Her ne kadar HDP sıradan bir siyasi parti değilse de, kendisini 'marjinal olmayan' ve sistemin genel icaplarına uyan bir düzen partisi olarak kabul ettirmeye ihtiyaç duyduğu anlaşılıyor.

Gündem zengin!

Yazıma iki gün önce "Bu kaçıncı döviz krizi?" başlığını atmıştım ama gerisini yazmamıştım. Geçen haftaki yarı-sürpriz faiz indirimi sonrasında artık hiç de sürpriz olmayan döviz kuru artışı (veya 2018 sonrasındaki 4. döviz krizi) üzerine yazacaktım. Kur spekülasyonu yapanlar (ki bunların yalnızca finans dünyasını değil siyasi karar alıcıları da kapsadığı artık açık olmalıdır) dışında kimlerin kazançlı çıktığı/çıkacağı üzerinde duracaktım. Şimdi bunları özet geçelim, çünkü başka gündemler de var.

Dövize endeksli geçiş/yolcu vs. garanti ücretleri alanlar kuşkusuz ilk sıraya yazılmalıydı. Her kur artışı kârlarına kâr katıyordu. Bunların da yalnızca yabancı şirketler ve yerli ortaklarından (ki çoğunlukla Saray'ın gözde müteahhidleridir) oluşmadığı saptamasını yapıp, siyasi cenahtan da gizli yatırımcı ortaklara sahip olup olmadıklarını artık tartışma zamanı gelmiştir. Her durumda siyasi erk el değiştirdiğinde bu konu gündeme gelecektir, ama muhtemelen bir tartışma biçiminde değil.

Faizlerin inmesini isteyenler arasında, inşaat/konut sektörünün girişimcilerini ikinci sıraya yazmak mümkündür. Malum, faiz oranlarıyla taşınmaz fiyatları arasında ters bir ilişki vardır. İktidarın imar rantlarını da içeren inşaatçı karakteri dikkate alınırsa, bu sermaye grupları ile siyasi iktidar arasındaki örtüşmenin yüksek düzeyi şaşırtıcı olmamalı.

İhracatçı sektörler arasında kimi alt-kesimler, maliyet artışlarını artık ancak düşük değerli TL üzerinden aşabilecekleri değerlendirmesini yapmaktadır. Giyim-konfeksiyon sektörü ihracatçılarının kendilerini ancak 9 TL'lik bir dolar kurunun kurtarabileceğini söylemeleri abartı değildir. Bu sektörde reel ücretler, yabancı işçilerin de katkısıyla, neredeyse dibi görmüştür. Ücretleri daha fazla gerileterek dışardaki pazarları elde tutmanın olanakları çok daralmıştır. Burada, yabancı ülke ithalatçılarının, Türkiye'de fason üretim yaptıran büyük markaların açgözlülüğünü de hesaba katmak gerekir. Döviz-TL paritesinin değiştiğini gördükleri andan itibaren ithal ettikleri ürünlerin dolar karşılıklarını aşağıya çekmeye çalışacaklardır; yani ihracatçıların yüksek kurdan bekledikleri kazançların bir bölümüne el koyacaklardır.

TL cinsinden borçlu olan sermaye grupları da bir faiz indiriminin kazananları arasında olur. Hele bir de döviz cinsinden kazançları olup borçları ağırlıkla TL cinsinden ise! 

Buna karşılık, ağırlıkla döviz cinsinden borçlu olanlar ve gelirleri salt döviz cinsinden olmayanlar, faiz indirimi sonrası fırlayan kurları ilave borç yükü olarak sineye çekeceklerdir. Ya da siyasi iktidar, devletin elindeki döviz rezervlerini bunların bir bölümünü rahatlatmak üzere eriterek, dolaylı olarak özel kesimin döviz borcu yükünü üstlenmiş olacaktır. 2019-2021 yılları TCMB uygulamalarının bir nedeni kısmen budur. 

Öte yandan her döviz kuru artışı, bizim gibi ithalatçı bir ekonomide, enflasyonist baskıları arttıracaktır. Enflasyon düzeyindeki artış öncelikle dar ve sabit gelirli kesimleri olumsuz etkilemekle birlikte, bunların satın alma güçlerinin aşınması sonucunda sermayenin birçok kesiminin iş hacmi olumsuz etkilenecektir.

Ülkeyi sık sık döviz krizlerine ve çıkışsız bir "yüksek faiz-yüksek kur" kıskacına sürükleyen, ekonomiyi batağa ve çalışan sınıfları yoksulluk girdabına iten siyasi karar alıcıların de mutlaka bunun siyasi hesabını vermesi gereklidir. Önümüzdeki seçimler bunun bir ilk adımı olabilecektir.

