Türkiye’nin bir halklar hapishanesine dönüşecek olması kimsenin umurunda değil ve olası iktidar değişimi bu acı gerçeği değiştirecekmiş gibi görünmüyor.

Türkiye'de iktidar değişse bile Geri Kabul Anlaşması kalıcı

Kavruk tenli, göçmen, sevimli ve genç Başbakan Rishi Sunak, hükümetinin mülteci eylem planını açıkladı. Planın detaylarına girmeyeceğim. Plan, Tory Partisi'nin yıllardır hazırladığı programın eyleme geçirilmiş hali.1 Şimdi, açıklanan bu kararların Avrupa siyasetine olası yansımalarını yazmaya çalışacağım.

Avrupa’da yurttaşlık haklarına yapılan saldırı son aşamasına geçmiş durumda. Kapitalizm zirveye doğru tırmanmaya başlıyor. İnsanları tamamen köleleştirene kadar sürecek bir mücadeleden bahsediyorum. Cenevre ve Dublin gibi sözleşmeler artık delik deşik edilmiş durumda. Ülkeler için de bağlayıcılıkları artık tamamen tartışmalı. Her ülke kendi ihtiyacına göre göç yasalarını bir ‘çim adama’ dönüştüyor. Çim adama dönüşen yasalara dilediğiniz şekli verebilirsiniz. Ali Rıza Aydın’ın Gelenek makalesini bu yüzden tekrar hatırlamak gerekiyor. Göç yasaları ihtiyaca göre Almanya’da başka İngiltere’de başka düzenleniyor.2

ABD ve İngiltere bu konuda aynı anda senkronize bir biçimde adım atıyor. Göçmen dostu Biden yönetimi, yeni mülteci politikalarını Trump’ı kıskandırır şekilde oluşturuyor. Mültecilerin başvurularını kendi ülkesinde yapmasını istiyor ABD. Sistem mülteci yükünden barbarlık üreterek kurtulmaya çalışıyor. Burada kaçak göçmenler, yani bir şekilde sınırı geçen ama ülkede hayalet gibi yaşayan insanlar en ideal göçmen grubunu oluşturuyor. Çünkü bu yoksul kitlelerin emeklerini gasp etmek daha kolay ve daha kârlı. Bunun suç üretip üretmeyeceği ve daha farklı trajediler yaratıp yaratmayacağı sömürenlerin umurunda değil. 

Yurttaşlık hakları nasıl askıya alınır?

Adanın gelecek planları hazır. Gelecekte göçmen emeğin, işçi sınıfının büyük bir bölümünü oluşturacağını biliyorlar. İngiliz politikacılar göçü ‘kavimler göçüne’ benzeterek medeniyetin tehlike altında olduğunu defalarca vurguladılar. Bu sözlerin anlamına ve temsil ettikleri partilerin politikalarına bakmak yerine muhalefette ‘sarkazm’ dedikleri alaycı, apolitik bir söylemi hakim kıldılar. Bu apolitik mizah anlayışı muhalefetin alanını daraltmakla kalmıyor, toplumu muhalefetten fersah fersah uzaklaştırıyor.

Sol’un liberalizm tarafından kirletilmesinin bedelleri ağır oluyor. Göçün durdurulamayacağı ve Manş denizinde savaş gemileriyle set oluşturmanın anlamsız olduğu açık. Savaşlar, çevre felaketleri ve ekonomik krizler bir anda durmayacağı için göçün durmasına imkân yok. Bu yüzden hukuk yeniden oyun hamuru kıvamına getiriliyor. Uluslarası hukuk ve insan hakları artık kimsenin ciddiye bile almadığı nostaljik olgular. İngiltere, Avrupa’yı 1789’un gerisine doğru çekmeye başlıyor. Temsili monarşinin, temsili köleleştirilenler dünyasına hoş geldiniz. Zaten İngiltere’de gördüğünüz her şey temsili, ne numara ama! Vatandaşlığın kategorilere ayrılması ve yurttaş olmanın zorlaştırılması hazırlıklıkları yapılıyor. Hali hazırda zaten zor diyenleri duyar gibiyim; zor ama imkânsız değil. Göç edenlerin gençliği sömürüldükten sonra ülkelerine geri dönmeleri gerekiyor. Bu yüzden yurttaşlık hakkı elde edenlerin geri dönmeyeceğini tahmin etmek zor değil. Türkiye işçi sınıfının geçmişteki Almanya tecrübesine odaklanacak olursak, Almanya’daki yöneticilerin göçmenlerin geri dönüşüne odaklandıklarını ve evdeki hesabın çarşıya uymadığını yaşayarak gördük.

