Çok kötümser olduğumu düşünenlerden ricam şu soruya yanıt vermeleri: 'Bu adacık meselesi Erdoğan’ın aklına nereden geldi?'

Kullanışlı düşmanlık

Adaları işgal etmeniz falan bizi bağlamaz, vakti saati geldiğinde gereğini yaparız. Hani diyoruz ya, bir gece ansızın gelebiliriz.”

Akepe Genel Başkanı Cumartesi günü içinde bu cümlenin olduğu bir demeç verince bana bir rahatlama geldi. “Hah” dedim, “bu haftanın yazısı da çıktı”. Konu bulmakta zorlandığımdan değil zira her günümüze diplomatik anlamda  “karakolluk” en az bir vaka düşüyor çok şükür. 

2 Eylül Cuma günü soL TV’de başlayan Dünya Çarkı programında bir saate yakın bir süre Dış Politika analisti ve Medya Günlüğü yazarı Aydın Sezer’le dış politika konuştuk. Hatırlatmış olayım, kaydı şu linkte.

Programda Yunanistan’a, Kıbrıs’a sıra bile gelmedi. Avrupa Birliği’yle ilişkiler, adaylık, üyelik, vize muafiyeti, Geri Kabul Anlaşması filan hiç yer bulamadı. Türkiye’nin diplomatik alandaki sorunlarını ele alma iddiasıyla yola çıkan bir programda ABD ile itişmeler, F-35, elden düşme rektifiye F-16 alımına da değinemedik. Önümüzdeki hafta bunların bir bölümünü  konuşacağız anlaşılan.

Yunanistan-Türkiye geriliminin yeniden sahneye konduğu bir haftayı bitirdik. Serhat Güvenç Hoca’nın bu konuda ayrıntılı bir yazısı var. Akademik titizlikle sıraladığı gözlem ve tespitlerinin önemli bir bölümüne katılmamak elde değil ama çıkarımlarda çoğu zaman aynı düzlemde değiliz kuşkusuz. 

Bu köşenin düzenli okurları anımsayacaklardır. Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunların Akepe döneminde aldığı şekli daha önce de ele almıştım. 2021 yılının gelişmelerini toparlamaya yönelik bir yazımda şunları yazmışım: 

Geçen yıl içinde komşumuz Yunanistan, hem niyet hem de yetenek bakımından Türkiye’de bulup bulabileceği en “elverişli” yönetim kadrosundan de yararlanarak bölgede emperyalizmin gözde jokeylerinden biri olma yolunda önemli adımlar atmaya devam etti… Atina, Dedeağaç’ta ciddi bir ABD askerî yığınağına ev sahipliği yapıyor artık. Bu yığınağın öncelikle Rusya’ya yönelik olduğuna kuşku bulunmamakla birlikte, ABD askeri varlığının bölgedeki bütün halklar için somut bir tehdit oluşturduğu kesin.“

Yunanistan burjuvazisinin son dönemdeki en “becerikli” sağcı siyasetçisi olduğu izlenimi veren Başbakan Miçotakis, Akepe Genel Başkanı’nın “ezber bozma” sloganıyla attığı dış politika adımlarının art arda bozgunla sonuçlanmasını son derece iyi değerlendiriyor. O sloganın arkasında bir taraftan yeni Osmanlıcılık esintileri, bir taraftan hilafet ve Müslüman dünyasına liderlik hayalleri var kuşkusuz. Diğer yandan büyümekte olan ve doğasına uygun olarak daha da büyümek isteyen Türkiye sermayesinin genişleme arayışlarının bu tablodaki ağırlıklı rolünü de gözden kaçırmamak zorundayız. Aksi takdirde her türlü dış politika analizi yüzeysel kalıyor. Dönelim tekrar Yunanistan’a. 

Miçotakis Rusya-Ukrayna savaşıyla iyice elle tutulur hale gelen ABD-İngiltere patentli yeni dünya tasarımında Yunanistan’a ayrıcalıklı bir konum arıyor. Bu uğurda Rusya ile Yunanistan arasındaki tarihsel/kültürel derinliğe sahip ilişkileri de alabildiğine sarsmaktan kaçınmadı. Yunanistan’ın kaplamayı hedeflediği yeni  alan Soğuk Savaş döneminden beri Türkiye’nin işgal ettiği alan. Burada fiziki alanı değil bir işlevi kast ettiğimizi hatırlatarak devam edelim. Emperyalizmin güneydoğu kanadının bekçiliğinden söz ediyoruz. 

Bunun kolay bir görev olmadığını en iyi Türkiye’nin emekçi halkları bilir. Türkiye’deki düzen bu görevi “layıkıyla” yerine getirebilmek için ülkeyi anti-komünizm ve gericilikle beslenen bir karakola çevirmiştir. Bunun anlamı emekçilerin acımasızca sömürülmesi, laiklik sayesinde uç veren aydınlığın dini karanlığa çevrilmesi ve insanca yaşama hakkının yok sayılmasıdır. 

Yunanistan’da son dönemde yaşanan gelişmeler, örneğin basın özgürlüğü konusunda atılan kısıtlayıcı adımlar, kimi basın-yayın organlarında rastlamaya başladığımız Miçotakis’in giderek “erdoğanlaştığı” iddiaları, göçmenler konusunda çalışan STK’lara yönelik baskılar belki de bu hazırlığın ayak sesleridir. Yunanistan gibi devrimci komünist geleneğin çok güçlü olduğu bir ülkede Yunanistan burjuvazisinin amacına ulaşması elbette kolay olmayacaktır. Bu yüzden Türkiye ile savaş seçeneğinin canlı tutulması hem kamuoyunun hem de Emperyalist odakların desteğini alabilmek için yaşamsal görünmektedir. 

