Klişe sanılır ama buz gibi gerçektir: Adaletin olmadığı yerde barış olmaz. Olmamalıdır!

Rüzgâr, fırtına ve tufan

Kimi insan dinlere inanır, kimisi kuramlara, bilimsel ilkelere. Ben ikinci kısımdayım. Evrim kuramına inanırım örneğin. Bir de en az o kadar inandığım esneklik kuramı var. Hooke Yasası esneklik kuramını Fizik bilim çerçevesinde tanımlamış. Ben fizikten pek anlamam, ekonomiye dair bilgim biraz daha fazla.  Ekonomideki esneklik ilkesi kabaca herhangi bir mal veya hizmetin fiyatının sonsuza dek artamayacağı, belirli bir noktadan sonra piyasaya mutlaka alternatifler çıkacağı ya da o malın alıcısının tüketimden vaz geçeceği varsayımına dayanır. Basitçe anlatırsak hiçbir çubuk sonsuza dek bükülemez. Ya kırılır ya da düzeltilemeyecek ölçüde eğri kalır.

7 Ekim Cumartesi günü Filistin-İsrail cephesinde yeni bir yangın çıkınca benim aklıma ilk esneklik kuramı geldi.  Çubuk sonunda kırıldı diye düşündüm. 

Filistin meselesi benim mesleki olarak uzmanlaştığım alanlardan biri değil kesinlikle. Üzerinde hiç çalışmadım. Buna karşılık az-çok okuyup yazan her insan gibi benim de yıllar içinde edindiğim bir görüşüm var. Bunun ana hatlarını 2022 yılının son ayında  “İsrail’i ne yapacağız?” başlıklı yazımda (https://haber.sol.org.tr/yazar/israili-ne-yapacagiz-359301)  paylaşmıştım. 

Bunu anımsatmamın sebebi belli. Belleksiz bir dünyada yaşıyoruz. Sevimsiz bir durum ama insan ister istemez bir alay  yafta ve hakarete maruz kalmamak için  kimi olguları sürekli yinelemek gereksinimi duyuyor. Demem o ki, 1) ne kadar zorlasanız benden anti-semit, Yahudi düşmanı filan çıkmaz. 2)Yahudi’nin yobazını, o yobazların iyiden iyiye hâkim olduğu İsrail Hükümeti’ne  ne kadar yakınsam Hamas’a yakınlığım da kadardır.  

Dönelim konumuza. Olgulardan gidelim.  Hamas İsrail’e ağır bir darbe indirdi. Dünyanın en güçlü ordusu, en güçlü istihbaratı, Çelik Kubbe vs yalan oldu. Siviller öldü, askerler öldü, rehin alınanlar, esir alınanlar oldu. İsrailli sivillerin ölümü Batı’da ve bizdeki kimi çevrelerde infial yarattı. At gözlüğüyle bakarsanız çok fena! İsrail’de askerliğin kadınlar ve erkekler için - bir kısım yobaz hariç- zorunlu ve bir anlamda sürekli olduğunu unutalım bir süreliğine en iyisi. Biraz önce katil ve hırsız İsrail Başbakanı “savaştayız” söylevi verdi. Çok ilginç. Biz İsrail’i zaten yıllardır savaşta sanıyorduk. Olur olmaz gerekçelerle Lübnan’ı, Suriye’yi, İran’ı bombalayan, sabah akşam Gazze’ye askeri operasyon düzenleyen, Doğu Kudüs’te sürekli kol bacak kıran İsrail’in “Barış”ta olduğunu atlamışız demek ki!

Olgulardan devam. “Ben demiyorum adamınız diyor” makamından bir örnekle sürdürelim. İsraillli gazeteci ve aydın Gideon Levy 7 Ekim savaşına dair şunları söylüyor özetle: “Gazze bir kafes. Dünyanın en büyük hapisanesi. 70 yıl  hangi halkı kafeste yaşatsanız direnmek ister ve ilk fırsatta da bunu gerçekleştirir.” Hamas sivilleri hedef almış deniyor. “Miş”li  geçmiş zaman kullandığıma bakmayın, almıştır. Tıyneti buna müsaittir. İyi de bunca yıldır “bölgenin tek demokrasisi” denilen İsrail ne yapmış? 2008 yılından 2023 yılı Ağustos ayına kadar İsrail’in öldürdüğü sivil sayısı 6800 civarında. Hapse atılanlar, her gün kolu bacağı kırılanlar bu istatistikte yok elbette ölmedikleri için. Şiddet eylemleri yüzünden ölen İsrailli sayısı ise 300’ün biraz üstünde. Kabaca her 20 Filistinliye karşı 1 İsrailli. Böylesi mağduriyet Akepe’de yok! Ona  da daha sonra kısaca dokunduracağız.

