Kılıçdaroğlu Diyarbakır’a yaptığı seyahatte Ecevit’e atıf yapınca, 1978 yılındaki Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı Dr. Bilsay Kuruç’un Başbakan Ecevit'e takdim ettiği özel bir notu hatırladım.

Takvimler 8 Haziran 1978’i gösterirken Bilsay Kuruç, Başbakan Ecevit’e takdim ettiği özel notta neleri vurguluyordu?

Geçtiğimiz hafta CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Diyarbakır’a yaptığı seyahatte önceki dönem Başbakan ve genel başkanlardan Bülent Ecevit’e atıf yapınca, 1978 yılındaki Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı Dr. Bilsay Kuruç’un Başbakan Ecevit’e takdim ettiği özel bir notu hatırladım. 

CHP Genel Başkanı, 10 Mart 2022 Perşembe günkü Diyarbakır gezisindeRahmetli Ecevit ne diyordu, ‘Ne ezen ne ezilen. İnsanca hakça bir düzen’ Aynısını yapacağız. Ne ezen olacak ne ezilen olacak. İnsanca, hakça bir düzeni beraber yapacağız. Beraber hayata geçireceğiz” dedi. Biz de not ettik.

TBMM’nde temsilcisi bulunan başta CHP, İyi Parti ve HDP, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya dönük iktisat politikaları konusunda bugüne kadar meseleyi ya yuvarlak laflarla geçiştirdiler ya da konunun etrafından dolandılar. 
Son 10 yıldır bölge ve ülke gerçeklerinden hareket eden ve o bölgelerin iktisadi açıdan “makûs talihlerini” değiştirecek ciddi, içsel tutarlılığı olan haritalandırılmış bir program açıkladıklarını ben duymadım, bilmiyorum. Ayrıca bu coğrafyayı 26 bölgeye ayıran, tümü ile kaynak israfına dayalı, komşu illeri bile birbiriyle yarışır hale getiren Kalkınma Ajansları ve uygulamaları konusunda da ciddiye alınır bir eleştirilerini de görmedim. 

Başbakan Bülent Ecevit

Efendim, Yıl 1978. Başbakan Bülent Ecevit.

Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Müsteşarı Dr. Bilsay Kuruç’tur.

DPT Müsteşarı Bilsay Kuruç ve Kurmayları (Eylül, 1978)

Yer:  Devlet İstatistik Enstitüsü  Konferans Salonu,  4. Beş Yıllık Kalkınma Plan Taslağı’nın toplum ve ekonomi kuruluş temsilcilerine sunulduğu dört günlük toplantılardan birisi.

Soldan sağa: Engin Doğu, (DPT Hukuk Şube Md); Yavuz Ege, (İPD: İktisadi Planlama Dairesi’nden);  Oktar Türel, (İPD Başkanı); Bilsay Kuruç, (DPT Müsteşarı); Timur Erkman,(SPD: Sosyal Planlama Daire Başkanı); Mete Törüner, (SPD Şube Md); Doğan Olcay, (KD: Koordinasyon Dairesi Yayın ve Temsil Şube Md).

Müsteşar, Dr. Bilsay Kuruç, DPT Uzmanlarıyla 4-6 Haziran 1978 tarihlerinde Gaziantep, Urfa, Mardin ve Diyarbakır’a bir tetkik seyahatinde bulunur.

Seyahat sonrasında gözlem ve düşüncelerini, 8 Haziran 1978’de Başbakan Ecevit’e “özel bir not” ile takdim eder.1

Özel nottaki tespit ve öneriler, o gün için hayata geçse idi, bugününün Türkiye’sinin bambaşka bir ülke olacağından zerre kadar kuşkum yoktur. 

Hatta şunu da not etmeliyim: Bilsay Kuruç’un konu ile ilgili olarak 1978’de yazdıkları 21. Yüzyıl Türkiye’sinde de geçerlidir. Hele ikinci madde de yer alan “Güneydoğu Anadolu’nun sorunları, bölgedeki her il için ayrı ayrı değil, tümü için ortak ve birbiriyle bağlantılı niteliktedir. Onun için, bölgenin sorunları her ile ayrı ayrı yönelen “perakende” tutum yerine, bölgenin tümüne yönelen büyük çaplı bir yaklaşıma sahip olmakla çözülebilir. Bölgeyi tümden kapsamayan ve büyük çaplı olmayan yaklaşımlarla sürdürülecek politikalar ise, bölgenin doğal gelişmesine bırakılmasıyla sonuçlanacaktır. Böyle yapılırsa, bölge ve sorunları denetlenemez, bunlara çözüm getirilemez. Daha da ciddi bir sonuç olarak, sorunların büyümesi önlenemez” tespiti kritik önemdedir.

