Kitap, 'ne oldu? nasıl oldu? niçin oldu?' sorularına yanıt aramaktadır ve bunu yaparken de olay ve olgulara hasta yakını gibi değil, hekim gibi yaklaşmaya çalışmaktır.

Türkiye İşçi Sınıfı Tarihi: Osmanlı’dan 2020’ye - 'Kahramanlar, hainler, korkaklar olmadan'

Unutulmamalıdır ki, gelecek dönemin muhtemel gelişmelerini anlayabilmek ancak ve ancak tarih bilgisi ve bilinciyle mümkündür.

Sevgili Yıldırım Koç Hocamın bu anlayışla kaleme aldığı Türkiye İşçi Sınıfı Tarihi, Türkiye işçi sınıfının ülkemizin toplumsal ve siyasal yaşamına önemli müdahalelerde bulunabilecek sayısal ve niteliksel güce eriştiği bir dönemde, Osmanlı’dan günümüze bu toplumsal sınıfın öyküsünü 590 sayfada anlatıyor1

Emek cephesinin her alanında yetkin ve özgün çalışmaların yaratıcısı Yıldırım Hoca’nın Türkiye işçi sınıfı tarihi yazma çabalarının  44 yıl önce başladığını 1976 yılında Canan Koç ile birlikte yazdıkları Türkiye İşçi Sınıfı ve Mücadeleleri Tarihi (332 s.) kitabı, yazarları belirtilmeden, Tüm İktisatçılar Birliği (TİB) tarafından yayımlandığını kitabın sunuş kısmından hatırlıyoruz.2

25 yıla yakın bir süredir ODTÜ İktisat Bölümü’nde kısmi zamanlı öğretim görevlisi olarak çalışma hayatı ile ilgili dersler veren Yıldırım Koç, bu konularda çok sayıda öncü kitabın da yazarıdır3.

Değerlendirdiğimiz kitabın amacı şöyle açıklanmaktadır: “Amaç, Türkiye işçi sınıfı tarihi konusunda bütünlüklü bir tablo sunmaktır. Türkiye’de politikalarını işçi sınıfının tarihsel misyonu üzerine inşa etmiş birçok örgüt bile bu konuda yeterli çalışma yapmamaktadır. Bu alanda sübjektivizm (öznelcilik, enfüsiyye) yaygındır. Dileğim, kitabın, bu konunun ciddiyetini ve kapsamını anlatması ve alanında daha ayrıntılı çalışma yapmak isteyenlere bütünlükçü bir “başlangıç kitabı” olarak hizmet etmesidir”.

Yıldırım Koç hoca diyor ki; “temel varsayımım, insanlarımızın kısa vadeli çıkarlarını çok iyi bilen ve asgari bedel ödeyerek birşeyler elde etmede çok yetenekli, becerikli ve deneyimli oldukları oldu. İşçi sınıfı tarihini, “cahillerin bilinçlenme süreci” olarak incelemedim. Kısa vadeli çıkarlarını çok iyi bilen “homo economicus”ların belirli dönemlerde niçin öyle davrandıklarını anlamaya çalıştım. Kitap,  bu nedenle, 2010 ve daha önceki yıllardaki kitaplarımdan farklıdır. İşçi sınıfı tarihi çalıştıkça, anlamaya çalışmanın, yargılamaktan ve suçlamaktan daha doğru olduğunu düşünüyorum”. 