Gelelim Türkiye’ye. Ankara’daki manzara bir aile ve yakın çevresinin dindarlık sosuyla zenginleşme gayretiyle izah edilemeyecek kadar karmaşık. Uygulanan politikaların ne kadarının Akepe veya liderine, ne kadarının taktik ittifak içinde olduğu çevrelere ait olduğunu tartmak zor. Suriye ve Libya konusunda geçerli olduğunu düşündüğüm bu tespit Yunanistan konusunda da bana inandırıcı geliyor.

Yazının başındaki demeçle gündeme gelen adalara bakalım. İlk anda uyanan izlenimin aksine, Akepe genel başkanının kastettiği 12 Adalar (Dodecanese) ve diğer Ege Adaları değil, teknik terimle söyleyecek olursak “aidiyeti belirlenmemiş” adacık ve kayalıklardır. Bunlar Ege’de sınırlar uluslararası anlaşmalarla çizilirken üzerlerinde yerleşim bulunmayan küçük coğrafi oluşumlardır. Çok fazla ayrıntıya girmeden şunu belirleyelim. Bu adacık ve kayalıkların bazılarının Yunanistan tarafından yerleşime açılması, kimisine feribot işlemesi, kimisinde askeri amaçla da kullanılması mümkün tesisler inşa edilmesi, kimisinde de asker/polis ve silah/mühimmat bulundurulması Akepe iktidara geldiğinden beri bizdeki CHP başta olmak üzere milliyetçi odakların muhalefet yapmak adına sıklıkla dile getirdikleri bir konudur. O söylemler genellikle “Yunanistan adalarımızı işgal ediyor” iddiasına dayandırılmaktadır. O iddianın ne ölçüde geçerli olduğu uzun ve akademik bir konudur ve benim boyumu aşar. 

Benim ilgilendiğim konu 20 yıldır iktidarda olan Akepe ve liderinin, yukarıda belirttiğim çevrelerim kopardığı gürültüye rağmen geçmişte bu konuya bir kez bile değinmezken, şimdi birden bire adaların (adacık ve kayalıkların)  işgalinden bahsetmiş olması. Bu, Erdoğan’ın Başbakanlık döneminde ve sonrasında Yunanistan konusunda yaptığı ilk çıkış değil. Neredeyse altı ayda bir benzer demeçler veriyor. Bunların her birinde 12 mil, hava sahası, Doğu Akdeniz’de sondaj faaliyeti, Kıbrıs, Meis adasının kıta sahanlığı, Batı Trakya Türkleri, göçmenler kimi zaman “fırça”, kimi zaman “tehdit” vesilesi olarak kullanılıyor. Peki şimdi ne oldu da 20 yıldır ne zaman bu konu açılsa kafasını başka yöne çeviren Akepe lideri birden bire bu konuyu anımsadı?

Evet, Akepe’nin ve özellikle de liderinin iktidarda kalmak için rutin dışı bir şeylere, örnekse diplomatik bir gerginliğe, mümkünse çatışmaya, olabilecek ise askeri bir zafere ihtiyacı olduğunu biliyoruz. Tamam Libya çok uzak, heyecan vermiyor. Suriye iç kamuoyu bakımından verimli bir alan gibi görünüyor ama hareket olanaklarının çok sınırlı olduğu açık. Aslında İran güzel bir itişme alanı olabilirdi ancak sıfırdan gerginlik inşa etmek zaman alır ve seçim zamanına yetişmez. Geldik Yunanistan’a. Atina her zaman kullanışlı düşman da, ortada koskoca bir NATO/ABD gerçeği var. 

Yunanistan’la topyekun savaşın mümkün olmadığını Türkiye’de artık çocuklar bile biliyor olmalı. Lozan anlaşmasına aykırı olarak ancak üyesi olduğumuz NATO’nun gayet bilinçli bir tercihiyle silahlandırılmış Yunan adalarına yönelik bir “cezalandırma” harekatının (SİHA veya savaş uçağı kullanılarak) politik ve ekonomik maliyetinin çok ağır olacağı da kesin. 

Haddim değil ama kendimi dünya liderinin kulağına fısıldayabilenlerin kulağına fısıldayabilen birilerinin yerine koymaya çalışıyorum. “Ege’de küçük kendi halinde bir adacık/kayalık bulsak, üzerinde keçiler, martılar ve bunların doğal atıkları dışında bir şey olmasa, iki bot göndersek ve bayrak diksek fena mı olur Sayın Başkan?” diyen birileri olmuş mudur? 

Buradan kriz çıkmaz mı? Çıkar ama çok da değil. Yunanistan protesto eder, ABD gerginlikten kaçınmaya çağırır, AB üyelerinin egemenlik haklarının ihlal edilmesinin Türkiye’nin üyelik süreci (gülmeyin!)  bakımından olumsuz sonuçları olacağına dikkat çeker. İçeride kafalar karışır. CHP ve etrafındaki milliyetçiler/ulusalcılar 20 yıldır çiğnedikleri sakızı yutamayacakları için destek verirler, İYİP derhal tuzlukla koşar, bir süreliğine yoksulluk bile konuşulmayabilir. Öyle bir ortam doğar ki, olağan koşullarda kazanılması mümkün olmayan bir seçim bile kazanılabilir ya da ertelenebilir.

Çok kötümser olduğumu düşünenlerden ricam şu soruya yanıt vermeleri: “Bu adacık meselesi Erdoğan’ın aklına nereden geldi?”

Bu Cuma saat 21:00’de soL TV’de yayınlanacak Dünya Çarkı programında Prof. Dr. İlhan Uzgel’le Türkiye-ABD ilişkilerini ve kaçınılmaz olarak Yunanistan meselesini de konuşacağız. Sorularınızı YouTube yayını sırasında gönderebilirsiniz.