TBMM’nin toplumla temsil bağı buharlaşıyorsa, hayat boşluk tanımaz, emekçi halkın temsili için başka mücadele kulvarları genişleyecektir.

İki turun arasında

İkinci tura sadece bir hafta kalmışken, doğrusu, geriye dönük tartışmaya değil ileriye bakmaktır elbette. Ancak yaşanmış olanı yok saymak, ileriye nasıl bakacağımızı etkiler. 

Türkiye’de AKP, tüm dünyada sömürüyü gizlemeyi amaç edinmiş egemen güçlerin hayalini gerçekleştirdi. Artık açıklanan resmi işsizlik, enflasyon oranlarına vb. güvenmiyoruz. Bilgi hiçbir zaman objektif, tarafsız olmadı. Ama bu genel doğrunun ötesinde AKP veriyi, bilgiyi alelade bir araca dönüştürmüş durumdadır. Bu durumda olay başlı başına bir mücadele konusu olmuş demektir.

YSK’nın kesin sonuçları birinci turu da parlamento yapısını da belirliyor. Ama özgün bir iktidar altındayız ve seçmen kayıtlarına da, sayımın doğruluğuna da inanmak durumunda değiliz. İnanmamalıyız ki, örneğin parmak boyasını talep edelim. İnanmayalım ki, sandıkların güvenliği için örgütlenelim. Geçmişe dönük değil, ileriye bakmak için…

Kılıçdaroğlu’nun birinci turu gerçekte kaybedip kaybetmediğini ise hiçbir zaman kesin bilgiye dönüştüremeyeceğiz. Bunun bir yararı kalmadığını, hele konunun birinci dereceden muhatabı olan CHP’nin tuhaf pozisyonlarından sonra tartışmanın yeri yok. Ama büyük olasılığın ne olduğu bir kenara yazılmalıdır. 

Muhalefetin geçmiş cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ı yenmeyi arzulamadığını kesin bilgi olarak not edebiliriz. Türkiye’de Ekmelettin İhsanoğlu’nun seçim kazanabileceğine kendisi de inanmamış olmalıdır. Aynı akıbet Kılıçdaroğlu’nun Muharrem İnce'yi “gel bakalım Muharrem” biçiminde sunduğu gün de belli olmuştu. Bu kez adayın bir süreliğine kazanabileceğine inanmış olması durumu değiştirmez. 2023’te ise muhalefetin en azından önemli bir bölümünün ve adayın kendisinin Erdoğan’ı yenilgiye uğratmayı arzuladığı açıktır. Ancak bu açıklığın CHP’nin içinde gözlemlenebildiğini söyleyemiyoruz. CHP’nin hedefe ulaşmayı başaramaması ile hedefte ortaklaşmaması başka şeylerdir. Burada kast ettiğim ikincisidir. AKP’nin şekillendirdiği “Yeni Türkiye” ana muhalefet partisi içinde kabul görebilmektedir ve kimi unsurların başka programları ve çıkarları AKP rejimini sarsmanın önüne koyduklarını iddia edebiliriz. 

İkinci turda Kılıçdaroğlu’nun seçilebilmesi için verilmesi gereken mücadelenin bir bölümü, muhalefet bloku ve ana muhalefet partisi içine dönük olacaktır. Bunu göreceğiz. Erdoğan’ın kirli başarılarından birinin de, düzen içi muhalefeti kendine benzetmesi ve hatta onu manipüle etme yeteneği edinmesi olduğu artık anlaşılmıştır. 

Erdoğan gitmelidir. Gitmeme olasılığını bugünden tartışmanın gereği yok. Zaman kısa, işimiz var.

***

Türkiye’nin ikinci tur sonucunu beklemeksizin içine girdiği dönemse bellidir. 

Bir kere TBMM ile Türkiye toplumu arasındaki temsil bağı artık kopma noktasına gelmiştir. Türkiye’de laiklik hem ülkenin varlık koşuludur, hem de çok yaygın bir toplumsal tabana dayanmaktadır. Laikler Meclis’te dekorasyon bile değildir. Türkiye’de piyasacılık depremzedeye çadır satışı yapılan bir duvarın dibinde itibarsız, rezilce bir konumdadır. Parlamento ise yeni özelleştirmelere gıkını çıkartamayacak bir bileşimdedir. Bağımsızlık bu ülkenin bir diğer varlık koşuludur. Bir Osmanlı emperyalizmi hayali çökmüş ve pragmatizm maceracılık biçimini almışken, Yurtta Sulh Cihanda Sulh’a savaş açan bir Meclisimiz vardır. Erdoğan’ın başkanlığı parlamentoyu önemsizleştirdi. Kılıçdaroğlu’nun başkanlığı durumunda parlamentonun itibarının iade edilmesi ihtimali artık sıfırdır. Bu Meclis ikinci turdan bağımsız olarak laiklik, devletçilik, bağımsızlık gibi değerleri alenen reddedecek bir ağırlığa sahip hale gelmiştir. Geçen hafta bu köşede yazmıştım; geçmiş dönemde Meclis’i AKP’nin halka saldırısına karşı bir mevziye dönüştürmeyi aklına bile getirmeyen, kürsü şovuna odaklı bir muhalefet vardı. Şimdi mevzilenmek zaten imkânsızdır…

İmkânsız olan bir şey daha var. Türkiye’de ne ekonomik olarak, ne dış ilişkilerde, ne ideolojik ve kültürel olarak yeni bir denge kurulamayacak. TBMM’nin toplumla temsil bağı buharlaşıyorsa, hayat boşluk tanımaz, emekçi halkın temsili için başka mücadele kulvarları genişleyecektir.  

İki turun arasından bakıldığında bir dizi belirsizlikle karşı karşıyayız ve bunların en önemlisini, örneğin seçimin sonucunu tartışmanın yeri değil. Ama bir şey bütün açıklığıyla gözlerimizin önündedir. Emekçiler için hava kadar su kadar ihtiyaç olan laiklik, devletçilik, bağımsızlık mücadelesi ancak halk kitlelerinin örgütlenmesine dayanarak sürdürülebilir. Bunların Meclise havale edilemeyecek olmasıysa bir çaresizlik değildir.