İsrail yıllardır BM Güvenlik Konseyi kararlarına aykırı olarak bir işgal sürdürüyor. Sürdürmekle kalmıyor, genişletiyor. Filistinlileri duvarların arasına hapsediyor. Filistinlilerin topraklarına, evlerine el koyuyor. Direnen Filistinlileri topraklarından sürmek için zeytin ağaçlarını söküyor, su kuyularını betonluyor. Yanlış okumadınız. Hani bir zamanlar “çölü yeşerten İsrail” güzellemeleri içeren yazılar çıkardı ya güzide basınımızda. İşte şimdi Netanyahu’nun İsrail’i, etnik temizlik amacıyla zeytin bahçelerini çölleştiriyor. 

Biraz geriye dönelim. Hamas’ı kim yarattı? Konunun uzmanları yazıp çiziyor ama anımsayan yok. Dünya düzeninin emperyalist sahipleri  FKÖ’yü, onu oluşturan moda deyimle seküler ve sosyalist direniş  örgütlerini kimi alçak Arap siyasetçilerin etkin desteğiyle sırasıyla ya satın aldılar ya imha ettiler. Hamas’ın, İslami Cihad’ın serpilip gelişmesini kim sağladı? “Yeşil kuşak” projesinin mimarları İranlı, Suriyeli, Filistinli filan değiller. O yüzden şimdi “Medeniyet tekeli”ni ellerinde tuttukları düşünülen Batılılar’ın ve onların Türkiye’deki yardakçılarının “İsrailli siviller” için döktükleri gözyaşları insanı isyan ettiriyor.. 

O Dünya düzeninin besleyip büyüttüğü İsrail bugün açıkça ırkçı, gerici ve faşist bir devlet. O devlete karşı direnmek de meşru bir hak.  Hamas’ın kullandığı yöntemler beslendiği ideolojiyi bire bir yansıtıyor. El-Ezher’den bir hocaya sorun, tek tek çıkartır ilgili hükümleri. Ya İsrail’in yöntemleri? Teolojiye çok dalmadan anımsatalım, aynı kökten besleniyorlar. O yüzden bir tarafın ölüsünün diğerininkinden daha değerli olduğu palavrasını yutmamak gerekir. Kafasında kippa ile  çocuk dipçikleyen, Filistinli kadınları  sırtından vurup öldüren Tsahal askeri ile Hamas militanını etik bir hiyerarşiye tabi tutmaya kalkışmak başlı başına sahtekarlıktır. Rüzgâr eken fırtına biçer, fırtına eken tufanla yıkanır.

Türkiye Komünist Partisi bir açıklama yaptı. Özeti şu: Filistin halkı için direniş meşrudur. Sosyal medyada yer alan açıklamaya gelen tepkiler müthiş. Hayatında sosyalist literatürün yanından geçmemiş bir sürü primat “şiddet”in olumlanamayacağından söz ediyor yoksul zihinleri ve daha da yoksul söz dağarcıkları elverdiğince. Filistin’de bir kurtuluş savaşı veriliyor ve sandığınızın aksine bu tür savaşlarda işgalciye gül vermek gibi bir zorunluluğunuz yok. Bırakın sosyalizmi filan BM Güvenlik Konseyi kararlarına göre dahi İsrail düpedüz işgalci ve Filistinliler’in bir devlet kurmaya hakları var. Bu kadar basit. 

Peki tampon tampona kaza yaptığında dahi levyeyi kapıp dışarı fırlayan ama şimdi “şiddet karşıtı” taklidi yapan bu belleksiz ve idrak yoksunu kitlenin derdi ne? Fatih Yaşlı Hoca bunlara seküler milliyetçi kesim diyor. Pek medeni görünümlü, pek sempatik olağan zamanlarda bu arkadaşlar. Yakından tanımazsanız sevebilirsiniz bile… İyi de bunlar neden canhıraş şekilde İsrail’i destekliyorlar? 

