AKP’nin dış politikada attığı adımlar İsrail’i rahatsız etmek bir yana, onu bayağı rahatlatmıştır.

Hataa Al Nasr – IV

Emperyalizmin Arap Halkları üzerinden elini çekmesini isteyen bir Sovyet posteri

Şimdi son perdede Türkiye, İsrail ve Filistin üçgeni üzerinde durulacak. Aslında buna bir üçgen demek zor çünkü Türkiye’nin dış politikası açısından, en azından Hamas’a kadar, Filistin sorunu Filistinlileri de hesaba katarak düşünülecek bir sorun değildi. Dünyaya duyuru yapan dış politika açıklamalarında İsrail terörü lafa ola beri gele kınandı ancak bu süreçte ekonomik, siyasi ve askeri ilişkiler giderek güçlendirildi. El Fetih ve FKÖ Türkiye hariciyesi için Moskova’yı ve Nasırist/Baasçı idealleri hatırlatmaktaydı. Amerikan emperyalizminin kucağında ve onun Güney Batı Asya- Güney Doğu Avrupa savunma sisteminin merkezindeki Türkiye için açıkçası FKÖ ve El Fetih ile kendi inisiyatifiyle bir ilişkiye geçmek düşünülemeyecek bir şeydi zaten. 

1949 yılından, yani İsrail’in resmen tanınmasından beri Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin bir görünen ve yansıyan yüzü, bir de genellikle gözden kaçırılan gerçek yüzü vardır. 1949 yılında İsrail’in resmen tanınması da aslında Türkiye burjuvazisinin Batı Kapitalizmi ile Amerikan emperyalist sistemi içinde yer alma arzusundan doğmuştu. 1948’deki bağımsızlık ilanının ilk olarak SSCB tarafından tanınması, İsrail’in bağımsızlığına imza atan siyasi güçlerin ekserisinin kendisini Sosyalist olarak tanımlamaları artık kendisini emperyalizmin güvenli ellerine teslim eden Türkiye burjuvazisi için rahatsızlık yarattılar. Ancak ne zaman ki bölgede artan Sovyet tehdidine karşı Amerikan emperyalizmi İsrail ile ilişkilerini geliştirmeye başladı Türkiye burjuvazisi ve onun sözcüleri İsrail’i bir “realite” olarak kabul etmeye başladılar (galiba dönemin dışişleri bakanı böyle nitelendirmişti İsrail’in durumunu). Hatta dışarıya karşı soğukmuş görüntüsü verilse de İsrail ile ilişkileri giderek geliştirdiler. 

Aslında Türkiye’nin bölgedeki rolü çok çabuk bir şekilde ortaya çıktı. 1955 yılında İngiltere, Irak (ki o zaman Batı yanlısı gerici bir monarşiydi), Pehlevi’nin İran’ı, Pakistan ve Türkiye Bağdat Paktı’nı, sonraki adıyla CENTO’yu oluşturdular. Emperyalistlerin tasarımından çıkan bu birliğin amacı belliydi; bölgede Sovyet etkisini ve Nasır’ın artan baskısını sınırlandırmak. İsrail apaçık bir şekilde CENTO üyesi değildi ancak bu birlik eğer etkili olursa onun için bir nimetti. Bu birliğin aslında pek bir etkisi olmadı. Öncelikle İngiliz emperyalizmi zaten bölgeden kovulmak ve yerini Amerikan emperyalizmine bırakmak üzere idi. Diğer taraftan Irak’ın gerici Haşimi hanedanı General Abdül Kerim Kasım liderliğinde bir darbe tarafından devrildi ve Kasım’ın ilk yaptığı işlerden biri de Bağdat Paktı’ndan çıkmak oldu. Türkiye burjuvazisi bu paktı pek sevdi, ancak 1979’da İran Devrimi zaten çok da işler ve önemli olmayan paktı doğal olarak ortadan kaldırdı. 

1950’lerin ikinci yarısında Menderes Hükümeti el altından İsrail ile ilişkileri had safhada geliştirdi. Hatta MOSSAD Türkiye’de çok aktif bir hale geldi, rivayet doğru ise çok sayıda Türkiyeli istihbaratçı MOSSAD uzmanları tarafından yetiştirilmeye başlandı. Bu arada Türkiye bölgede Amerikan emperyalizmi açısından ne kadar verimli bir ortak olduğunu kanıtlamakla meşguldü. Örneğin 1957 yılında Suriye giderek radikalizme ve Nasır’ın Mısırı ile birliğe doğru kaymaktaydı. Sovyet etkisi artmaktaydı ve bu durum Amerikan emperyalizmi ve onun bölgedeki müttefikleri için endişe kayanğıydı. Böylece Suriye’nin kulağını çekmek istediler. Türkiye askeri güçlerini Suriye sınırına yığdı, Eisenhover apaçık tehditler savurdu. Ancak Sovyetlerin tepkisi sert olunca geri adım attılar. Türkiye anti-emperyalist damarı kabaran Suriye için bir gardiyan olarak atandı. Çok ilginç bundan 55 yıl sonra Türkiye yine radikal bir rejimi devirmek için planlanan geniş ölçekli bir harekatın parçası olarak Suriye topraklarına girecekti. 

Bu kriz ortamında Pentagon anlaşılan Suriye’yi yola getirmek için İsrail’in de Suriye’ye saldırması gerektiğini ciddi ciddi düşünmüştü, ancak Türkiye – Haşimi Irak – Pehlevi İran koalisyonu bunun büyük bir tepki doğuracağı konusunda Pentagon’u ikna etmiş olmalılar ki ihaleyi Türkiye yüklendi. Türkiye bölgede bundan sonra sürekli bu role soyunacaktı, hem de utanmadan.