Kategorik vatandaşlık, yani vatandaşlığı çeşitli seviyelere bölmek ya da yeni bir kast sistemi inşa etmek istiyorlar. Vatandaşlık aldıktan sonra göçmenlerin vatandaşlıklarının devam edeceği de garanti değil. Kriminal bir olaya karışan göçmenin vatandaşlığı iptal edilebilir ve sınır dışı edilebilir. İşte tam bu nokta hukuk felsefesinin tartışma alanı. Örneğin: Trafikte kırmızı ışıkta geçen bir göçmen vatandaşlıktan atılırsa ne olur? Ya da her olayda toplumun göçmen bir suçlu aradığını düşünecek olursak, iftira sonucunda yeterli soruşturma yapılmadan bir göçmen vatandaşlıktan atılırsa ne olur? Adalet yerini bulmuş olur mu? ‘Vatandaş olmanın ne önemi var, paraları kazanır birikim yapar ülkemize geri döneriz’ diyenleri de duyar gibiyim. Bu işler o kadar basit olmuyor. Ayrıca böyle bir kölelik düzeninde ve giderek yoğunlaşan kriz ortamında para biriktirmek bir yana acaba göç edilen ülkede insanca şartlarda yaşanabilecek mi? Yurttaş olmayanların, insanca yaşamlarının olması imkânsız. Bunu biraz daha anlaşılır şu şekilde anlatabilirim: Türkiye’de iş sahalarında ölen göçmen çocukların yaşadığı trajedileri okuyun. Yıllarca hastalanmayacak bir makine olduğunuza inanıyorsanız, buyurun hayalet köleler sınıfının saflarına bekliyoruz sizleri. 

Yurttaşlık bu kadar önemli mi?

Tarihin öyle bir döneminden geçiyoruz ki yurttaşlığın ne demek olduğunu unutmuş durumda insanlar. Evet, bir ülkede vatandaş olmak çok ama çok önemli. Sendikalı olmak, sağlık hizmetlerinden ve sosyal sigorta sisteminden faydalanmak bunların hepsi yurttaş olabilmeye bağlı. Yeni inşa edilecek vatandaşlık düzeni her açıdan tehlikeli. En büyük tehlike ise sendikaları bekliyor. İngiltere’deki grev dalgası sermaye sınıfının yeni yollar aramasını teşvik ediyor. Göçmenler bu alanda da kullanışlı bir silaha dönüştürülmeye çalışılıyor. Bu yüzden sendikaların ve işçi sınıfı siyaseti yaptığını iddia eden siyasi partilerin acilen göçmenlere yoğunlaşması gerekiyor. Bu sadece ada için değil Türkiye için de önemli bir başlık. Maalesef bu alanlar ırkçıların insafına ve istismarına bırakılıyor. Burjuvazi sendika ağalarını besleme dönemini geride bırakıyor. Şimdi, sendikaların ipini çekme zamanı! 

‘Üniversite mezunu kalifiye bir çalışanım, bu yüzden göç yasalarındaki değişimler beni ilgilendirmiyor.’ Tam olarak öyle değil. Sistem zaten varlığını bu karmaşık gibi görünen ayrımla sürdürüyor. Kafa ve kol emeği ayrımı. Yapılan araştırmalara göre, bir şirkette aynı işi yapan üniversite mezunu bir beyaz yaka ile o ülkede doğup büyüyen bir beyaz yaka aynı maaşı almıyor. Nasıl yani? Şöyle: İngiltere'de aynı diploma, aynı vasıfla bir Bangladeşli bir İngilizden %42 daha az ücret alıyor.3 Ortada neredeyse yarı yarıya bir sömürü farkı var. Burjuvazinin göçmen emeğini istemiyor(muş) gibi yapmasının ve ırkçı gruplara yol vermesinin hiçbir anlamı yok. Burjuvazi mültecilik başvurusu yapmış olan ve kendisine yasal yükümlülükler getirenlerden kurtulmak istiyor. Ve bu yüzden ırkçı sürüsünün buraya yoğunlaşmasını istiyor. Gelen insanların ülkelerini kim yıktı, ekonomilerini kim yerle bir etti? İşte bu soru, medyanın gösteri selinde yitip gidenlerin hiç umurunda değil. 