Yazarın satırlarından konuyu takip etmeyi sürdürelim:  “Türkiye’de sıradan insanların ve özellikle işçi sınıfının tam bir “zeki ve kurnaz homo economicus” olduğu, kısa vadeli çıkarlarını çok iyi bildiği, yüzyılların köylülüğünün deneyimleriyle son derece tedbirli hareket ettiği ve başarı şansını yüksek görmedikçe veya mecbur kalmadıkça risk almadığı, mevcut haklarının korunmasında dönem dönem geri adım atmayı ve uygun zamanı beklemeyi başarabildiği ve hak almada en az bedelli, en kolay yolu bulmada çok becerikli olduğudur. Bu konularda karar verirken, bilgiye erişim olanakları ve deneyim birikimlerinin düzeyine göre hareket eder.  Kesinlikle saf, cahil veya korkak değildir; davranışları, bulunduğu koşullar dikkate alındığında, kısa vadeli çıkarları açısından son derece rasyonaldir. Feleğin çemberinden geçmiştir. Görmüş geçirmiştir. “Çarıklı erkanıharp” ifadesi boşuna doğmamıştır. Kemal Sunal’ın filmlerinin hâlâ çok geniş bir izleyici bulması, o “saf” görünümün altında yatan cevheri yansıtmasındandır. Başarı şansı ile ibret-i alem için ezilme olasılığı arasında doğru seçimi yapma konusunda olağanüstü gerçekçidir; başarı şansını sezmedikçe veya gerçekten başka çaresi kalmadıkça, risk almaz. Birçok kişinin sübjektivizm bataklığında boğulduğu koşullarda, somut şartların somut tahlilini yapar. “Allah’tan başka görmediği birşeye inanmaz.” İşlerini halletmede “adamını bulma” konusunda son derece beceriklidir

Yıldırım Hoca; Türkiye işçi sınıfını incelerken, küçük işletmelerin yaygınlığı da dikkate alınmalıdır tespitinden hareketle işverenin de işletmede diğer işçilerle birlikte çalıştığı ve sermaye birikiminin yapılamadığı küçük işletmelerde çalışan işçilerde sınıf bilinci kolay kolay gelişmeyeceğini vurgulamaktadır4.

İşçi sınıfı tarihine ilişkin çalışmalarda çok yaygın bir hata olarak “işçilerin durumlarının sürekli olarak kötüleştiği ve yoğun baskılar altında yaşadığı iddiası”nın altını çizen Yıldırım Koç, yoksulluk ve yoksullaşma ayrımının da genellikle kavranmadığını; tepki verme eğiliminde olanın, yoksul işçi değil, yoksullaşan işçi olduğu tespitinde bulunmaktadır.

Sayın Koç’a göre; kapitalizmde işçilerin hayat şartlarının sürekli olarak kötüleştiği iddiası, dayanaksızdır. Kapitalizm sömürüye dayanan bir sistemdir, ancak bu durum işçilerin yaşam standartlarının kapitalizm ve hatta emperyalizme rağmen yükselemeyeceği anlamına gelmez. İşçilerin kapitalizme ve emperyalizme karşı tavırlarını belirleyen en önemli etmen de yaşam standartlarındaki değişikliklerdir. İşçilerin günümüzdeki yaşam standartları ile, örneğin, 40 yıl önceki yaşam standartları çok farklıdır. Sıradan bir işçi sömürülmeye değil, ücretinin düşmesine ve çalışma koşullarının kötüleşmesine tepki gösterir. İşçi sınıfı sıradan işçilerden oluşur. İşçilerin kitlesel biçimde tepki göstermesinin iki önkoşulu vardır: Mutlak yoksullaşma ve zayıf iktidar algısı. Mutlak yoksullaşma döneminde güçlü ve baskıcı bir yönetim varsa, toplumsal patlama değil, toplumsal çürüme olur. Başını kaldırmaya gücü yetmeyen, küfüre ve bedduaya sarılır. Ayrıca hırsızlık, soygun, rüşvet, fuhuş, şans oyunları gibi hastalıklar yaygınlaşır. 

1699 Karlofça Anlaşması ile başlayan uzun çevrimli bir tarihsel arka plan isabetli bir biçimde kitabın ilk hareket noktasını oluşturmaktadır. Bu hareket noktası ile yola çıkan Yıldırım Hoca 2020’yılına kadar olan süreci; sunuşu takiben onbir ana bölümde incelemektedir:

Bölüm 1 : 1908’E KADARKİ DÖNEM: OSMANLI’NIN ZAYIF MİRASI
Bölüm 2 : 1908-1918 DÖNEMİ: İLK ÖRGÜTLENMELER ve EYLEMLER
Bölüm 3 : 1919-1925 DÖNEMİ: STRATEJİK HATA
Bölüm 4 : 1925-1945 DÖNEMİ: İŞÇİ ARİSTOKRASİSİNİN MUTLU YILLARI
Bölüm 5 : 1946-1961 DÖNEMİ: SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDE İLK ADIMLAR
Bölüm 6 : 1961-1975 DÖNEMİ: KAPİTALİZMİN ALTIN ÇAĞINDA SENDİKACILIK
Bölüm 7 : 1975-1980 DÖNEMİ: SİYASAL SENDİKACILIK
Bölüm 8 : 1980-1983 DÖNEMİ: ASKERLER YÖNETİMDE (Mİ?)
Bölüm 9 : 1983-1991 DÖNEMİ: SERMAYEYE KARŞI SINIF MÜCADELESİ
Bölüm 10 : 1991-2002 DÖNEMİ: SOVYETLER BİRLİĞİ SONRASININ YENİ KOŞULLARI ve TÜRKİYE İŞÇİ SINIFI
Bölüm 11 : 2002-2019 DÖNEMİ: AKP İKTİDARINDA İŞÇİ SINIFI

Her bir alt dönem, kendi tarihsel sürecine ilişkin kimi spesifik alt başlıkları ile birlikte esas olarak; Sunuş / Giriş / İşçi Sınıfının Durumu / Çalışma Mevzuatı /  Örgütlenme ve Mücadeleler / Mücadele ve Eylemler / Ücretler ve Çalışma Koşullar  ve Sonuç bölümlerinden oluşan titizlikle kaleme alınmış ve bütünlüklü bir yapı arzetmektedir.

Kitapta önemli bir yer tutan mülksüzleşme konusu, başka tarih çalışmalarında pek ele alınmamıştır. Halbuki işçi, mülksüzleşmiş (üretim araçları mülkiyetinden kopmuş) bir kişi olarak, geçimini işgücü satışıyla, diğer bir deyişle, başkasına ait bir işyerinde ücret veya aylık karşılığında çalışarak sağlayan insandır. İşçilik bilinci ve davranışı ancak mülksüzleşmiş kişilerde gelişebilir. 

Genel bir “başlangıç kitabı”nda en önemli sorun, tarihsel süreçler açısından önemli ve belirleyici olanla olmayan arasında doğru seçim yapabilmek, önemsiz konularda ayrıntıya boğulmadan olaylar ve gelişmeler arasındaki bağlantıları kavrayabilmek ve anlatabilmektir.

İşçi sınıfı hareketi içinde yer almayan birisi birçok ayrıntıyı kaçırabilir. Eğer kaçırdığı “ayrıntı”lar temel önemde etmenler değilse, sorun yoktur. Ayrıntıları yaşamış birinin sorunu ise, önemsiz bazı ayrıntılara, o sürece kendisi de dahil olduğu için, gerektiğinden fazla önem vermektir.

İşçi sınıfı tarihlerindeki çok önemli eksikliklerden biri, 1964 öncesinde işçiler veya örgütlerince çıkarılan toplulukla iş ihtilafları sonucunda verilen kararların, umumi mukavelelerin, personel yönetmeliklerinin ve 1964’ten itibaren toplu iş sözleşmelerinin gözardı edilmesidir. Halbuki örgütlü işçilerin davranışlarını anlayabilmede ücretler ve yan ödemeler, çalışma süreleri, iş güvencesi, işyerindeki çalışma düzeni ve işçi sağlığı konularında toplu iş sözleşmelerinde ve benzeri diğer metinlerdeki düzenlemelerin de incelenmesi son derece önemlidir. Türkiye’de 1964’ten itibaren giderek yaygın bir biçimde uygulanan toplu iş sözleşmelerine erişmenin zorluğu bu eksikliğin nedenlerinden biridir. Bu kitapta gerek personel yönetmelikleri, gerek toplu iş sözleşmeleri konularındaki bu eksiklik de bir ölçüde giderilmeye çalışılmıştır. 