Görünür sebeplerden birincisi özdeşleşme. Tıpkı TKP açıklamasına garip tepkiler veren Kürt milliyetçileri gibi elma ile muşmulayı karıştırıyorlar.  Benzetmeyle öğrenme olağan koşullarda anaokulu seviyesinde sona erer. Benzettiğiniz her sorunun en az benzer noktaları kadar farklı boyutları da vardır. Yapmamak gerekir, mahcup olursunuz! 

Özdeşleşme duygusunun diğer bacağına gelelim. Seküler Türk milliyetçisi,  nükleer silah edinmesinde sakınca görülmeyen, aklına estiği gibi komşularına saldırabilen, bunu yaptığında  ise Türkiye gibi ABD’den ve diğer NATO müttefiklerinden değişik ölçek ve düzlemlerde fırça  yemediği, İHA’sı, SİHA’sı  düşürülmediği  için İsrail’e müthiş özeniyor. Aynı saldırı, işgal ve sömürgeleştirme özgürlüğünü istiyor. Irak ve Suriye’deki Yapı kooperatifi misali “sınırlı yetkili, sınırlı sorumlu” yayılmacılık kesmiyor.

Bu kesimin sayıklamalarının ikinci sebebi ise ağır  bir psikoz. Bunun adı Arap nefreti. Kendine bile itiraf etmeye çekindiği kimi duygu ve düşüncelerini ancak Arap halklarına düşmanlıkla  dışa vurabiliyor. Bu dinsel boyut. Diğer yandan aklının mutena bir köşesinde Osmanlı dönemindeki çöküş ve Cumhuriyet’in kuruluşundan  kaynaklanan “Hain Arap” yaftası var. Mevcut siyasi, ekonomik ve toplumsal durum da bu düşmanlığı cömertçe besliyor. İktidarı ele geçirmiş bir partinin uzantıları “biz aynı milletiz” diye bol keseden sallayınca öfke büyüyor. O iktidar ülkeye denetimsiz şekilde çok küçük bir kısmı cihatçı paralı asker olan milyonlarca göçmeni yığınca katlanıyor. Katlanan öfkesini siyasi iktidara, onu iktidarda tutmak için elinden geleni yapan sözde muhalefete, göç politikası sayesinde ucuz insan etiyle beslenip semiren  sermayeye yöneltemeyince kabak Filistin halkının başına patlıyor ve iş gelip “ölsün be Araplar”a bağlanıyor. 

Bir de suret-i haktan görünen tayfa var. “Ya şimdi İsrail öldürecek bu zavallı insanları da ondan şey ediyoruz” gibisinden sızlanıyorlar. Evet, İsrail daha ben bu satırları yazmaya oturmadan Gazze’yi bombalamaya başlamıştı. Bu saldırının sonunda belki 3 belki 5 bin cenaze daha kalkacak, daha çok ev yıkılacak, hastanelerde hastalar elektriksizlikten, ilaçsızlıktan ölecek Gazze’de. İyi de Hamas saldırmasa bunlar olmayacak mıydı? Kitabın orta yerinden soralım en iyisi: Filistinliler bugüne dek yaşıyorlar mıydı ki, şimdi öldürülmekten korksunlar? 

Hamas’ın yıldırım taarruzu sonrasında Akepe’nin ve denetlediği kurumların tepkileri başlı başına bir yazıyı gerektiriyor aslında. Bunu benden daha iyi yazacaklar mutlaka olacaktır.  Şu kadarını söyleyeyim, her şerde bir hayır varmış gerçekten. Bu kısa ve kanlı çarpışmanın belki tek faydası ısrarla kapalı kalmakta direnen, Akepe’yi “dünya mazlumlarının dostu”,  “anti-emperyalist” vs sanan  üç-beş gözün açılması olabilir.

Sonuca gelirsek,  2 devlet kurulsun, mutlu mesut yaşasınlar demek yetmez. Bu gerekli ancak yeterli olmayan koşuldur meselenin çözümünde. Orta-Doğu’da ve dünyada gericilik ve onu besleyen düzen yok edilmelidir. Bu arada hâlâ meseleyi tam anlamayan, Komünistlere içinden geçtiği gibi sövemeyen kaldıysa diye yineleyelim: işgalci İsrail’e karşı direnmek de meşrudur, şiddet kullanmak da…

Klişe sanılır ama buz gibi gerçektir: Adaletin olmadığı yerde barış olmaz. Olmamalıdır!