...Türkiye’nin artık bir Kolombiya haline gelip gelmediğini sormuştum. Sedat Peker, AKP ile ters düşmemiş, Binali Yıldırım’ın oğlunun peynir ticareti ortaya çıkmamıştı...

Devlet, vatan, uyuşturucu

Yıllar önce Antalya Konyaaltı kitap fuarında genç bir gazeteci olarak ABC gazetesi adına röportaj yapmak için Erol Mütercimleri bekliyordum. O sıralar meşhur kokain kaçakçısı/ tüccarı Pablo Esbobar’ın hayatını konu edinen ve Netflix’te yayınlanan ‘Narcos’ dizisinin popülerliği devam ediyordu.1 Yüksek lisans dönemimde bu dizinin içeriğine dair akademik bir çalışmada yapıyor olmanın özgüveniyle Mütercimlere, Türkiye’nin artık bir Kolombiya haline gelip gelmediğini sormuştum. Sedat Peker, AKP ile ters düşmemiş, Binali Yıldırım’ın oğlunun peynir ticareti ortaya çıkmamıştı. Küresel bir salgın henüz söz konusu bile olmadığı için eski iş bilir ulaştırma bakanın oğlu, Venezuela’ya yardım konvoyu çıkarmamıştı. Bu yüzden Erol Mütercimlere sorduğum sorunun ağırlığını bugün daha iyi hissediyorum. Tam bu noktada okuyucuya hassas bir yönlendirme yapmak isterim ‘Türkiye ve Kolombiya’ teşbihini yaparken asla Kolombiya ulusunu daha aşağıda bir yerde konumlandırmak gibi bir gayem olmadı. Televizyonlarda ve gazetelerde bu tarz bir söylemi duyduğumda ya da okuduğumda çok sinirlenirim. ‘Türkiye, Afrika ülkelerinin bile gerisine düştü’ derler.  Parçası olduğu ulusun başka uluslar üzerinde böylesi hiyerarşik konumlamayla değerlendirenlerin Avrupa ideolojisinin aşağılamalarına tepkili yaklaşmaması gerekiyor. Konumuza dönelim. Mütercimler, tahmin ettiğim gibi bu soruya ‘Türkiye asla Kolombiya olamaz’ diye yanıt vermişti. Oysa o zamanda sezdiğim gibi belki de daha da kötü bir durumdaydık da haberimiz yoktu. Haberimizin olmuyor olması elbette bizim suçumuz. Çünkü bu alana ilişkin pek çok değerli çalışma yapıldı.

Geçtiğimiz günlerde yayınlanan ‘Eymür’ röportajında okuduğumuz gibi vatan sevdalısı teröristler uyuşturucu işini çok seviyordu. Sözde ASALA terörüne diz çöktürmüşlerdi, kocaman bir ulus, bir müptezeller sürüsü tarafından kurtarıldığına inandırıldı. Şimdi, her şeyin başladığı noktaya, ABD’nin soğuk savaş operasyonlarına dönelim. İki kitap bence burada oldukça önemli. Biri Amerikalı gazeteci Mark Bowden’in yazdığı ‘Pablo'yu Öldürmek (Killing Pablo)’ ve diğeri Talat Turhan ve Orhan Gökdemir’in yazdığı ‘Eymür’ isimli kitaplar.


