal-demokrat kitle partilerinin kapitalizmle uyuşma eğilimleri artık iyiden iyiye görünür hale geldiğinde Rosa Luxembourg neden devrimin zorunlu olduğunu anlatmaya uğraşır. Avrupa’nın merkezinde bir güncelleme denemesidir bu.

Lenin’in Ne Yapmalı’sı Avrupa’nın sınır boylarında bir başka güncelleme denemesidir. Ne Yapmalı’nın yanına Emperyalizm broşürünü ekleyin; Lenin tekelci aşamada kapitalizmin insanlığın bütün kazanımlarından yüz çevirdiğini, kokuştuğunu kanıtlamak için uğraşmaktadır. Çözüm, devrimi meslek edinmiş bir partinin iktidara el koymasından başka bir yerde aranamaz.

Uzatmayalım; devrim güncellemesine başka zamanlarda olması gerekenden çok daha fazla, bugün ihtiyaç var. Komünist partiler, devrimci güçler, işçi sınıfı Sovyet sonrası çağda devrimin gerekliliğini ve nasıl gerçekleşeceğini güncellemek göreviyle karşı karşıya. Zaman geçiyor, görev ağırlaşıyor.

* * *

Türkiye bir yandan baktığımızda kâbus gibi bir karanlık. Düşünsenize, tam da Fatih’in (Yaşlı) Twitter’da yazdığı gibi, yani “yolsuzluk eskiden tekil diyebileceğimiz vakalarda ve devlet içerisindeki kimi kliklerle somutlaşıyordu. Şimdi doğrudan rejimin ekonomi-politiğini oluşturuyor, tüm kurumlar bunun bir parçası ve süreç bir sermaye birikimi/zenginleşme süreci olarak işliyor.”

Ekonomi kimseye bir yararı olmayan, sömürürken aynı zamanda bir gereksinimi karşılaması gerekmeyen, hatta çoğunlukla gereksinim bağlamı yok olmuş bir faaliyete dönüşüyor.

Savaş politikalarının milliyetçi hezeyanları okşama kuralı bile ortadan kalkıyor.

Hayır işleri, adaletsizliğin uçlarını törpülemeye yarayan yeniden-bölüşüm araçlarıydı; artık kaba hırsızlıktır!

Enkazdan çıkarttığın insanı soğukta bekletiyorsun. Deprem yıkımı egemenler için bir film seti. İnsan kurtarmaya, acıları hafifletmeye değil, egemenliği perçinlemeye gidiyorlar. Yıkılacağı baştan belli evlerde sıkışıp kalanları oradan ne büyük bir beceriyle çıkarttıklarını anlatıyorlar. Ama aslında amaç bu becerinin filmini çekmekten ibaret!

* * *

Ama gelin bir de diğer tarafına geçin sahnenin. Türkiye devrimin güncellenmesi için ne bulunmaz bir imkandır!

Kapitalizm her yerde insanlığa düşman ve ilericiliğin tüm tarihsel birikimini imha ediyor. Ama bizde kapitalizm bu topraklara, bu toprakların insanlarına geri dönüşsüz bir yabancılaşma halini almış bulunuyor. Kapitalist olmayanların, kapitalizm altında atabilecekleri tek bir adım kalmıyor.

Devlet devletten vergi kaçırıyorsa, devlet topluma karşı sorumluluğunu inkâr ediyor demektir. Söz konusu olan kâr amacıyla hareket eden bir kapitalistin devletten kaçırdığını sermayeye dönüştürmesi de değil. Devleti yönetenler, basitçe yağmalamaktadırlar ve bu davranış kalıbı ekonomik faaliyetin karakteristik özelliği haline gelmektedir. Geçilmeyen köprü, gidilmeyen hastane karşılığında, yani karşılıksız bir el koymadan söz ediyoruz. Karşılıksız el koyma yazılı kural kılınmış bulunuyor.

Oysa devletin temel fonksiyonlarından bir tanesi de bir sınıfın diğer sınıflar üstündeki diktatörlüğünü örtmektir. Devlet toplumun ortak çıkarını temsil ettiği yolunda bir halüsinasyon yaratmak zorundadır. Bunu yaratmak için de, yönetilen ve sömürülenlerin acısını dindiren gerçek bir şeyler yapar. Devlet bugün Türkiye’de ezilenlere “şükredin” demektedir. Başka diyecekleri, yapacakları bir şey yok.

Bu sıradan bir durum değil. Türkiye’de özenle, on yıllar boyunca işleye işleye geliştirilen yobaz kapitalizm görülmemiş bir yabancılaşmadır. Krizin şu veya bu boyutu yönetilebilir, atlatılabilir. AKP bu delirmiş dünyanın belirsiz dengelerinde nefes alacak, belki ileri zıplayacak boşluklar yakalayabilir. Çukur kazıp beton dökerek kapitalistlerin kârının düşmesini erteleyebilir, hatta belki de kâr oranlarının yeniden yükselmesi mümkün olur.

Ama sözünü ettiğimiz yabancılaşma geri dönüşsüzdür. Bu telafi edilemez, ortadan kaldırılamaz. Türkiye kâbus görmeyi değil, devrim güncellemesini hak eden bir ülkedir.