'İktidar özellikle 15 Temmuz sonrası zor aracılığıyla sokağı, meydanları, alanları siyaset mekanları olmaktan çıkardı doğru ama bunda 'bu yaptığınız AKP’ye yarar' siyasetinin de büyük payı var.'

Saraçhane ve siyasetin halksızlaştırılması

Saraçhane’nin Türkiye işçi sınıfı ve toplumsal mücadeleler tarihinde son derece önemli bir yeri vardır. 1961 yılının 31 Aralık günü, Cumhuriyet tarihinin ilk işçi mitingi orada yapılmıştır. Saraçhane’de toplanan yüz binler, 27 Mayıs Anayasası’nda yer alan grev ve toplu sözleşme hakkının bir an önce kanunlaştırılarak uygulamaya geçmesini istemektedirler. Bu mitingden iki yıl sonra ise işçilerin yükselen mücadeleleriyle birlikte ve Bülent Ecevit’in çalışma bakanlığı döneminde işçilerin grev ve toplu sözleşme hakkı kanunlaşmıştır.

Cumhuriyet tarihinin bu ilk işçi mitingi, grev ve toplu sözleşme hakkının kazanılmasının ötesinde, “görkemli” 1960’ların açılışı anlamına gelir. İşçilerin Saraçhane’de açtığı kapıdan Türkiye İşçi Partisi, Fikir Kulüpleri Federasyonu, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu ve sonrasında da bütün bir sol girecek, sol 60’lar ve 70’ler Türkiye’sine damgasını vuracaktır. Artık sahnede işçiler, öğrenciler, aydınlar, köylüler ve hatta subaylar, yani halk vardır; halk 27 Mayıs’tan 12 Eylül’e uzanan süreçte siyasetin asli aktörüne dönüşecek, siyaseti onun talepleri belirleyecektir.

Saraçhane mitinginin üzerinden tam 61 yıl geçmişken, yine bir Aralık ayında halk kitleleri üst üste iki gün Saraçhane’de, belediye binasının önünde toplandılar ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen cezayı protesto ettiler, iradelerine sahip çıktılar.

Ancak hem iki gün boyunca alanda toplanan kalabalığın hem de sonrasındaki tepkilerin iktidara duyulan öfkeyle de İmamoğlu’na halkın gösterdiği teveccühle de orantılı olmadığını, yani son derece cılız ve sönük bir manzaranın ortaya çıktığını görmemiz gerekiyor.

Milyonlarca kişinin oy verdiği ve cumhurbaşkanlığı için en güçlü aday olarak gördüğü bir siyasetçiye siyaset yasağı getirme ve adaylığının önünü kesme girişimine verilen tepki çok daha güçlü, çok daha iddialı, çok daha sert olmalıydı aslında ama olmadı. Öfke de heyecan da çok kısa süre içerisinde sönümlendi.

Peki bunun nedeni ne? Eğer iktidar seçime altı ay kala cumhurbaşkanlığının en güçlü adaylarından ve Erdoğan’ın en önemli rakiplerinden birine siyaset yasağı getirilmesi girişiminde bulunuyorsa ve toplumda bir infial hali ortaya çıkmıyorsa, bir hareketlenme, kıpırdanma olmuyorsa, bunu nasıl açıklamalıyız?

Öncelikle iktidara bu adımı atma cesaretini verenin ne olduğuna bakmamız gerekiyor, çünkü buraya bir anda gelinmedi.

2014 yerel seçimleri öncesi Gezi’ye katılan kitlelerin enerjisi “tatava yapma bas geç” diyerek sandığa akıtıldı ama örneğin seçim gecesi Ankara’da Gökçek dönemin içişleri bakanının müdahalesiyle Mansur Yavaş’tan seçimi çaldığında muhalefetten gerçek bir ses çıkmadı. Bilakis ertesi gün YSK’nın önünde toplanan kalabalık sahipsiz bırakıldı, seçim sonuçları kolaylıkla kabullenildi.

7 Haziran 2015’te sandıktan AKP’nin tek başına hükümet kurmasını engelleyen bir sonuç çıktığında AKP fiili olarak seçim sonuçlarını tanımadı, Davutoğlu hükümeti kuramadığında Kılıçdaroğlu’na görev verilmedi, ülke 1 Kasım’a çok büyük bir şiddet dalgasıyla götürüldü ve AKP istediğini aldı. Bu süreçte de olan biten pasif bir şekilde seyredildi, gidişatı değiştirecek sahici bir hamle yapılmadı, halka yaslanılmadı, iktidara gerçek bir karşılık verilmedi.

