Ispanaklı hukuk, ıspanaklı yargı

Gücün sembolüydü, zehirlenmenin sembolü oluverdi ıspanak. 

Ispanak artık çok yönlü kullanımının yanına zehirlenme de eklenerek tarihteki yerini alacak.

Yalnız ıspanak mı zehirliyor ya da ıspanak hariç her şey mükemmel mi?

Cumhuriyet, cumhuriyetin niteliklerini belirleyen “insan hakları”, “demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti”; bunların olmazsa olmazı olarak seçim, parlamento ve yargı; din, kültür, siyaset, ekonomi, patronlar, güvenlik, eğitim ve sağlık vb. birçok unsur adlarını koruyarak ıspanak gibi zehirlemeye başlamadılar mı?

Sermaye düzeni sınıfının gereği için halkı çok yönlü zehirleyecek her şeyi yapmıyor mu?

Hukuk da zehirleyen ıspanak türünden ama üstünlüğüne toz kondurulmuyor.

Hukukun toplumu zehirlemesi, içine karıştığı iddia edilen ayrıksı kurallardan kaynaklanmıyor. Bu tür maddeleri yasama organı da ayıklar, yargı organı da. Anayasa Mahkemesinin asli görev ve yetkisi bu ayıklama zaten. Hukukun toplumu zehirlemesi sınıfsallığından kaynaklanıyor, ayıklayıcılar da buna destek veriyor.

 

Yargı hukuktan geri kalır mı? O da zehirleyici ıspanakgillerden ama adalet gücüne toz kondurulmuyor. Adalet dağıttığı sanılan yargı sermayeye ve gericiliğe panzehir dağıtırken emekçi halka zehir şırınga ediyor. 

Adana ve Konya arasında yaşanan yakın tarihli iki dava yolculuğu, laik hukuk devletinin nasıl çürütüldüğünü göstermek yönünden ilginç. Örneğimiz soL Portal okuyucularının yakından izlediği zorunlu din dersi (ZDD) davalarıyla ilgili. 

Bilindiği gibi AKP, Anayasadaki birçok maddeye dağılan ve Anayasanın özünü de oluşturan en temel ilkelerden birini, laiklik ilkesini içini boşaltarak yok etmeyi hem hukuksal hem de uygulama alanında başardı. Yargı da, mahkemeleriyle, yüksek mahkemeleriyle ve Anayasa Mahkemesiyle bu değişikliğe “dur” diyemedi, destek verdi. 

Laikliği politikaları arasında sayan birçok düzen partisi açıkça ya da gözlerini yumarak, sessiz kalarak bu değişikliği onayladı. 

Bu ittifaka göre artık laiklik, dinin devletten, hukuktan, eğitimden, bilimden, siyasetten, toplumsal yaşamdan ve ilişkilerden ayrı ve uzağında durması değil, din özgürlüğü olarak tanımlanıyor ve uygulanıyor. Ayrı ve uzak durma önemli, çünkü dinin özelliği gereği ayrı gibi dursa bile yakın olursa sızma özelliği yüksek. 

Bu yeni tanımla gericilik buluşunca Anayasa da ıspanaklaştı. Anayasaya göre “din kültürü ve ahlak öğrenimi” ilk ve orta öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alıyor. Bunun dışındaki, bir dine ait din eğitim ve öğretimi ise “kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine” bağlı. 

Anayasa bu konuda öngörmüyor, buyuruyor ve adıyla sanıyla bir dini değil tüm dinleri kapsıyor. Daha da önemlisi herhangi bir dine inananlar değil inanmayanlar da Anayasa kapsamında. 

12 Eylül darbesinin ürünü Anayasa bile genel olarak insanlık tarihindeki dinleri yine aynı genellik kapsamında bir kültür ve ahlak öğrenimi alanı olarak görürken herhangi bir dinin eğitim ve öğretimini isteğe bağlı tutarak inanmayanları da ya da inanıp ders almak istemeyenleri de gözetmiş oluyor.

Adana Konya hattına dönersek, laiklikle ilgili bütün esasları ve anayasal hükümleri ıspanaklaştıran bir trafik yaşandı. 

Birinci olayda bir aile çocuğuna bir dini bile değil, bir dinin bir mezhebini dayatan din eğitim ve öğretimini talep bile etmeden veren okula/milli eğitim kurumuna karşı bu dersi almak istemedikleri için başvurdu. 

Başvuru idare tarafından reddedilince Adana İdare Mahkemesine dava açıldı. Adana, bu dersin bir dini ve mezhebini kapsamadığı, din kültürü ve ahlak dersi olduğu gerekçesiyle başvuruyu reddetti. Usul gereği bu ret kararına Konya Bölge İdare Mahkemesinde aile tarafından itiraz edildi ve Konya BİM Adana İM’nin ret kararını hukuka uygun bulmadı. 

İkinci olayda ise bir başka öğrenci için yine Adana’da açılan dava birincinin aksine Adana İM tarafından kabul edildi. Yani öğrenciye bir dinin bir mezhebinin zorunlu ders olarak verilmesi hukuka uygun bulunmadı. Bu karara İdare itiraz etti. Konya BİM bu kez Adana İM’nin kabul kararını hukuka uygun bulmadı.

Aynı Bölge İdare Mahkemesinin aynı konuda aradan bir yıl bile geçmeden aldığı iki zıt karar. Başkan değişince işler değişiyor, üyenin görüşü de değişiyor. En kolayı da gerekçe bulup yazmak. Hukukun ve yargının sınıfsallığı, sınıfın çıkarı neyi gerektiriyorsa o yapılır, imza basılır.    

4 Kasım 2019 tarihli soL Portalda ıspanak zehirlenmesi haber analizinde Mehmet Kuzulugil’in ifade ettiği, “Kötü olasılıkla önümüzdeki günlerde yeni zehirlenmelerle karşılaşacağız, iyi olasılıkla bir süre kimse ıspanak yemeyecek! Çünkü gerçek nedene ulaşmak mümkün olmayacak” değerlendirmesi yargıyla ilgili durumu da açıklayıcı: kötü olasılıkla yargının hukuksuz ve adaletsiz kararları devam edecek, iyi olasılıkla böyle bir yargıya dava açmaktan kaçınılacak, dava olmayınca hukuksuz ve adaletsiz karar da çıkmayacak!     

Kafalar karıştı mı? Bu nasıl çelişki mi deniliyor? 

Ispanak hariç her şeyin mükemmel işlediği sanılınca ya da düzeni mükemmel gösterenlere yeterli ve etkin tepkiler gösterilmeyince böyle örnekler sürüp gidecek. Bu tür olaylarla oyalanırken de gerçekler hep arkaya itilecek, sermayenin ve gericiliğin borusu ötmeye devam edecek.    

Bir kez daha değil bin kez de düşünülse sömürü düzeninin içinde kalarak sermaye sınıfının ıspanaklaşmış örneklerinin içinden çıkılamaz. 

Ispanağı da kendilerine benzettiler. O da ancak sınıfsız sömürüsüz toplumda kendine gelecek ve başına gelenlerin hesabını soracak. 

Gerçek adalet emek ister, emek gerçek adalet ister.