Yıldırım Koç’a göre, Türkiye’deki üniversitelerin çalışma ekonomisi bölümlerinde ve üniversite kütüphanelerinde, sendika ve üst örgütlerinin arşiv ve kütüphanelerinde Türkiye işçi sınıfı tarihi konusunda ciddiye alınabilecek birinci el kaynak birikimi yoktur. Bu konuda yayımlanmış ikinci el yayınların çoğu bile bulunmaz. Milli Kütüphane’de de bu konuda önemli eksiklikler söz konusudur. Birçok sendika ve üst örgüt, kendi yayınlarını bile saklamamıştır. DİSK ve bağlı sendikaların arşivleri sıkıyönetim komutanlıklarınca tahrip edilmiştir; 1992 yılında iade edilenler, elkonulanların yalnızca bir bölümüdür. Sadık Şide, 1980’li yılların başlarında, Türk-İş genel sekreteri iken “gereksiz” gördüğü Türk-İş belgelerini kâğıt hamuru yaptırmış, bir tarih hazinesini yok etmiştir. KESK’in arşivi genel merkezin İstanbul’dan Ankara’ya taşınması sırasında “kaybolmuş”tur.

Çok değerli belgelere sahip olan TÜSTAV’ın arşivi ise, DİSK ve bağlı sendikalar dışındaki sendikal örgütler açısından yeterli değildir.

Bu eksiklik birçok araştırmacı için doğal bir “kolaylık” sağlamakta, mevcut ve erişilebilir kaynaklarla sınırlı çalışmalar yapılmaktadır. Yıldırım Koç’un Canan Koç’la birlikte hazırladığı ve 2008 yılında yayımlanan Türkiye Çalışma Yaşamı Kaynakçası (Sosyal Tarih Yayınları, TÜSTAV, İstanbul, 2008, 476 s.) bu tarihe kadar alandaki geniş (ve genellikle kullanılmayan) kaynakları derlemiştir.5

Türkiye İşçi Sınıfı Tarihi bir övgü veya yergi kitabı değildir. Kitap, “ne oldu? nasıl oldu? niçin oldu?” sorularına yanıt aramaktadır ve bunu yaparken de olay ve olgulara hasta yakını gibi değil, hekim gibi yaklaşmaya çalışmaktır. Ne yazık ki, yayımlanmış işçi sınıfı tarihlerinde bu sorulara verilen yanıtlar çok yetersizdir. Yaygın tavır, anlamaya çalışmak yerine yargılamaya kalkmaktır. Hem daha genele, hem daha da özele giden, birinci el kaynakları çok daha fazla kullanan birçok yeni araştırmanın yapılması, geleceğimizin inşasında büyük bir potansiyele sahip olan Türkiye işçi sınıfının yapısının ve dinamiklerinin kavranmasına önemli katkılarda bulunacaktır.

Bu kitabın konusu, yalnızca sendikalarda örgütlü işçilerin tarihi değil, bir bütün olarak işçi sınıfının tarihidir. Amaç, kısa vadeli ekonomik çıkarlarını bilen ve genellikle buna uygun olarak hareket ettiğini düşündüğümüz işçi sınıfının en geniş kesimlerinin nasıl davrandığını belirlemek ve niçin böyle davrandığını anlamaya ve açıklamaya çalışmaktır.

“İşçi sınıfı her şeyi yapmaya hazırdı, ama sarı sendikacılar onları engelledi” türü yaklaşımlarla tarihi süreçler kavranılamaz.

Tarih, kişilerin ihanetleriyle açıklanamaz. İnsanlık tarihi nasıl kahramanların tarihi değilse, aynı zamanda hainler ve korkakların tarihi de değildir. Sendika veya bir başka işçi örgütünün önder kadrolarının ihaneti önemlidir; ancak daha önemli olan, örgüt tabanının bu ihaneti niçin ve nasıl kabullendiğidir. F.Engels, Almanya’da Devrim ve Karşıdevrim kitabında şunları yazmaktadır:

Karşıdevrimci başarıların nedenlerini incelediğinizde, size her yerde, şu ya da bu kişinin halka ‘ihanet ettiği’ biçiminde hazır cevaplar veriliyor. Şartlara göre, bu cevap çok doğru veya yanlış olabilir; ancak bu cevap, hiçbir koşulda hiçbir şey açıklamamakta ve hatta ‘halkın’ kendisine bu şekilde ihanet edilmesini nasıl olup da kabullendiğini hiç göstermemektedir.” 6

Türkiye işçi sınıfı eğer küçümsenmeyecek nicel ve nitel birikimine karşın bağımsız bir güç olarak toplumsal ve siyasal gelişmelere ağırlığını koymuyorsa veya koyamıyorsa, ihanet eden kişilerin dile getirilmesi ve suçlanması yerine, bunun nesnel nedenlerinin incelenmesi, araştırılması ve değerlendirilmesi gerekir. Kitap, Türkiye işçi sınıfına bir övgü metni değildir; işçi sınıfının yapısını ve davranışlarını anlayabilme doğrultusunda bir çabadır.

