Antakya'da ne oldu?

Hayır, ben haber yazmayacağım, gözlem de aktarmayacağım...

Antakya'da uluslararası dinci paralı asker grupları üslendi Türkiye hukukun her türlüsünü ihlal eden bir pervasızlıkla davrandı son dönemde de halkın tepkisi toplumsal etki derecesine sıçradı. Önce bir belde belediyesinin savaş ortamında festival yapmak yerine barış forumu düzenlemesi olay oldu, sonra da 1 Eylül'de basın açıklaması mitinge dönüştü...

Dikkatli okur bunları izledi. O kadar dikkatli olmayan içinse en kısasından bir özet vermiş oldum.

Bunların ötesinde AKP'nin başına ilginç bir şey geldi.

Ülke sınırlarının dışına salınıp duran, dünya gücü olmak hayaliyle önce bölgede aktif taşeron olmaya yönelen AKP'nin dış politikasının başarısızlığı halen tartışılıyor. Her tartışma gibi, bu da, söz konusu politikanın aleni sonuçları ortaya dökülene kadar sürecektir. Dış politikada aleni sonuçların bin bir uluslararası mekanizma ve gerçek veya yapay gündemle yumuşatılmaları, örtülmeleri, kompanse edilmeleri mümkündür. Alanın karakteri buna izin verir.

Antakya, yeni-Osmanlıcı dış politikanın bu gri uluslararası alandan çıkıp memleketin içine girdiği ve örtülüp yumuşatılması hayli zor, neredeyse imkansız sonuçların ortaya döküldüğü yerdir. Antakya AKP'nin karaya oturduğu sahili anlatmaktadır.

Şimdi çetelerin barındığı parklarda temizlik yapıyorlarmış. Katillerin kentin sokaklarına salınmasını disipline ediyorlarmış. Deşifre olan kiralık ajan evleri değiştiriliyormuş... Bunların bir sonuç vermesi, “kurtarması” imkansızdır. Bana sorarsanız, AKP gözünü Halep'e, Şam'a dikmenin bedeli olarak Antakya'yı kaybetmiştir!

Gelişmeler açısından esas olarak iki konjonktür ayırt edilebiliyor. Birinci etapta AKP emperyalizm tarafından arkadan itilmiş ve Suriye fotoğrafında Arap Baharının Türkiye açısından pek etkinlik artışı getirmeyen ilk döneminin rövanşını okumuştu. Bölgenin yeniden düzenlenmesi sırasında emperyalistler Türkiye'ye çok da ihtiyaç duymadıkları takdirde AKP'nin bastığı zemin boşalırdı. Türkiye birinci derecede savaş kışkırtıcısı ülke olarak madalyasını almak için atak üstüne atak yapmaya başladı. Ortalık kızışmalıydı.

Ancak ikinci etapta emperyalistlerin, doğal olarak taşeronlarına oranla daha rasyonel ve soğukkanlı davranış geliştirdikleri görüldü. Bölge hazır değildi. Olası bir bölgesel savaşın nereye varacağı kestirilemezdi. İran, Rusya, Çin faktörlerinin belirsizliği olası sonuçları tehditkar hale getiriyordu. Zamana ihtiyaç vardı. Belki ABD seçimlerine kadar...

Bu kaba tasvir çerçevesinde, AKP Türkiye'si açıkta kaldı. Kuşkusuz kimsenin Türkiye'nin ortalığı kızıştırma çabalarına itirazı olamazdı, emperyalist dünyada. Emperyalizmin islamcı taburlarına yeni karargah bulunmuş, füze sistemi buraya kurulmuş, hukuk, meşruiyet vb kaygıları hiç olmayan bir tarz şekillenmişti. Ama o kadar. Şimdilik daha fazlası olmayacaktı.

AKP ise “madem öyle” deyip çizgisini gözden geçirme şansına da niyetine de sahip değil. AKP boşa düşmekten ölesiye korkuyor. Sifonun çekilmesi söyleminin üstünden daha pek az zaman geçtiğini unutmayalım... Bu koşullarda AKP emperyalist perspektifi bile değiştirecek, oldubittiler yaratacak, büyük riskler alacak işlere alenen girişti.

Sosyalistlerin Meclisi'nin paneli için Antakya'ya gittiğimizde tarih 20 Mayıs'tı. Çok güçlü bir salon etkinliğiydi yaptığımız. Daha öncesinde TKP'nin Antakya buluşması engellenmiş, ÖDP'nin mitingi yasaklanmıştı. Kentte tepkiler basın açıklamaları biçimini aşmıyordu. Halk beklemedeydi...

AKP'nin kendi açısından açtığı baraj kapaklarından halkın da akmaya başlaması için Ağustos ayının sonunu bulmamız gerekiyormuş. Antakya'da olan budur. AKP Antakya'yı kaybetmiştir.

Siyasette, toplum yaşantısında kesinlikler mutlaklaştırılmamalıdır. Bir toplumsallık AKP politikalarını işaret etmiş ve “Antakya bu değil” demiş oldu. Eğer başka toplumsallıklar buna eşlik etmezse, giderek Türkiye'nin büyük çoğunluğu aynı yeri işaret edip “Türkiye bu değil” demezse, Antakya halkı sözünü geri almak zorunda kalır. Ama sonbaharda ibre halktan, soldan yana dönmektedir.