HDP'nin Tutum Belgesi

HDP'nin dün açıkladığı "Tutum Belgesi" de seçim sürecine girdiği düşünülebilecek olan Türkiye'nin kuşkusuz önemli bir gündemini oluşturuyor. Her ne kadar bu toplantıya hiçbir iktidar medyasının temsilci göndermemesi biçiminde tuhaf bir "yok sayma" ile karşılaşılmış olsa da bu "Belge" önemli. (Keşke iktidar milletvekilleri, HDP'li Meclis Başkan Vekilinin yönettiği Meclis toplantılarına da katılmasalar; belki birkaç yasa iktidardan kaçırılabilir!).

"Belge"nin önemi çok yeni şeyler söylemiş olmasından kaynaklanmıyor. Aslına bakılırsa bunun tam tersinin geçerli olduğu bile söylenebilir. Belgenin önemi, HDP'nin önümüzdeki seçimler öncesinde tutumunu resmen belirlemesidir. İttifaklara yönelik görüşlerini açıklaması ve özellikle de Millet İttifakı'na hitap ediyor olmasıdır. Burada da bize göre beklenmedik bir tutum alış yok. Ama beklenmeyeni beklememek gerektiğinin teyit edilmesinin de haber değeri vardır.

Ama gene de, "Cumhurbaşkanının ismi yerine ilkeler ve yöntemler tartışılmalı" ifadelerinin kullanılmasının ima edebilecekleri vardır. Nitekim, "seçilecek Cumhurbaşkanı da rolünü ve işlevini ancak bu zeminde doğru bir şekilde yerine getirebilir" ifadesiyle birlikte okunursa anlamı daha iyi ortaya çıkmaktadır. İma edilen, adayın belirlenmesinde HDP'nin örtük onayının alınmasına kadar gidebilir. Çünkü adayın ve seçilirse Cumhurbaşkanının, "Kürt sorununun demokratik çözümü", kamu kurumlarının, yargının ve toplumun demokratikleştirilmesinde ve yeni Anayasa yapım sürecinde oynayacağı rolün pozitif olması isteniyor. Bu talepler siyaset çemberi dışında sayılmaz. Burada HDP'nin önemli bir kozu var: Cumhurbaşkanı seçiminde kritik rolü olacak. Gerçi çok beklenmedik bir olay olmazsa, Millet İttifakı'nın adayını destekleyeceği öngörülebilir. Ama bunu neden değerlendirmesin?

Bu arada Belge'de Kürt sorununun çözümü için adres olarak Meclis'in gösterilmesi de geçen haftaların "muhataplık" tartışmalarını da şimdilik kesecek nitelikte. HDP tam da yeniden bir Türkiye partisi görünümü vermeye ve siyasi meşruiyet alanını genişletmeye çalışırken, kendi içinden bu yersiz/zamansız tartışmayı açanların siyasetin dışına itilmesi dahi beklenebilir. Esasen, CHP'nin Meclis'i adres göstermesi sanki bugün ortaya atılmış bir siyasi tutum gibi tepki gösterilmesi pek tuhaftı. CHP ve lideri, 2013'ten beri bunu yayınlarına, Kurultay ve medya konuşmalarına, bölge toplantılarına yansıtmıştı zaten.

Tutum Belgesi'nin, HDP'nin meşruiyet arayışlarının siyasi bir hamlesi olarak da değerlendirilmesi gerekir. Her ne kadar HDP sıradan bir siyasi parti değilse de, kendisini "marjinal olmayan" ve sistemin genel icaplarına uyan bir düzen partisi olarak kabul ettirmeye ihtiyaç duyduğu anlaşılıyor. Tutum Belgesi kısmen buna da hizmet ediyor. Belge'de örneğin "bölgesel özerklik" gibi aşırı talepler olmamasını hayırhah bulanlar, siyaseti uzaktan teleskopla izleyenler olabilir ancak.

Sistemin genel icapları ise, anti-kapitalist ve anti-emperyalist bir söylemin izlerinin bulunmamasını, hatta neoliberal birikim rejimine dahi cephe alınmaması gerektiriyor. Böylece sırtınıza bir zamanlar iliştirilmiş iğreti "sol" etiketinden kurtulurken, Batı'nın siyaset yapıcı çevreleri nezdinde daha makbul bir muhatap olmaya namzet de olabiliyorsunuz.