İşçi sınıfının gelişimi tarihi bir ölçüde ülkede kapitalizmin gelişimi tarihidir. Ancak bu kitapta Türkiye’de kapitalizmin gelişimini anlama ve anlatma çabasında bulunulmadı. 

Osmanlı, kapitalist üretim ilişkisinin ülkede yaygınlaşması öncesinde emperyalist sistemin etkisi altına girdi. Ülkede üretim araçları mülkiyeti ağırlıklı olarak sermayedarların elinde yoğunlaşmadan ve üreticiler mülksüzleşip yaşamını işgücü satışıyla sürdüren ücretlilere (işçilere) dönüşmeden, kapitalizmin ana özelliklerinden olan meta ekonomisi yaygınlaştı. Emperyalist sömürü doğrudan kapitalist sömürü (işçilerin ürettiği artık-değere el koyma) biçiminde değil de, ülke kaynaklarının çeşitli yollarla yağmalanması, borçlandırma ve küçük üreticiliğin piyasa ilişkileri aracılığıyla sömürülmesi biçiminde gerçekleştirildi. Bu nedenle, ülke dünya kapitalist-emperyalist sistemine sokulmakla birlikte, kapitalizmin gelişmesi, işçi sınıfının nicel ve nitel olarak gelişmesi gecikti. 

Türkiye’de üretim sürecinde kapitalizmin gelişmesi ağırlıklı olarak Cumhuriyet döneminde başladı. Ancak İkinci Dünya Savaşı’na kadarki dönemde elinde büyük miktarlarda sermaye bulunduranların önemli bölümü Ermeni, Rum ve Yahudi etnisitelerine dahildi. Bu sermayedarlar gelir elde etmede yabancı şirketlerin Türkiye’de acentaları veya pazarlamacıları olmayı tercih ediyorlardı. Türk sermayedarlarının önemlilerinin tercihi de bu doğrultudaydı. 

Bu koşullarda Türkiye’de kapitalizmin üretim alanında gelişmesinde ve işçi sınıfının nicel olarak güçlendirilmesinde devletin uyguladığı politikalar belirleyici oldu. Devlet bu dönemde bir taraftan üretim alanında kapitalist ilişkileri geliştirirken, diğer taraftan sınıf mücadelesinin gelişmesini ve Sovyetler Birliği ile kurulmuş olan yakın ekonomik ilişkiler sürecinde komünistlerin işçi sınıfı içinde etkili olmasını zayıflatacak önlemler aldı. 

Özel sektördeki sermayedarların doğrudan üretime ve işçilerin ürettiği artık-değere el koyması ağırlıklı olarak İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde yaygınlaştı. Ancak bu dönemde dünyada yaşanan ve Türkiye’ye etkili bir biçimde yansıtılan Soğuk Savaş, özellikle kırsal kesimdeki küçük üreticiliğin korunması ve hatta güçlendirilmesi politikalarını gündeme getirdi. Kapitalizm üretim alanında geliştikçe, ekonomik koşulları ve yaşam standardı sürekli olarak gelişen bir işçi sınıfını da yarattı. 

1970’lerin ikinci yarısından itibaren yeni uluslararası işbölümü gündeme geldi ve Türkiye’yi de etkiledi. Dünyanın atelyeleri veya üretim merkezleri artık gelişmiş kapitalist ülkeler değil, Çin Halk Cumhuriyeti ve gelişmekte olan ülkelerdi. Türkiye de 24 Ocak 1980’den itibaren ithal ikameci sanayileşme politikalarını terk ederek ve ihracata dönük sanayileşme politikalarına geçerek bu sürece dahil oldu. Böylece kapitalizmin üretim alanında gelişmesinde yeni bir aşamaya geçildi. Giderek daha fazla sayıda kent ve kır küçük üreticisinin tasfiyesi ve işçileşmesi gerçekleşti ve gerçekleşiyor. Hatırlanmalıdır, günümüzde Türkiye’de gelir getirici bir işte çalışanların yüzde 70’inden fazlası çeşitli statülerde çalıştırılan ücretlilerdir.

