Devrimcilerin 'iğneyle kuyu kazmak' deyimini hatırlamalarını yadırgamamak gerekir. Yadırganması gereken, vazgeçmektir.

Zor zanaat

Güç olan nedir, biraz da, güçlük nereden geliyor? Yazının asıl konusu bu olacak. Bu olacak da, başlığa oturtulmuş zanaat sözcüğüne iki satır değinmeden geçmemeli. Ne anlama geldiği biraz karışıktır. Ulema beyninde ihtilaf çıkarabilir, dolayısıyla karmakarışık dense yeridir. Oysa, orada hâlâ öğretiliyor mu, bilmem, okuma yazmayı asker ocağında öğrenmişlere sorulsa, ne demeye geldiği besbellidir. Yök profesörünün biri, okumuşa güvenmem, okuması yazması fazla olmayan iyidir, demişti pek uzak olmayan bir zamanda. Cahiliye devridir; daha neler gördük ve görmekteyiz. Bu ne ki?    

Evlerden ırak, o profesörün dediğine gelmiş olmayalım da, burada zanaat derken anlatmak istediğim, daha çok, okuma yazması fazla engin olmayan büyük kalabalığın anladığına yakındır: Şöyle ya da böyle edinilmiş, saygıdeğer bir ustalığı gerektiren kimselerin yaptıkları, öylelerinden başkalarının pek de harcı olmayan işler, uğraşlar anlamında kullanıyorum. Sanat ile zanaatı aşılmaz duvarlarla birbirinden ayırıp ilkine neredeyse tanrısal bir üstünlük yakıştırırken ikincisini küçümseyici tutumlarsa bana oldum olası sağlam dayanaklardan yoksun görünmüştür. 

“Zor zanaat” tamlaması ise kimi zaman gerçekten, nesnel olarak ciddi güçlükler barındıran, kimi zaman pek de öyle olmayan, daha çok “romantik” diyebileceğimiz yaklaşımlarla güçlük yakıştırılan işler ya da durumlar için kullanılır. Örneğin, mapusluğun zor zanaat olduğu, aşağı yukarı herkesin, ömründe birkaç gün bile yaşamamış olanların da hemen, kolayca benimseyip yinelediği bir tekerlemedir genellikle. Buna karşılık, başka bir örnek olsun, aşkın ya da sevdanın da zor zanaat kategorisine girdiği zaman zaman dile getirilir ki, buradaki güçlüğün tümüyle yok sayılması mümkün görünmese de öncekiyle bir olmadığını herhalde kabul etmek gerekir.  

Bu yazının konusu olan “zor zanaat”a gelince, bütün bu tür işler arasında en güç olanlardan biri sayılabilir. Bence ya da bana sorulursa, diye de eklemeliyim belki. Belki derken kendimle çelişir duruma düşüyor olabilirim; çünkü, bunun en zor işlerden biri olduğuna eminim. Belki demem, bir yanılma payı bırakma sağlamcılığı ile yahut, ne diyelim, kibarlıkla ilgili olabilir. Yeterince açıklık taşıyan gerçekleri göremeyenleri aşağılayıcı bir tutum takınmaktan kaçınmak anlamında bir kibarlık demek istiyorum.

Kendilerine devrimci, sosyalist, komünist diyen, bunları hak etmek için çaba gösteren insanlar için bu tür tanımlanmış bağlanmaları olmayan ya da onların henüz uzağında bulunan insanları, ister tek tek ya da küçük kümeler ister yığınlar halinde kazanmak, kazanmaya çalışmak gerçekten zor zanaattır.

Bununla birlikte, burada konu etmek istediğim, mutlak bir zorluk değildir; her durumda, herkes için geçerli böyle bir zorluk yoktur. Doğru olarak söz edilebilecek olan, göreceli bir güçlüktür. Neye ya da kime göre? Yukarıda değinilen sıfatları hak eden kişiler, topluluklar, örgütler ile görünüşte onlarla aynı işi yapan, ama yönelişleri, hedefleri, var oluş nedenleriyle iş görme biçimleri taban tabana karşıt denebilecek kadar farklı kişilere, topluluklara, örgütlere göre değişen, dolayısıyla onlarla baş etme tarzları da farklı olması gereken bir ya da birçok güçlükten söz ediyoruz.

