Ceylan Parçalanırken, Yazar Yabancılaşırsa…

KENTİN SESİ - MANİSA Yazıları

Yusuf Atılgan’ı andık geçen hafta.

Ölümünün 20. yılında, Manisa’da, Hacırahmanlı’da ve İzmir’de, “Aylak Adam” ve “Anayurt Oteli” yazarını andık.

İnsanın kendine ve topluma yabancılaşmasını iki roman ve bir hikâye kitabında didik didik eden, “iletişim çıkmazını” ve “yabancılaşmayı” kendine mesele edinen bir yazarı yeniden hatırlamaya, yazdıklarına yeniden bakmaya çalıştık.

Yusuf Atılgan’ın eski ve yakın dostlarından Eleştirmen-Yazar-Eğitimci Halil Şahan konuşmasında çok net ve yalın bir cümleyi altını çize çize vurguladı: “Yusuf Atılgan, kapitalizmi ve dinci gericiliği hiç sevmezdi. Kapitalizme ve dinci gericiliğe hep karşı çıktı.”

Anayurt Oteli’nin kahramanı Zebercet’i ve Aylak Adam’ın kahramanı Bay C.’yi konuşurken, dönüp dolaşıp aynı yere geldik: Çağımız insanının trajedisi.

Yusuf Atılgan, Zebercet ile Bay C.’nin şahsında, kapitalizmin ve dinci gericiliğin, insana ve insan aklına saldırısını ince ince, bir dantel gibi işliyordu.

Evet, Yusuf Atılgan has bir yazardı.

Kapitalizme, kapitalist üretim ilişkilerine, kapitalizmin en önemli koltuk değneği olan dinci gericiliğe hep karşı durdu.

İnsanı kendine yabancılaştıran…

İnsanı, akla yabancılaştıran…

İnsanı, vicdana ve merhamete yabancılaştıran…

Ve bunu yaparken de dinci gericiliği bir can simidi gibi kullanan kapitalizmle hesaplaştı.

Her satırında, her cümlesinde, her paragrafında bu meseleyle yüzleşti, hesaplaştı, ödeşti.

Yusuf Atılgan has bir yazardı.

Akıllı ve vicdanlı bir aydındı.

Çağının tanığı ve sorumluluğunun bilincinde bir insandı.

***

Biz Manisa’da, İzmir’de Yusuf Bey’i ve romanlarını konuşurken, Lice’de yaşanan vahşetin acısı tazeydi.

13 yaşındaki Ceylan Önkol, Lice’ye bağı Şenlik köyünün Hambaz mezrasında yaprak toplarken karnından vuruldu. Paramparça oldu bedeni. Elleri ve ayakları sapasağlam, bedeni ise paramparça.

İşte bir grup duyarlı yazar, şair, yayıncı, edebiyatçı tarihe not düşmek, çağa tanık olmak, sorumluluğunun bilincine varmak için bir metne imza attı.

Sessiz kalmamak için…

Metni kimin kaleme getirdiği hiç önemli değil ama yazar dostumuz Onur Caymaz, bir metin oluşturdu. Metin imzaya açıldı.

***

Şöyle deniyordu:

Memleketimizin sınırları içerisinde, doğuda, güneş oradan doğuyor dediğimiz, kadim kültürünü kutsadığımız coğrafyada... Renkli yemenilerin, soğuk suların, serin ayvanların, yoksulluğun, güvercinin, kışın, akrebin, kumun, taşın, çarşıların, baharatın, şiirin toprağında, bizim çocuklarımızdan biri...

Vurulup da ölmeyeydi 6. sınıfa geçecekti.

Diyarbakır’ın Lice ilçesinin Şenlik köyünün Hambaz mezrasında. Hayvanlar için yaprak toplayacaktı, kapıdan çıkarken anne bana makarna yap dediydi... Böyle basit, hayatın içinde küçücük bir an karnından vuruldu, çocuk bedeni ağaç dallarına dağıldı. Artık yok. Annesi evladının parçalarını eteklerinde topladı. Biz kendimizi onun anası, babası, abisi yerine koyuyoruz...