Ülke rejim değişikliğinin oylanacağı 2017 referandumuna OHAL koşullarında gitti, muhalefet “önce OHAL’i kaldırın, bu koşullarda demokratik bir yarış mümkün değil” demedi. İktidar, referandum sürecinde OHAL’in ve devlet olmanın bütün olanaklarını kullandı ve seçim günü de mühürsüz oylarla birlikte sandıktan “evet” çıkartıldı. Muhalefet, seçime hile karıştırıldığını, seçim sonuçlarının şaibeli olduğunu söyledi ama buna dair hiçbir şey yapmadı, böylece atı alan bir kez daha Üsküdar’ı geçti.

24 Haziran 2018’de, seçim süreci boyunca yükselen toplumsal muhalefet sonuçlara güçlü bir şekilde itiraz etmeye hazırlanırken sandıkların açılmasıyla birlikte sokakta tüfekli kutlamalar yapıldı; sonuçlar kesinleşmemişken halka gözdağı verildi ve bir seçim daha kazanıldı. O gece yaşananlar görmezden gelindi, halk yine siyasal denkleme dahil edilmedi ve sonuçlar bir kez daha tıpış tıpış kabullenildi.

31 Mart 2019 seçimlerinde İstanbul seçimleri bütünüyle hukuksuz bir şekilde gasp edildi. Bunun seçme ve seçilme hakkına doğrudan bir müdahale olduğu, bugün bir şehrin seçimlerine yapılan müdahalenin yarın tüm Türkiye’ye yapılabileceği hiç dile getirilmedi, buna dair bir siyasi kampanya örgütlenmedi ve tüm bunlar yerine aynı koşullar kabul edilerek seçime gidildi. Neyse ki seçim kazanıldı, yoksa bu tutumun ağır bedelleri olacaktı. Seçim kazanıldı ama yine de iktidar halkın sahneye çağrılmadığı koşullarda yapabileceklerinin sınırını gördü, tepkileri ölçtü ve bir yerlere not etti.

İşte bugün iktidara İmamoğlu’na siyasi yasak getirme cüretini veren şey bu; iktidar şimdiye kadar yaptıklarına muhalefetin verdiği daha doğrusu vermediği tepkinin ne olduğunu biliyor ve buna göre el yükseltiyor, muhalefetin geçmişte yaptıklarından ve yapmadıklarından, halkı siyasal denkleme hiç dahil etmemesinden, siyasetin halksızlaşmasından cesaret alıyor, buna göre bir oyun kuruyor.

Ancak mesele bununla sınırlı değil. Saraçhane’ye milyonların akmamasının gerisinde sokağın, alanın, meydanın, mitingin, gösterinin Türkiye siyasetinin literatüründen çıkartılması ve siyasetin sadece sandığa endekslenmesi bulunuyor ve bu da doğrudan muhalefetin sandık fetişizmiyle ilgili.

Evet, iktidar özellikle 15 Temmuz sonrası zor aracılığıyla sokağı, meydanları, alanları siyaset mekanları olmaktan çıkardı doğru ama bunda “aman oyuna gelmeyelim”, “bu yaptığınız AKP’ye yarar” siyasetinin de büyük payı var.

Dolayısıyla, bugün kitleler İmamoğlu’na siyasi yasak girişimine infial halinde bir tepki vermedilerse, bunda muhalefetin kitleleri sürüklediği atalet halinin, sandığın adeta bir uyuşturucu gibi kullanılmasının, kitlelerin gözünün seçimden başka bir şeyi görmemesinin çok ama çok büyük bir etkisi var.

Halkı sokaktan uzak tutanlar yumurta kapıya dayandığı zaman ve kendi ikballeri adına halkı sokağa, meydanlara çağırdılar ama aynı halkı yıllardır seçimle, sandıkla afyonladıkları için en ihtiyaç duydukları anda sokaktan, meydandan güçlü bir ses gelmedi. Boğulması için çok çaba harcadıkları o sesi yardıma çağırdıklarında iş işten geçmişti yani.

İmamoğlu’na siyaset yasağı girişimi benim burada uzunca bir süredir anlatmaya çalıştığım “seçimle gitmeme konsepti”nin bir parçasıdır ve çok büyük ihtimalle iktidar bu konsepte uygun adımlar atmaya, el yükseltmeye devam edecektir. Seçimlere altı ay gibi bir süre kalmışken bu konsepti engelleyebilecek tek şey halkın mobilize edilmesi, harekete geçirilmesi, alanlardan, meydanlardan ses verilmesi olacaktır. Düzen muhalefeti bu tepkiyi kontrol edemeyeceğinden duyduğu korkuyla halkı denkleme dahil etmekten korkmaktadır evet ama korkunun ecele faydasının olmadığı hakikati de karşımızda durmaktadır.