Milliyet Gazetesi, 8 Haziran 1978. Sayfa.1

Şimdi gelin 16 maddelik bahse konu nota hep birlikte göz atalım ve üzerinde düşünelim.

***

BAŞBAKAN ECEVİT’E 8 HAZİRAN 1978’DE SUNULAN ÖZEL NOT2

Sayın Başbakanım,

4, 5, 6 Haziran günleri, DPT uzmanlarıyla birlikte, Gaziantep’ten başlayarak Urfa, Mardin ve Diyarbakır illerine yaptığımız gezideki izlenimlerimi özetle arzediyorum.

  1. Güneydoğu Anadolu’nun geri kalmışlığı ve sorunlarını tekrarlamak istemiyorum. Ancak, bu sorunlar birbirleriyle bağlantılı bir biçimde gitgide büyüyen ve artık ertelenemeyecek bir duruma gelmiş görünüyor.
  2. Güneydoğu Anadolu’nun sorunları, bölgedeki her il için ayrı ayrı değil, tümü için ortak ve birbiriyle bağlantılı niteliktedir. Onun için, bölgenin sorunları her ile ayrı ayrı yönelen “perakende” tutum yerine, bölgenin tümüne yönelen büyük çaplı bir yaklaşıma sahip olmakla çözülebilir. Bölgeyi tümden kapsamayan ve büyük çaplı olmayan yaklaşımlarla sürdürülecek politikalar ise, bölgenin doğal gelişmesine bırakılmasıyla sonuçlanacaktır. Böyle yapılırsa, bölge ve sorunları denetlenemez, bunlara çözüm getirilemez. Daha da ciddi bir sonuç olarak, sorunların büyümesi önlenemez.
  3. Bugün bölgenin doğal gelişmesi sürmektedir. Bu gelişmeyi belirleyen temel etken, “Feodal” diyebileceğimiz ve bölgenin (Gaziantep dışında) tümüne yaygın büyük toprak mülkiyetidir.
  4. Bölgenin doğal gelişmesinde yeni bir etken ise bu mülkiyetin sağladığı zemin üzerinde, son yıllarda hızlanmaya başladığı gözle görülen kapitalistleşmedir. Bölgede tarımda üretim biçiminde önemli bir değişiklik olmamıştır. Ancak, son yıllarda büyük topraklarda makinalaşmanın ve girdi kullanımının artmasıyla verim de artmıştır. Buna paralel olarak, “Çok ortaklı sanayi kuruluşları” biçiminde bir kapitalist gelişme bölgenin her yanında hız kazanmaktadır.
  5. Urfa ilindeki toprak reformu uygulaması, reform düşüncesi ve bu amaçla çalışanlar için tam bir yenilgidir. Buna karşılık, reform uygulaması içinde düşünülen tüm tedbirler ve olanaklar, yöredeki büyük toprak sahiplerine kendi statülerini pekiştirme ve üretimlerini artırma yolunu açmıştır. Bu, büyük toprak mülkiyetini güçlendirme bakımından bir dönüm noktası oluşturmuştur.
  6. Büyük toprak sahipleri, toprak reformu projesi içinde yer alan imar faaliyetinden ve başta sulama olmak üzere önemli girdi olanaklarından yararlanmayı iyi bilmişler, böylece reformun olanakları sayesinde kendileri için önemli bir “reform” yapmışlardır. Özellikle Urfa ilinde görülen bu durum, bölgenin doğal gelişmesine bırakılması halinde, yeni ve denetlenemeyen boyutlarda bir sermaye birikmesinin gerçekleşeceği yolunda önemli bir işarettir.
  7. Toprak mülkiyetinin ölçeği değişmeksizin tarımda sürekli bir verim artışının başlamış olması ve bunun yanı sıra sanayi girişimlerinin, küçük çapta da olsa, süreklilik kazanmaya başlaması bölgenin tümünde ciddi bir biçimde bir kapitalistleşme olgusunun gerçekleşmekte olduğunun göstergesidir. Öyle sanıyorum ki, bu olguyu, bölgedeki toplumsal ve siyasal hareketleri gereğince kavrayabilmemize yardımcı yeni ve önemli bir temel olarak değerlendirmemiz gerekmektedir.
  8. Özetle, bölgede bir çeşit “burjuvazi” oluşmaktadır. Bu henüz ilk oluşum aşamasında, ilkel ve her türlü desteğe açık bir “burjuvazidir”. Her türlü destek, devlet yardımından “Kürt milliyetçiliği” olarak nitelenen akımlara kadar geniş bir alanı kapsamaktadır.