Kim öldü, neden öldürüldü, ne, neresine isabet etti de bu küçük çocuk aramızdan ayrıldı terörist miydi, değil miydi, dava gizli mi sürdürülecek açık mı, füze mi, mühimmat mı? Sizin protokolleriniz anaların yüreğindeki acıyı sağaltmıyor ince beyler. Sizin tutanaklarınız, evrakınız, yangında ilk kurtarılacak evrak dolaplarınız, o çocuğun evdeki masada unuttuğu kırık Türkçe defterden değerli olamaz.

Soros’unuz, provokasyonunuz, asimetrik saldırılarınız, karakollarınız, havan toplarınız sizin olsun... Biz bu ülkenin yazar çizeri, halkımızın, dilimizin, kardeş dillerimizin, yaşama haklarımızın vicdanıyız. Ayak diriyoruz, inat ediyoruz! Bu çocuğu öldüren şeyin ne olduğunun bulunmasını istiyoruz.

Bu ülkenin halen bir parçacık onurlu gazetecileri varsa onlara sesleniyoruz. Ceylan, İstanbul’un göbeğinde hunharca katledilen Münevver’den daha mı az önemliydi? Birçok şeyin çok pahalı olduğu bu ülkede en ucuz şeyin bir insanın hayatı olmasından rahatsızlık duyuyoruz. Açılımlarınız, partileriniz, boyalarınız, yandaşlığınız, ana akımınız, bölücünüz, maskeleriniz bizi ilgilendirmiyor. Şimdi ne olacak? Ses ediyoruz, soru soruyoruz!

Halkımıza sesleniyoruz! Bu çocuğun, bir fotoğrafçıda ilk kez çektirdiği çok da belli olan o vesikalık resminde kocaman açtığı dünyaya anlamaz bir tavırla şaşkın şaşkın baktığı kara gözlerinin, varsa bir huzurunuz, orada hiç mi değeri yok!

Gizlilik değil açıklık

Açıklama değil fail

Fiil değil iyilik bekliyoruz!

***

İşte metin bu…

Altındaki imza: Türkiye Yazarları.

Ortak bir çığlık.

Bir ses, bir haykırış.

Otuzdan fazla yazar, şair imzaladı metni. Ulaşılabilseydi daha çok imza da atılırdı. Metin hâlâ imzaya açık.

***

Dün ise bir yazı düştü önümüze.

Türkiye PEN’den… Uluslar arası yazar örgütünün Türkiye ayağından…

Deniyordu ki:

“PEN, yaşama ve ifade hakkını elbette savunmaktadır ve bunlara yönelen her türlü kısıtlama ve haksızlığın kesinlikle karşısındadır. Ancak, yönetim kurulumuz PEN sitemize, ülkemizin içinde bulunduğu kritik durum ve kargaşa ortamında, farklı görüş ve bakış açıları arasında tartışma ve tepki yaratacak, duygusal ve masum olsa bile, ‘kendine yontulabilecek’ ya da bir görüş, kuruluş ve grubun dolaylı olarak yanında-karşısında algılanabilecek görüş ve yazıları, örgütsel ve toplumsal barışımızı daha da fazla bozmamak amacıyla koymama kararı almıştır.”

Annesinden istediği makarnayı yiyemeden gövdesi parçalanarak ölen 13 yaşındaki bir kız çocuğu varken…

“Yazarın yabancılaşması”, “aydının duyarsızlaşması” bu mudur acaba?

Hani ne derler, imam osurursa cemaat sıçar!

Yazar yabancılaşırsa, toplum ne yapar!

“Yusuf Atılgan iyi ki görmedi bugünleri” mi diyelim?

Ne diyelim?

Nerelere gidelim?

[email protected]