Avrupa grevlerle sarsılıyor: İngiltere, Fransa, Yunanistan, İtalya, İspanya…

Düzenin devrime karşı tamponları eriyor

Milyonlarca işçi pandemi sonrası Ukrayna savaşı ile şiddetlenen ücretlerin erimesini ve kötü yaşam koşullarını protesto ediyor, iş bırakarak sermayeyi taviz vermeye zorluyorlar. Sadece İngiltere’de 100 bin hemşire arka arkaya grev yapıyor.

ABD’de ise militan bir işçi örgütlenmesi bulaşıcı bir şekilde yayılıyor. Daha önce hiç sendikal faaliyetin olmadığı Amazon, Starbuks, Apple gibi şirketlerde kendini gösteren sendikal örgütlenmeye değinmiştik.

Peki, bu yoğun sınıf hareketi bir devrime işaret ediyor mu?

Yoksullaşmanın ve bir grev dalgasının doğrudan devrime yol açacağını ancak acemiler söyler.

Ancak başka bir şey oluyor ve dikkatimizi buraya vermemiz gerekiyor.

Geçen yüzyılda kapitalist ülkelerde sosyalizme karşı oluşturulan tamponlar hızla çözülüyor.

Bir örnek olarak İngiltere’deki Ulusal Sağlık Sistemi’ni (NHS) verebiliriz.

İkinci Dünya Savaşı öncesi emekçi sınıfların sağlığı ancak hayır kurumlarına kalmıştı ve bunun dışındaki tüm sağlık örgütlenmesi zengin sınıflar içindi.

1945’e gelindiğinde yepyeni bir durumla karşılaşıldı. Nazi saldırganlığı esas olarak Sovyetler Birliği tarafından durdurulmuş ve kesin bir yenilgiye uğratılmıştı. İşçi sınıfının eğitim ve sağlık alanındaki kazanımları da sosyalizme büyük bir saygınlık kazandırmıştı. Bu koşullarda işçi sınıfını düzen içinde tutma güçlüğü belirmişti.

Kamucu bir sağlık sistemi hakkında rapor hazırlayan Beveridge aslında bu raporu işçi sınıfı için değil, sermaye sınıfının gereksinimleri için hazırlamış ve çoktan düzen içine çekilmiş İngiliz İşçi Partisi’ne sunmuştu.

Rapor büyük bir ilgi ile karşılandı, bir iki saat içinde 70 bin adet basıldı ve üç hafta içinde her 20 erişkinden 19’u raporu okumuş, benimsemiş ve görüş bildirmişti.

1948’de Birleşik Krallık’ta tüm bölgelerde Ulusal Sağlık Sistemi kurulmaya başlandı. Sistem vergilerle finanse edilen genel bütçeden finansmana, devlet sağlık kuruluşlarına, basamak sistemine, koruyucu ve tedavi edici hizmetleri bir arada sunmaya dayanıyor, bir yanıyla sosyalizmi taklit etmeye çalışıyordu. Neden sosyalist sağlık sistemi olamadığı ise başka bir yazıya kalsın.

Ancak emekçi sınıfları sağlıkları için cepten ödemeden kurtaran ve bir ölçüde eşitliği sağlayan bu sistem sosyalizme geçiş çağında kapitalizme bir hayat öpücüğü olmuştu.

Tahmin edileceği gibi, Sovyetler Birliği’nin bir karşı-devrimle çözülmesi ve kapitalist sistemin yapısal krizine gömülmesi Ulusal Sağlık Sistemi’ni neo-liberal saldırının hedefi haline getirecekti.

Türkiye’deki sürece çok benziyor, özellikle 2000’li yılların başında Ulusal Sağlık Sistemi’ni sermaye hızla aşındırmaya başladı. Taşeronlaştırma, özelleştirme, piyasalaştırma, eksik personel istihdamı…

Sağlık sistemi bizdeki gibi artık sermayeye kaynak aktaran bir sektör haline gelmeye başlamıştı.

Bu aşınmanın sonuçları hızla kendini gösterdi: İngiltere’de en zengin ve en fakir bölgeleri arasındaki ortalama yaşam beklentisi farkı erkeklerde 9, kadınlarda 6 yıla çıktı.

İngiltere’yi sarsan hemşire grevinden iki fotoğraf. Üstekinde bir hemşirenin taşıdığı dövizde “Personel eksikliği yaşamlara mal oluyor”, aşağıdaki fotoğrafta ise üzerinde “Ulusal Sağlık Sistemi sadece pandemi için değil, yaşam içindir” diye yazıyor.

Greve çıkan hemşireler sadece enflasyon tarafından ezilmiş ücretlerini artırmak için mücadele etmiyorlar, Ulusal Sağlık Sistemi’ni korumak, eksik personel sayısına bağlı aşırı çalışmayı sonlandırmak için de greve çıkıyorlar.

Daha önceki bir yazıda İngiliz demiryolu işçilerinin de sadece ücret artışını değil, demiryollarının devletleştirilmesini talep ettiklerini belirtmiştik.

Rüzgâr dönüyor yani.

ABD’de ise herkesi kapsayan kamucu bir sağlık sistemi hiç var olmadı. ABD çünkü tamponu dünyanın en büyük kapitalist gücü olarak geçen yüzyılda emekçi sınıfların dâhil olduğu büyük bir “orta sınıf” inşa ederek oluşturmuştu. Yüksek tüketim standartlarına bağlı bu sınıf ırkçı, dinci ve bencil bir ideolojiyi benimsemeye çok yatkındı.

Ancak tampon eriyor!

ABD orta sınıfları hızla çöküyor. Artık güvenceli iş olanaklarından uzak düşen işçiler birbirlerine tutunmayı ve dövüşmeyi öğreniyorlar.

Son olarak oldukça kapsamlı akademisyen grevleri göze çarpıyor ABD’de. Sadece bilim değil, ideoloji de üreten bu katman düzenin dışına çıkma eğilimi gösteriyor.

İşçiler ırkçılığı aşıyor, Amazon’da ilk örgütlenmeyi sağlayan siyahi işçi önderine diğer işçilerin bir sarılışı var, görülecek şey doğrusu.

Ve artık ABD vatandaşlarını dini kurumlar tutamıyor. 1990’lara kadar vatandaşların %70’i dini bir cemaate bağlıyken bu oran günümüzde %30’lara kadar düşmüş gözüküyor.

Eğer bir düzen eskisi gibi yönetilemiyorsa devrimi hak ediyor demektir.