Daha anlaşılır duruma getirmek için buradaki genellemeyi daraltır ve kendi ülkemize ya da benzerlerine indirgeyerek söylersek, var olan toplumsal-iktisadi düzeni kökten değiştirmek isteyenler ile onu olduğu gibi ya da birtakım ufak tefek düzeltmeler yaparak korumak isteyenler açısından farklı güçlüklerin ortaya çıkması doğaldır. Ancak, buradaki iki kümenin de başlangıç noktası az çok birbirine benzeyen bir uğraşları olacaktır: İlkine devrimciler ikincisine tutucular demekte büyük bir sakınca olmayan bu iki küme de kendileri dışındaki çok geniş insan topluluklarına çeşitli biçimlerde ulaşarak dertlerini anlatacaklardır. Daha doğrusu, o geniş toplulukların dertlerini kendi bakış açılarıyla tanımlayacak ve nasıl çare bulacaklarını da açıklayacaklardır. Bunu yaparken birincilerin kullanabilecekleri araçlar ikincilere göre çok daha sınırlıdır. Ayrıca, ikincilerin birinci kümedekilerin yapabileceklerini şu ya da bu biçim ve ölçüde engelleme güçleri de vardır. Bu iki üstünlüğün ve başkalarının kaynağında ise sürdürme peşinde oldukları düzenin çeşitli araç ve mekanizmalarını kullanma tekeline sahip olmaları bulunmaktadır.

Az önce devrimciler diye adlandırmakta büyük bir sakınca görmediğimiz birinci kümedekilerin, dertleriyle boğuşan, çoğunlukla boğuşma gücünü tüketmek üzere olan geniş halk yığınlarına geçerli çözümleri de göstermekle birlikte mutlaka yapmalarını öğütledikleri somut önerileri şudur: Birleşin, örgütlenin ve kurtuluşunuz için bizimle birlikte mücadele edin. 

Buna karşılık, ikinci kümeyi oluşturan tutucuların genellikle ve özetle şunları söyledikleri duyulur: Dertlerinizi bizden başka kimse anlayamaz. Dertlerinizi nasıl biliyorsak, çaresini de biliyoruz. Ama öyle ha deyince olmaz. En kısa zamanda çözeceğiz. O zamana kadar sabredin ve işleri aksatmayın. Sakın kışkırtmalara da kapılmayın!

Bir yanda, sanki her birinin kendini bildi bileli en ilkel bir hayat için çalışıp didinmesi yetmiyormuş gibi, türlü baskı ve eziyet tehdidini, sık sık da bunların gerçekleşmesini göze alarak mücadele etme çağrısı; bir yanda, çoğunlukla verilen sözler yerine getirilmiyor olsa bile, suyun başını tutmuşlardan gelen yakında feraha kavuşma ve bunun için sabredip akıllı uslu işini görmeye devam etmekten başka bir zahmete katlanmama vaadi… 

“Akıllı olan hangisine kulak verir?” O büyük kalabalıkların içinden buna benzer bir soruya takılanlar, takılmakla kalmayıp zahmetsiz görünene kapılanlar çıkmaz mı?  

Çıkar, üstelik çıkanların sayısı hiç de az olmaz.

Böyle oldukça, birinci kümeyi oluşturan devrimcilerin “iğneyle kuyu kazmak” deyimini hatırlamalarını yadırgamamak gerekir. Yadırganması gereken, vazgeçmektir. Onun yerine, iğneleri uç uca ekleyip yan yana birleştirerek kuyunun daha etkili biçimde kazılması düşünülebilir, örneğin. Eldeki araçların niteliğini daha köklü değişimlere uğratmak, henüz elde olmayan yepyeni araçları tasarlayıp geliştirmek de düşünülebilir. 

Bir de, kimimiz yapmıştır, “inadımı tazelerim” dedikten sonra 

bildim artık
benim istediğim, bütün arkadaşların istediği
uzun ve ha bitti ha bitmedi bir yoldur
ki serin yeller vurur bağrımıza yürüdükçe

diye genç işi şiirler yazılabilir. İyi gelir. İnsanı diri tutar.