Bugün ülkemizde toplumsal ve siyasal kökeni ne olursa olsun bütün devrimciler için üzerinde birleşerek birlikte yürünebilecek üç ilke var.

Devrimcilerin birlikteliği için

“Kısacası, bir iki yılla anlatılabilecek bir yakın gelecek, ister iktidar ile muhalefet yer değiştirsin ister her biri yerinde kalsın, emekçi yığınlar için bugünden daha umut verici görünmüyor. Bunu söylemenin karamsarlık sayılması ne kadar yanlışsa, hemen sonrasında toplumsal mücadelenin gerçek bir yükseliş dönemine gireceğini öngörmenin temelsiz iyimserlikle eleştirilmesi de o kadar yanlıştır.” 

Bunlar 10 Aralık günü burada yayımlanan yazımın son satırlarıydı.

“Önceliklerin önceliği, dışa bağımlı bir ekonominin/ülkenin kısıtlarının aşılabilmesidir. Eğer aşılamazsa, bugünkü iktidar adayı muhalefet bloğunun böyle bir gündemi yoksa, AKP sonrası için dahi ümitvar olmak mümkün değildir.

Sonucun sonucu: Sosyalist solun gerçek bir alternatif olarak ortaya çıkması ve umut olması için koşullar seçimler sonrasında çok daha uygun hale gelebilecektir.”

Bunlar da Oğuz Oyan’ın 18 Ocak günü yayımlanan yazısının son satırları. Bu konuda başka çakışmalar da olmuştur herhalde. Ama benim görebildiğim en yakın tarihli olanı, Oğuz Hoca’nın yazdığı ile ortaya çıkan çakışmaydı; bu yüzden onu andım. Buradan devam edebiliriz.

Profesör Oyan, dışa bağımlılığın ve bunun yarattığı kısıtların aşılmasını, önceliklerin önceliği sayıyor. Burada sözü edilen, emperyalizme, onun işleyişine, düzenleme ve örgütlenmelerine bağımlılıktır. Ülkemiz açısından, onun asıl sahipleri olan emekçi sınıflar açısından gerçek bir kurtuluştan söz edebilmek için emperyalizme bağımlılığın ortadan kaldırılması önceliklerin en başında yer alır. Bu noktada herhangi bir soru işareti bulunmamalıdır. 

İki ilkesel tutumla birlikte…

Biri, 1923 cumhuriyetinin eksik gedik sağladığı kazanımın neredeyse tümden ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanmak üzere olan laiklik karşıtı düzenleme ve uygulamaları hedef alan güçlü bir savunma hattının oluşturulması. Bunun emekçi sınıfların hak ve özgürlüklerinin geliştirilmesi bakımından vazgeçilmez öneminin kavratılarak yığınların desteğinin sağlanması. Kısaca, cumhuriyet ilanından bugüne kadar olup bitenlerden ders çıkarılarak, ülke yönetimini gerçek anlamda laikleştirici ilke ve hedeflerin geliştirilmesi.

Bir de, her ikisini de hem belirleyen hem başarısını güvence altına alan bir başka ilkesel tutum: Bütün sorunlara ve çözüm geliştirme çabalarına yaklaşırken egemen olması gereken sınıfsal bakış açısı. Böyle bir bakış açısıyla, emekçi sınıfların git gide ağırlaşan yoksullaşmasına karşı her günkü mücadeleye ve bu sorunu kökten çözecek sosyalist üretim biçimine ilişkin başlıca öngörülerle tasarımların geliştirilip benimsetilmesi.

Şu son söylediğimizin gereği, bugünün yoksul emekçi yığınlarını perişan eden pahalılık ve işsizlik türünden sorunların kesin olarak ortadan kaldırılmasına ilişkin çözümlerin ısrarla önerilip savunulmasıdır. Biraz daha somutlaştırılırsa, emekçilerin belini büken, çok yakın gelecekte daha da bükeceği besbelli olan fatura zulmüne karşı kesin çözümün kamusallaştırma olduğunu bıkmadan yinelemek gerekiyor. Sözcüğü böyle yazarken, “galat-ı meşhur” durumuna gelmiş, yanlış olduğu halde yaygın kullanılır olmuş kamulaştırma yerine bir kez olsun doğrusunu hatırlatmak istiyorum. Ama çok da ısrarcı olacak değilim; çünkü, o eskimiş deyişi biliyorum: “Galat-ı meşhur fasih-i mecruhtan evlâdır.” Türkçesini de yazalım: Yaygınlaşmış yanlış, terk edilmiş doğru sözden üstündür. Biraz da anlamına ilişkin yorum ekleyelim: Sözün doğrusu, düzeltmek için çok zaman gerektirecek kadar eskiden beri unutulmuşsa, o kadar uzun zamanı harcamak yerine, ne anlattığı anlaşılmak koşuluyla yanlış olan sözü kullanmakta büyük bir sakınca yoktur. 