  9. Ancak, gözden kaçırılmaması gereken bir husus, “Kürt Milliyetçiliği” olarak nitelenen hareketlerin bölgedeki burjuvazi ile birlikte gelişmesi, bölgedeki öğretim, yargı ve güvenlik kadrolarını kapsayacak biçimde yaygınlaşmaya başlamasıdır. Yine unutulmaması gereken bir başka husus, solcu geçinen küçük partilerden başlayan ve bölgenin siyasal kadrolarını geniş ölçüde kapsayan bir biçimde bu “milliyetçiliğe” ve bu “burjuvazi” ye gitgide artan tavizlerin verilmekte oluşudur. Şüphesiz bu tavizler, bir yerde, bölgedeki kapitalist gelişmenin gücünü ve potansiyelini dile getirmektedir.
  10. Yukarıdaki basitleştirilmiş gözlemler (bir ölçüde de olsa) eğer doğruysa, buradan bazı sonuçlar çıkarmak durumundayız. Bunlardan en önemlisi şudur; Bölgenin gelişme sorunlarına hiç zaman yitirilmeksizin yeni bir anlayışla eğilmek zorundayız.
  11. Yeni anlayış, bölgeyi ve sorunlarını bir bütün olarak ele almak ve çözümlerin çapını bu ölçüde büyük tutmak olmalıdır. Kısacası, bölgeyi tüm sorunlarıyla tek bir gelişme projesi içinde ele almalı ve böyle bir projeye özgü tedbirler düşünmeliyiz.
  12. Bölgenin tüm sorunları ertelenemez ve birbirinden ayırdedilemez nitelikte olmasına rağmen, temel çözüm toprak mülkiyetinde yatmaktadır. Bölgede, topraktaki büyük özel mülkiyete dayanarak gelişmeye başlayan kapitalistleşme önlenemez veya önemsiz kılınamazsa bölgenin sorunlarını elde tutabilme olanağı bulunamayacaktır.
  13. Bugünkü koşullarda görünürdeki çözüm, devletin, bölgenin tümünü kapsayacak biçimde, ekonomik kuralları koyucu ve yatırımcı güç olarak, bölgeye egemen olabilmesindedir.
  14. Ancak, devletin ekonomik gücü bölgenin ekonomik gelişmesini yavaşlatıcı değil hızlandırıcı biçimde gerçekleşmelidir. Aksi halde, bölgeye, hızlanmakta olan doğal gelişme biçimi, yani, kapitalistleşme ve onun doğal sonucu olan ve hız kazanan “akımlar” egemen olacaktır. Bu takdirde sorunlar “daha büyük ve daha güç çözümleri” gerektiren bir nitelik alabilir ki, böyle bir durum, Türkiye’nin iç dengesini sarsacak boyutlara varabilir.
  15. Devletin ekonomik gücünün bölgenin gelişmesini hızlandırması için elverişli koşullar, bölgedeki tüm sorunların bir arada çözümüne yönelecek bir büyük proje ile hazırlanabilir. Çalışmalarını yaptığımız Dördüncü Beş Yıllık Plan bu yolda bir fırsat olarak değerlendirilebilir. Kaldı ki, Türkiye’nin gelişme potansiyelini gereğince değerlendirebilmek, artık ekonomik coğrafyayı değiştirebilmeye ve bu yolla büyük çaplı çözümlere girişebilmeye bağlı duruma gelmiştir. Kısacası, bu bakımdan zaman ve olanaklar da elverişlidir.
  16. Önümüzdeki günlerde DPT uzmanları, olanaklar ölçüsünde yatırımcı kuruluşlarla birlikte çalışarak, bölgede incelemelere girişecekler ve büyük ölçekli bir gelişmenin ilk ön çalışmalarını yapacaklardır. Bu çalışmaların bu raporumun kapsamı ile sınırlı tutulacak olan değerlendirmeleri sadece size arzedilecek ve bunların geliştirilmesi uygun görüldüğü takdirde gerekli görülen başka çalışmalar yapılacaktır.

Saygılarımla arzederim.

Bilsay Kuruç.

  • 1. Bahse konu “özel not”; Ergun Türkcan (hazırlayan),(2010): Attila Sönmez’e Armağan / Türkiye’de Planlamanın Yükselişi ve Çöküşü 1960 – 1980. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları:298, Armağan:3. s.444 – 445’ te yayınlanmıştır.
  • 2. Yazım dili aynen korunmuştur.