Popüler kitle çekim yasası

Peki, yaşamlarımız trajik bir biçimde değişirken ve 1789’un gerisine doğru yani bir kast sistemine doğru yuvarlanırken neden bu gerçekler bizi sınıf mücadelesine çekmiyor? Küresel propaganda düzeninin bunda payı büyük. Buna ‘popüler kitle çekim yasası’ diyorum. Kimse kaçamıyor onun gücünden ve tam sıyrıldığımızı düşünürken muhalif sandığımız kanallarda bile buna maruz kalabiliyoruz. Sıfatlarına-unvanlarına-metalarına tutsak edilmiş bir popüler kültür toplumu felaketiyle karşı karşıyayız. Meta fetişizmi tıpkı bir kara delik gibi bedenlerimizi içine çekiyor ve öğütüyor. Türkiye’den göç eden ahali olarak bulunduğumuz ülkede örgütlenmeli ve hızla sınıf mücadelesinde yer almalıyız. Yasaların bu şekilde düzenlenmesine izin verirsek çocuklarımıza korkunç bir dünya bırakacağız. Sağlıkta kastlaşma, eğitimde kastlaşma ve mezarda emeklilik. Zaten nitelikli eğitim ve sağlık hizmeti alamadığımız bir düzende gerçekten bir yurttaş mıyız? Bu soruyu her gün kendimize sormalıyız...

Geri Kabul Anlaşması kalıcı

Gelelim başlıktaki esas konuya. 6’lı masanın ağır topları İngiltere’de önemli temaslarda bulundu. İngiltere demek göçmen düşmanlığı demektir. Bunu İngiltere’yi yönetenler açısından söylüyorum. AB ve Türkiye arasında gerçekleştirilen geri kabul anlaşması sadece AB’yi korumuyor. Tüm batıyı kontrolsüz göçten koruyor Türkiye. Yani Avrupa’nın Meksika duvarı asla düşmemeli. Tam tersine güçlendirilmeli. Türkiye’nin bu yükü kaldırıp kaldırmayacağı ise şüpheli. İngiltere ve AB açısından muhalefete tereddütle yaklaşılmasının temelinde ‘göç’ başlığı birinci sıradaydı. Muhalefetten gelen mesajlar bu şüpheleri güçlendiriyor ve endişeleri artırıyordu. Son dönemde ise bu endişe ve sis perdesi ortadan kalkmış gibi görünüyor. Siyasi koridorlarda, Türkiye muhalefetinin iç siyasette elini güçlendirmek için ‘geri kabul anlaşmasını’ diline doladığını ve gerçekte olası bir iktidar değişiminde göç sözleşmelerinde bir değişiklik olmayacağı kanısı yerleşti. Zamanla muhalefetin bu alanda daha az söylem ürettiğine tanık olabiliriz. Burada okuyucu için önemli bir not eklemek isterim. Muhalefetin Suriyeli göçmenleri, Suriye ile anlaşarak geri gönderilmesi meselesinden bahsetmiyorum. Muhalefet bunu pek ala yapabilir ve bu Avrupa’nın umurunda olmaz. Burada odaklanılan nokta Türkiye’nin Avrupa’ya olması muhtemel büyük göçleri engellemesi. Yoksa Türkiye’nin de bu göçmenleri başka bir yere transfer etmesi şimdilik bir tartışma konusu değil. Küresel finans aktörleri saatlerini hızla iktidar değişimine hazırlıyor. Türkiye’ye göçmenler konusunda baskı yapan güçler ülkenin ekonomik olarak sıkıştığının farkında. Bu sıkışma bir patlama noktasına gelebilir. İşte tam bu noktada kapitalizmin irrasyonalitesi devreye giriyor. Uzak Asya ve Orta Doğu’dan gelecek olan göç akımından korunmaya çalışırken nüfusu 90 milyona yaklaşan Türkiye gerçeğiyle karşılaşıyorlar. Bu sefer Türkiye’den gelen göç akımını durdurmak için tüm vize işlemlerini fiili biçimde askıya aldılar.4 Tam bu noktada vize masrafları yüzünden mağdur olan vatandaşların haberlerini hatırlatmak isterim. Bu yüzden küresel sermayenin Türkiye’deki ekonomik fırtınayı acilen durdurması gerekiyor. Zaten savaşla birlikte kırılgan hale gelen Avrupa ekonomisi, çökmüş olan bir Türkiye ekonomisini kaldıramaz ve İrlandalı ekonomistlere göre Türkiye’deki hiper enflasyon Avrupa’da güçlü bir domino etkisi yapabilir. İşte kapitalist rasyonalitenin iflası. Burjuvazi kendi sınıfı için akılcı çözümler ararken esas çoğunluğa yani işçi sınıfına dehşetli bir irrasyonalizm dayatıyor. Buna bir tarafı yapmaya çalışırken, diğer tarafı yıkıyor diyebiliriz. Türkiye’nin bir halklar hapishanesine dönüşecek olması kimsenin umurunda değil ve olası iktidar değişimi bu acı gerçeği değiştirecekmiş gibi görünmüyor.