Şimdi devam edelim ve şuraya gelelim: Emekçilerin dayanılmaz düzeylere ulaşmış yoksulluğunu ortadan kaldırmanın vazgeçilmez önkoşullarından biri, halkımızın onyıllardır birikmiş emeklerinin üstüne çöken vahşi özelleştirmelerin tersine çevrilmesidir. Simgesel olarak ya da kâğıt üzerinde Demirel ile Özal’ın “24 Ocak Kararları”yla başlatılabilecek süreçte gasp edilen varlıklarımız geri alınmadan, perişanlığımız sona ermez.

Bundan yaklaşık 45 yıl önce tamamladığımız “karşı plan” çalışmasında, ulusal ekonomiyi kamusal denetim altına almak için, örneğin imalat sanayiinde, çok yaygın kamulaştırmalara gerek olmayacağı, o zamanki beş büyük özel bankanın kamulaştırılması ile toplam mevduatın yüzde 95’inin, kredilerin ise yüzde 94’ünün denetim altına alınmasının sağlanacağı, ayrıca ek önlemlere gerek kalmadan sigortacılık kesiminin de kamu denetimine alınmasının mümkün olacağı ortaya çıkmıştı. Bugünse, aradan geçen özelleştirme vahşetinin ardından, yaygın kamulaştırmaların zorunlu olacağı anlaşılıyor.

Ancak, bu zorunluluğun, “mümkün ve muhtemel” bir kurtuluş iktidarının ekonomik programı için ağır bir finansman sıkıntısı yaratacağı sanılmamalı. Bizim Yalçın Hoca, kendi deyişiyle “gönüllü sürgün”ünden gönderdiği bir yazısında, Ekim 1997’de, sorunu sıkıntısızca çözmenin barışçı bir yolunu önermişti:

“Toplumun işletmelerini üzerine geçiren bu kara para babalarına, bizim açımızdan bunun bir mülk devri değil, bir irade dışı satış olduğu duyurulmalıdır. İktidarımızın ilk gününde, 24 Ocak 1980 tarihinden itibaren gerçekleşen bu tür zorunlu satışların hepsinin kamuya iade edileceği, paralarının faiziyle geri verileceği, ancak o tarihten beri o işletmeleri kamu adına kullandıkları kabul edilerek, kârlarının mahsup edileceği ilan edilmelidir.”

Ayrıca, gerekli değil ama isteyen hesaplayabilir, böyle bir mahsup işleminin sonunda kamu mallarının üstüne çökenlerin borçlu çıkması yüksek olasılıktır. 

Toparlayalım.

Bugün ülkemizde toplumsal ve siyasal kökeni ne olursa olsun bütün devrimciler için üzerinde birleşerek birlikte yürünebilecek üç ilke var. Birincisi, her şeye sınıf açısından bakarak emekçi sınıfların güncel ve tarihsel çıkarlarını gözetmektir. İkincisi, bu çıkarların amansız düşmanı ve kapitalizmin son aşaması olan emperyalizme, onun bütün örgütlenmelerine ikirciksiz bir karşıtlığı esas almaktır. Üçüncüsü, emekçi insanları yoksulluklarına ve yoksunluklarına şükretmeye zorlayan dinci gericiliğe karşı onların akıllarını özgürleştirecek bir laiklik mücadelesini bunlarla kaynaştırmaktır.

Emekçi sınıf ve katmanlar ile onların örgütleri hem son derece güncel olan hem de daha ileri adımları mümkün ve zorunlu kılan bu üç ilkeyi ne kadar benimser, onların gerçekleşmesi için ne kadar kararlı davranırlarsa, kurtuluşumuz o kadar yakınlaşır. 

Hiçbir seçim devrimcilerin bu kararlılıkla oluşmuş birlikteliğinden daha önemli olamaz.