Bugün Türkiye, halkımız ve işçi sınıfımız büyük sıkıntılarla karşı karşıyadır. Yıllardır yaşanan ekonomik kriz, 2020 yılının ilk aylarından itibaren Covid-19 virüsünün etkisiyle daha da derinleşti. Ancak bu sıkıntılar, aynı zamanda bu sıkıntıların aşılabilmesinin nesnel koşullarını da oluşturmaktadır. Her kriz aynı zamanda bir fırsattır. Bu kitabın en önemli amacı, işçi sınıfının nicel ve nitel olarak hızla geliştiği bir dönemde bu sıkıntıların artmasına yol açan nedenlerin, etmenlerin, dinamiklerin ve bunların işçi sınıfının davranışları üzerindeki olası etkilerinin anlaşılmaya çalışılmasıdır. Olanlar daima olması gerektiği gibi oldu, oluyor ve olacak.

Türkiye’de sosyalistlerin en önemli sorunlarından biri, işçi sınıfının yeterince gelişmediği ve henüz kapitalizmin ve emperyalizmin baskı ve sömürüsünü yaşantılarında somut biçimde hissetmediği koşullarda devrim yapmaya çalışmalarıydı. İşçi sınıfının tarihsel misyonunu veri kabul eden örgüt ve kişiler, işçilerden bekledikleri davranışları göremeyince, onları anlamaya çalışmak yerine gerilikle yargıladılar. İşçi sınıfının potansiyelini abartma temelli çalışmalar da hayal kırıklıklarının şiddetini daha da artırdı. 

Evet yazıyı bitirirken, Türkiye İşçi Sınıfı Tarihi: Osmanlı’dan 2020’ye kitabını, “emek çalışıyorum” diyen tüm araştırmacılara şiddetle tavsiye ediyorum. Bana göre bu eser, çölleşmiş, yön duygusunu çoktan kaybetmiş sosyal bilimler alanındaki ciddi bir boşluğu büyük bir ustalıkla doldurmaktadır7.

  • 1. Kendisi 590 sayfa için “çok özet bir biçimde” demektedir.
  • 2. Metnin tamamı için bkz. Koç, Y. – Koç, C., Türkiye İşçi Sınıfı ve Mücadeleleri Tarihi, TİB Yay., Ankara, 1976, http://www.yildirimkoc.com.tr/usrfile/1324171691b.pdf
  • 3. Fethi Naci’nin yönettiği Gerçek Yayınevi, talebi ile yazdığı 100 Soruda Türkiye’de İşçi Sınıfı ve Sendikacılık Hareketi (203 s.) 1998 yılında yayımlandı. Bu kitabın genişletilmiş ve yeniden düzenlenmiş biçimi Kaynak Yayınları tarafından 2003 yılında basıldı: Türkiye İşçi Sınıfı ve Sendikacılık Hareketi Tarihi (416 s.). Epos Yayınları 2010 yılında Türkiye İşçi Sınıfı Tarihi, Osmanlı’dan 2010’a kitabı (495 s.) yayımladı. 2015 yılında Tekgıda-İş Sendikası için farklı bir biçimde Türkiye İşçi Sınıfı Tarihi, Osmanlı’dan Günümüze (407 s.) kitabı.
  • 4. Marx’ın “Kleinmeister” dediği ve ancak basit yeniden üretimin yapılabildiği işyerleri, bizdeki esnaf-sanatkarın büyük çoğunluğu.
  • 5. Kaynakça için bkz. http://www.yildirimkoc.com.tr/usrfile/1324174914b.pdf
  • 6. Engels, F., “Revolution and Counter-Revolution in Germany,” Marx-Engels, Selected Works, Cilt 1, s.301. Moskova, 1973.
  • 7. Unutmadan zengin bir kütüphane içeriğine sahip Yıldırım Koç’un web sayfasını da meraklılar için not etmiş olayım: http://www.yildirimkoc.com.tr