Üçümüzü astılar. Onlarla birlikte hepimizi. Öyle sandılar.

Yarım yüzyıl

Dile kolay, ona da kolay gelmiyor aslında, çok eski olmayan bir tarihteki ortalama insan ömrü kadar zaman  geçmiş aradan. 

Üçümüzü astılar. Onlarla birlikte hepimizi. Öyle sandılar.

“Yenilirsem yenilirim, ne çıkar yenilmekten” diyen şairlerimiz vardı bizim. İçimizde “Asılırsak asılırız, ne çıkar asılmaktan” diyenlerin de bulunabileceğine nasıl akıl erdirebilsinler? Zalimlikle aymazlığın birleşmesinin o en çirkin ürünleri, nasıl düşünebilsinler böyle insanlıkları? 

Hayatta kalanların unutmayacaklarını biliyorlardı. Yine de yaptılar. Unutmamanın ne demek olduğunu biliyorlar mıydı? Tartışılır. Emirleri altında oldukları sınıf az çok biliyor olmalıdır; ulusal ve uluslararası atalarından miras kalmıştır.  Ama bizim topraklarımızda yaşayan o günkü görevlileri biliyorlar mıydı, tartışılır olan budur. Tümüne yakını ölüp gitmiştir. Adlarını kimse hatırlamaz; biz bile çoğunu hatırlamıyoruz, sınıflarının önde gelen temsilcileri dışında…

Bu iyidir; çünkü, tetikçi katillerin alçaklığını unutmaktan daha kötüsü, katil sınıfı gözden kaçırmaktır.

Şair yoldaşımız Nihat Behram’ın yerleştirdiği deyişle “üç fidan” kırıldıktan elli yıl sonra, yazılışının üzerinden yirmi altı yıl geçmiş bir şiiri buraya aktarmak; bütün olan biteni yeniden hatırlamak; ben unutmuyorum, kimse de unutmuyor elbet, her hafta yazdıklarıma benzer bir yazıdansa  böylesi daha iyidir, diyerek bitirmekti niyetim.

O niyetim değişmedi. Ama şiirin kendisine gelmeden, on yıl önce burada yer verirken değindiğim birkaç notu aktarmadan geçemedim:

“(…) benim hemen aklıma gelenlerden biri, bizim çocuklarla ve onlara ithaf edilmiş bir şiirle ilgilidir. Şiir dediysem benim tarafımdan yazılmıştır ve, şiire belki de hak ettiğinden daha büyük bir önem vermek suretiyle, isteyen, ne ulan bu, bunun şiirle ne ilgisi var, da diyebilir.

Buna karşılık, şiir mi şiirimsi mi tartışmasında bu kadar geniş olmakla birlikte, bizim çocuklarla ilgili en küçük bir tartışmaya açık olmadığımı belirtmem gerekir. İlkin, ‘bizim çocuklar’ dememin nereden çıktığı: Deniz’le bir merhabam vardı sadece, bizim yurtlarda konuk olduğu sıralardan kalma… Yusuf, aynı okulun öğrencisi ve aynı fikir kulübünün üyesi olduğum bir çocuktu. Hüseyin ise, kim bilir kaç kez yazıp söylemişimdir, sadece sınıf arkadaşım değil, hem girip dinlemeye değer bulduğumuz hocaların derslerinde hem de meşru bir yardımlaşma imkânı olabilir düşüncesiyle sınavlarda yan yana oturmaya çalıştığımız ve başka pek çok yaşantıları da paylaştığım bir çocuktu.

Çocuk?

Şimdi biz, hepimiz, çok yaşlandık ve onlar bizim çocuklarımız, hatta küçük çocuklarımız yaşında oldular. Çocuk diye anmam ondandır.

Bu demokrasi savaşçısı olma hikâyesi bizim çocukların adına çok yazılmış, neyse ve ne kadarsa günahları, çok daha fazlasıyla başlarına sardırılmıştır. Onlardan birinde, on altı yıl önceki ölüm yıldönümlerinde, dayanamamış ve başlığını da üçünün adlarının alışılmış sıralanışını kendi kişisel yakınlıklarıma göre değiştirerek şöyle bir şiir yazmıştım. Ama, dedim ya, ulan bu ne biçim şiir diyenler olursa, onları da dinleyebilirim.”

On yıl önce böyle yazmıştım. “Söz gider, yazı kalır.” denilmiştir; şimdi onun izini sürmüş  oluyorum.

Orada yazdıklarıma bakılırsa, sanki yıllarca birlikte yaşamışız da ne çok yaşantı biriktirmişiz! Oysa, ne kadar kısaydı; hele bugüne geldiğimizde birikmiş olan yarım yüzyıl ile karşılaştırıldığında… Nasıl kısa olmasın ki, onların yaşadıkları ömür de öyleydi…    

İlk kez Mayıs 2000’de basılmış bir kitapta yer alan, sonraları birkaç kez değişik yerlerde gün yüzüne, okur ya da dinleyici karşısına çıkan o şiiri ekliyorum. “Benim adım Hıdır, elimden gelen budur” demekte bir sakınca görmeden…

HÜSEYİN YUSUF DENİZ

kaç mayıs geçti çocuklar ben yaşlandım
sizin babanız yaşında oldum
pırıl pırıl bir gündü bugün ne çok ölülerimiz oldu
demokrasi savaşçısı da ilan edildiniz ya aldırmayın
ama ben öfkelendim bir yığın küfür savurdum
gazeteden kestim resminizi bir kartona yapıştırdım
altına da darağacında söylediklerini yazdım hüseyin’in
sıra arkadaşımdı
onu ayırdığımdan değil kusura kalmayın
ondördünü süren oğluma armağan ettim

şimdi duruyor masasında armağanım
hiç inanamadığı tarih kitaplarına dayanmış
anılmanın en güzeli böyledir
doğrulandınız işte o durmadan büyüyen çocuklar sizinledir