'Bana sorarsanız, açıklık iyidir ve restorasyon kardeşliğinin kurulup siyaset sahnesinin biraz daha berraklaşmasında hayır vardır.'

'Türkiye açılımı'

Başlık Selahattin Demirtaş’tan. Diğer muhalefetten Kürt açılımı bekliyorsak biz de HDP olarak Türkiye açılımı yapmak zorundayız, dedi geçenlerde…

Doğrudur, ama bu ne demektir ve ne kadar mümkündür?

Düzen partilerinin pek sevdiği bir “rakip sıkıştırma” sorusu var: Söyle bakalım, PKK terörist mi? Türkiye’de bazen günde iki üç farklı demokratik protestoya şiddet uygulayan bir resmi teşkilat var. Büyük kitle kıyımlarının her defasında hükümetlere rağmen değil onların katkısı veya kolaylaştırıcılığıyla gerçekleştirildiği sabit. Eskiden örtülü devlet operasyonlarının, hadi diyelim “derin devletin” konusu olan uyuşturucu, artık düpedüz bir ekonomik sektör haline gelmiş. Medya patronluğuna giden yol da, marina işletmeciliği de kanla döşeniyor. Uzatmayalım dahası var! Hal böyleyken bu soru saçma değil midir?

Saçmadır, ama Kürt hareketinin Türkiye açılımı dendiğinde ilk akla gelen çoğunlukla “PKK teröristtir” diye kart bastırmak olacaktır. Hafife almayın, vasat bir akıldan beslenen bu basınç zaman zaman son derece etkili olabilmektedir. Bugün de en azından çevresindeki kuşatmadan kurtulmak isteyen bir Kürt siyasetçisinin PKK ile mesafeyi açması beklenecektir.

Başka yönlerine girmeyeceğim; PKK ekolünün, bence de bir “Türkiyeli olma” sorunu var. Öcalan’ın hapishane yıllarında geliştirdiği tarih ve siyaset teziyle bu akım Türkiye’den hayli uzaklaştı. Daha önceleri yoksul köylü ve solcu kökleri, fulü de olsa seçilebiliyordu… O tezin boy attığı sıralar, ulus-devletin bittiğini savunan ve sınırların da önemsizleşmesi için gayret sarf eden, uluslararası kapitalizmin coğrafyanın kılcal damarlarına kadar girmesini ilerleme sayan, toplumların ulus-altı ve sınıf-altı kimliklere bölünmesi yoluyla ulus-aşırı bir küreselliğe erişileceği yolunda ütopyalar uyduran bir ideoloji dünyaya yayılıyordu. Bu gidişata direnmek yerine ona eklemlenen hareketler ayaklarını somut bir ülkeye basma yeteneklerini yitirmişlerdir.

Küreselleşme yalan çıktı ve birileri boşa düştü. Çareyi derde deva olmayan abartılı bir milliyetçilikte ve pragmatik denge politikalarında aradılar, arıyorlar… Yanlış anlamayın, sadece Kürt ulusal hareketinden söz etmiyorum. Başka bir örnek vermek gerekirse, eski Milli Görüş hareketi de küreselleşmeci-liberal AKP eliyle Türkiye’ye tamamen yabancılaştı. Sermayenin tipik davranışı kârı maksimize etmektir. Bu davranış çoktandır akıldışı bir yağmacılığa dönüştü. Ormanların maden şirketlerine kestirilmesi bir şeydir; yangın çıkar bahanesiyle bütün ülkede yol kenarlarındaki ağaçları kesme kararı bunun ötesinde bir şeydir. İşte bu yabancılaşmayı örtmenin biricik yolu milliyetçiliği, şovenizmi, dinciliği, cehaleti körüklemek oluyor!

Ama biz, konumuza, Kürt ulusal hareketinin olası Türkiye açılımına dönelim… Toplumsal tabanı itibariyle Türkiye Kürtlerinin partisi sayılan HDP, kendisini, Ortadoğu’nun başka iki ülkesinde büyük güçler arası dengelerden beslenerek orta ölçekli egemenlik alanlarına sahip hale gelmiş bulunan PKK’nin “Türkiyesizliğinden” ayrıştırabilir mi?

Bakın, hükümet emekçi ücretlerine derde deva olmayacak bir artış getiriyor. Sermaye anında bu geliri yutmak için etiketleri değiştiriyor! Böyle bir ülkede, sadece iki toplumsal taraf vardır: Sermayeden mi yanasın, emekten mi? Bu sorunun üstünden atlanarak Türkiye açılımı yapılamaz. Bugün biri diğerini boğmakta olan, diğeri ise görülmemiş düzeyde öfke biriktiren iki kesime birden seslenerek politika geliştirilemez. Kürt emekçilerinin 1980’lerden itibaren kitlesel olarak çekimine kapıldıkları “ulusal kurtuluşçu” yol, 2015’ten sonra daraldı ve bir sınıfsal kurtuluş kulvarına kayış mümkün hale geldi. HDP’nin yüzünü işte bu Türkiye’ye dönmesi, kimden yana olduğunu ilan etmesi, sınıfsal ve ideolojik özellikleri nedeniyle son derece güçleşmiştir. “Hangi sınıf” sorusu ertelenemez; ama HDP bloğundaki sosyalist kesimler bile emekten yana bir yanıt çıkabileceğine inanmıyorlar!

Peki, bu durumda “Türkiye açılımı” ne yönde gelişebilir?

Bugün CHP ile HDP arasında bir paralellik var. “Erdoğan rejimine” sağdan ve soldan gelen itirazların ayrı ayrı toparlanması, bu iki parti arasında bir tür alan paylaşımına denk düşüyor. İki kanal da piyasacı-şeriatçı sermaye diktasıyla hesaplaşmayı değil düzeni restore etmeyi amaçlasa da, “söyle bakalım…” sorguculuğu ve Türkiyesizleşmenin köpürttüğü örtü olarak şovenizm iki yakanın bir araya gelmesini engelliyor.

Bana sorarsanız, açıklık iyidir ve restorasyon kardeşliğinin kurulup siyaset sahnesinin biraz daha berraklaşmasında hayır vardır. Bizim derdimizse hangi anadili konuşursa konuşsun emekçilerin devrimci birliğini kurmaktır.