1 Mayıs’tan Sonra

2 Mayıs sabahı "özgürlükçü sol"cuların düşünüp taşınıp icat ettikleri edepsizliği okudum. Sesonline haberi diyor ki, "Berlin duvarından 20, son kutlamadan 31 yıl sonra Taksim duvarı da yıkıldı."

Ben de, orda durun diyorum!

Basit bir nedenle: Taksim duvarını yıkan kimse o konuşsun. Halis liberaller dışarıdan gazel okumasın. Ağzını tutamayan liberal varsa, gitsin önce genç sivillerin otel masrafına biraz destek olsun.

Taksim duvarını kim yıkmış diye merak edenler, lütfen bizim kaynaklarımıza değil, örneğin Hürriyet gazetesinin fotoğraflarına baksınlar. Adres şöyle oluyor: http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/galeridetay.aspx?P=10&ampcid=22470&amprid=2

Adresin içinde geçen "10" ise fotoğrafın numarası oluyor. İsteyenler tıklamaya devam edip, konumuzla ilgili olan diğer üç fotoğrafa da bakabiliyorlar. Konumuz Taksim duvarını kimin aştığı...

Berlin duvarını yıkanların kucağına oturanlarla Taksim'e girenler arasında herhangi bir ortaklık yoktur. Çünkü ilk topluluk anti-komünisttir. İkinciler fotoğrafta görünmektedir.

Utanç duvarı emperyalist ağzıdır. Utanması gerekenler döneminin ileri bir sanayi ülkesi olan Demokratik Almanya ekonomisini yerle bir eden, nazizmin anavatanında anti-faşist mücadelenin ürünü olarak kurulan bu ülkeyi ilhak eden, insanlarını emperyalist Almanya'nın ikinci sınıf vatandaşı haline getirenlerdir.

Bizim özgürlükçü solcularımız da gidip başka yere tezgâh açmalıdır!

Aslında tezgâhı nereye açtıkları bir soru konusu değildir. Aynı haberde 1 Mayıs 1977 katliamı ile "Ergenekon örgütü" arasında kurulan bağ özgürlükçü solun AKP'nin organik bir parçası haline geldiğini, Fethullahçıların eteklerinde dolandığını anlatmaktadır.

Biz Taksim'e üç beş özgürlükçü 38 yıldır CIA'nin, kontrgerillanın hesabına yazılan alçaklığı AKP'nin veznesinde bozdursun diye çıkmadık!

Ancak bu Pazar sabahı kafanızı bunlara takmanızı önerecek değilim.

Daha hayırlı bir sorgulama, Taksim'e çıkışın iki teorisini karşılaştırabilir. Birinci teori 1 Mayıs'ın Taksim'de kutlanmasını temin etmek için mümkün olan en geniş kitleselliğin ülke çapında İstanbul'a, Taksim'e sevk edilmesi gerektiği yolundadır. Bilindiği gibi bu satırların yazarı bu teoriden yana.

İkinci teoriye göre ise Taksim'in sınırlı sayıda kutlayıcıya açılması daha güvenli yoldur. Hal ve gidişinden böyle düşündüğü anlaşılan kesimler vardır. Halkımız böyle yaklaşımlara "enteresan" demektedir...

Solun kimi davranışlarına ya da sol adına sergilenen kimi davranışlara akıl yoluyla bir adlandırmada bulunmak ise kolay değildir. Liste yapmaya kalksam buraya sığmayacağından iki ucu seçiyorum.

"1 Mayıs'ın mümkün olan her yerde, her köyde ve kasabada kutlanmasını" iş zannedenler AKP'ci Türk-İş yönetimiyle Kadıköy'de duyumsadıkları devrimci coşkuyu anlatmayı denemelidirler bu birinci uç.

Devlet terörünün düpedüz "size saldırarak işçilerin 1 Mayıs'a ilgi göstermelerini engelliyorum" dediği, medyanın da gerekeni yaptığı kesimlerin bu saldırıyı zora koşmak için, oyunu boşa çıkarmak için ne yapmayı düşündüklerini de merak ediyorum. Kaldırım taşı sökmeye çalışmaktan gayrı... Bu da diğer uç.

Bir ara fırsatım olursa, çiçek saksılarından barikat kurulabileceğini sananlar için, 138 yıl önce Paris'te işçilerin hangi boyutlarda barikatları nelerden imal ettiklerini, zamanında Kamu Selamet Komitesi'nin yayınladığı bir bildiriden hareketle aktarmayı düşünüyorum. Barikatın ciddi bir iş olduğunu öğrenmekte yarar vardır.

Kararlılıkla, akılla, disiplinle 1 Mayıs alanını açanlara, yaralananlara, işkence görenlere selam yolluyorum. 1 Mayıs 2009'la ilgili cesur bir soruyu, işte bu insanların ortaya koymasının gerekli olduğunu söyleyip yazıyı bitiriyorum.

Soru şudur: Felaketin eşiğindeki bir sahnede, yoksulluk ve işsizliğin en ağırının yaşandığı bir ülkede 1 Mayıs'ın hakkı 10 binin altında bir nicelikle toplanmak olabilir mi?

Değilse, mevzilerin üstünde ayağa kalkacağız ve eksiği gidereceğiz...