Bunun hemen üstüne 1958 yılında David Ben Gurion, Golda Meir ve diğer yüksek düzeyli İsrailli yöneticilerden oluşan bir ekip gizlice Ankara’ya gelerek Menderes ve ekibiyle a pek çok konuda anlaşmaya vardılar. Türkiye’de sonrasında pek çok burjuva hükümeti geldi gitti ancak Türkiye bu anlaşmaya her zaman sadık kaldı. Türkiye burjuvazisi soğuk savaş mantığıyla bölgede sola kayan herhangi bir dinamiği yok etmek için İsrail’in siyonizmiyle işbirliği yapmaktan hiç çekinmedi. 

Ancak Türkiye’nin sosyalistleri ve devrimcileri burjuvazisinden daha onurlu ve daha cesurdular. 1960’ların sonundan başlayarak azımsanmayacak sayıda Türkiyeli sosyalist ve devrimci El Fetih ve FKÖ saflarında savaşmak için Filistin’e gittiler. Bazıları o topraklarda düştüler. Bu ülkenin sosyalistleri ve devrimcileri onların miras bıraktığı bu tarihsel onuru hala taşımaktadırlar. Onlar cesurdu ancak bu ülkenin burjuvazisi tarihsel olarak korkak ve kendi gölgesinden korkar bir durumdaydı. Onlar cesurdu ancak bugün İslamcı cenahta Gazze için, Hamas için ağlayanların ata babaları o zamanlar pek korkaktı. 

Türkiye bahsedildiği gibi El Fetih ve FKÖ’ye hiç ama hiç yüz vermedi. Gerçi İslamcı ve sağcı politikacılarımız halka açık demeçlerinde siyonizme ateş püskürüyorlardı ancak gerçekte kıllarını kıpırdatmıyorlardı. 

AKPli yıllarla birlikte Hamas’ın Filistin topraklarında yükselen egemenliği Türkiye ile Filistin ilişkilerine görünüşte bir düzey atlattı. AKP’nin ve Hamas’ın İhvanizmleri onları pek çok noktada ortaklaştırdı. Aslında önceki yazılarda da bahsedildiği gibi Hamas’ın Filistin kurtuluş hareketini çatlatarak doğması FKÖ için bir yenilgiydi. Ancak yenilgi FKÖ’nün şahsında anti-emperyalizmin ve Arap ulusalcılığının da yenilgisiydi. Hamas İsrail’in gerici ve ırkçı siyonizmine tepki olarak, ancak paradoksal olarak onunla aynı çukurdan beslenen gerici ve ırkçı bir anti-semitizmi sahiplendi. AKP görünüşte Hamas’ın hamiliğini üstlendi.

Oysa üstat görünüşle öz aynı olsaydı bilimlere gerek kalmazdı demişti değil mi? İşin özü AKP’nin İsrail politikası kendisinden önceki burjuva hükümetlerin İsrail politikasının devamıdır. AKP’nin dış politikada attığı adımlar İsrail’i rahatsız etmek bir yana, onu bayağı rahatlatmıştır. Örneğin Irak’ın işgali sırasında Türkiye’nin Amerikan emperyalizmine sağladığı lojistik ve taktik destek İsrail için nimettir. Örneğin Baasçı Suriye’nin bile isteye bir iç savaşa sürüklenmesi İsrail’i olsa olsa rahatlatır değil mi? Mavi Marmara rezaleti bile bahsi geçen ikiyüzlülüğü kanıtlamıyor mu? El Fetih ve FKÖ’ye yıllarca öyle ya da böyle destek veren Libya’nın istikrarsızlaştırılması ve yok edilmesi sürecinde Türkiye’nin taşeron rolü İsrail’i rahatsız etmiş midir? Neden etsin? 

Türkiye bu ilişkiden rahatsız olsa bile bunu ifade edemeyecek kadar çekingendir. Maduro kadar bile yiğit olamadılar. Maduro İsrail büyükelçisini ülkesinden kovarken ülkesinde ırkçı ve soykırımcı bir rejimin büyükelçisini istemediğini açıkça ifade etmişti. Türkiye’nin İsrail ile imzaladığı askeri ve istihbarat işbirliği anlaşmaları hala oldukları yerlerde durmuyorlar mı? Mayından temizlenen arazileri bile İsraillilere peşkeş çekmeye çalışmadık mı? İsrail ile ticari ve ekonomik ilişkilerimiz katlanarak büyümeye devam etmiyor mu? Peki şimdi Gazze ve Kudüs için akıtılan gözyaşlarının içtenliğine nasıl inanalım? 

Bitirirken Türkiye’nin bölgedeki emperyalist tasarım içindeki görevleriyle ilgili bazı belirlemelerle bitirelim. 

  1. Türkiye II. Dünya savaşı sonrasında bölgede kurulan emperyalist kurguda dört yapraklı yoncanın bir yaprağıdır (Suudların Arabistan’ı, İran, İsrail ve Türkiye). Sonra İran Devrimi bu yoncayı bozmuştur. 
  2. Türkiye bu tarih içinde bölgedeki tüm radikal ve ilerici akımların karşısında olmuştur. 
  3. Türkiye dört yapraklı yonca içinde, ekonomik ve siyasi nedenlerden dolayı, manevra alanı en az olandır. 
  4. Türkiye bu kurgu içindeki rolüne gönüllü bir şekilde, bilerek ve kendini pazarlayarak (özellikle de Sovyetlerin toprak istediğine dair saçma sapan tezlerle) sahip olmuştur. Zaman içinde bu ısrar ve bu inat hiç eksilmemiştir. 

Not: Girişteki poster emperyalizmin Arap Halkları üzerinden elini çekmesini isteyen bir Sovyet posteridir.