Uyuşturucu baronları, Komünizmle savaş kılıfı adı altında toplumlara zerk edilen bir zehirdi. Emperyalistlerin altında ezilen uluslar sistemin bir gereği olarak fakirdi ve fakir insanlar bu zengin uyuşturucu baronlarının etki alanına çok çabuk girdi. Vatanı kızıl tehlikeden kurtaracak olan serdengeçtiler kadın ve uyuşturucu ticaretinin uzmanı olup çıktılar. Eymür’ün röportajında geçtiği üzere Çatlı parayı nereden bulacaktı? Farklı coğrafyalarda farklı kültürlerin içerisinde yazılan bu kitapların kesişim noktası azımsanacak gibi değil. Çünkü ABD’nin soğuk savaş stratejisinin temel ayakları aynı taktikler üzerine inşa ediliyordu. Kolombiya’nın modern tarihi önemli bir kırılma noktasından geçmişti. O noktada duran kişinin adı Fidel Alejandro Castro Ruz’du. Ülkede ABD desteğiyle başlayan suikast terörü, Castro’nun arkadaşlarının tasfiye edilmesiyle sonuçlandı. Ardından ülke yıllar boyunca derin acıların ve kültürel çürümenin tutsağı oldu. Bu tarihi merak edenler Bowden’in kitabını okuyabilir. Küba bugün Koronavirüs aşısı üretirken Kolombiya’nın hâlâ kokainle uğraşıyor olması oldukça acı. Narcos dizisini incelediğim makalede ise Castro’nun rolüne ağırlık verdiğim için hakemler tarafından eleştirildiğimi hatırlıyorum. Soğuk savaş refleksidir, okuduğumuz an mesajın ne olduğunu anlarız. Türkiye’de benzer bir terör dalgasının kurbanı olmuş ve en temiz, namuslu çocuklarını teröristlerin iddiasına göre vatan, devlet ve millet uğruna katletmiştir. Vatan dedikleri azgın sömürü, sınırsız bir uyuşukluk ve vahşi bir barbarlık üzerine inşa edildi. Okurun bildiği şeylere tekrar tekrar vurgu yapmayacağım.

Geçtiğimiz gün Dublin’de Garda Síochána’nın yaptığı operasyonda yaklaşık 350.000 € değerinde esrar ele geçirildi. Bu işi yapanlar İrlanda’ya nasıl gelmişlerdi? Dil okuluyla. Nereden? Türkiye’den. İki kuzen Oğuzhan Altuntaş (30) ve Burak Gürel (29) kafa kafaya vermiş böyle bir işe yelken açmışlar. Bahsi geçen uyuşturucu Altuntaş’ın yatağının altında bulunmuş (toplam 58 kg). Böylece bir kez daha ulusumuz ve milletimizle gurur duymuş olduk. Bitirim ikili haftaya tekrar mahkemeye çıkacaklar. Her ikisi de kefaretle serbest kalabilir (Altuntaş için 30.000 € ve Gürel için 10.000 €).2 İrlanda, güvenlik güçlerinin ve mahkemenin soruşturmayı ne kadar derinlikli yürüttüğünü bilemiyorum ama bu türden olaylar İrlanda açısından doğru değerlendirilmek ve analiz edilmek zorunda. Haberi yapan adliye muhabiri meslektaşım Tom Tuite ile görüştüm ve içeriğe dair temel sorular sordum. Tuite, bu olayın içerisinde İrlandalıların da yer aldığını ve olayın kriminal bir suç olduğunu söyledi. Ben, yine de bir parantez açılması gerektiğini düşünüyorum. Almanya’da yaşananlar göz ardı edilmemeli. Sözde Türkiye’nin çok gizli yapıları Osmanen Germania’yı kurmuş; kurulan bu örgütte uyuşturucu ve kadın ticareti yapılmıştı. Örgütün ana amacı Türkiye’den Almanya’ya göç etmek zorunda olan Kürt ve Türk muhalifleri bastırmaktı. Vahşice cinayetler işlediler ve yakayı çok az ele verdiler. İpin ucu acaba nerelere uzanıyor? Bugünün muhalif kahramanı, dünün muhalefet avcısı Sedat Peker bu örgüte ve Metin Külünk’e yardım ettiğini itiraf etti. İpin ucunda Avrupa’nın olup olmadığını bilemiyoruz. Gazetecilere ve yazarlara yapılan saldırıların failleri Avrupa’da da yakalanamıyor. Bu şüphe duymak için önemli bir gerekçe. Soğuk savaşın bir stratejisi olarak devletler pisliğe birbirleriyle beraber battıkları için birbirlerinin açıklarını kollamak zorunda kalıyorlar.

Eymür’e dönecek olursak, röportajında sürekli olarak namuslu ve dürüst insanın az bulunduğuna dikkat çekmiş. Ülkenin tüm yurtsever ve namuslu gençlerini acımasızca işkenceden geçiren ve yok eden bir suçlu bunu söylüyor. Türkiye’nin geldiği nokta her anlamda utanç verici. Bir ülkede solu kazımaya çalıştığınızda olacağı budur. Tüm lağım kapaklarını açar ve toplumu pis bir suyla yıkarsınız.

İşi bilenler istasyonlarını kolay yoldan para kazanarak (uyuşturucu ticareti üzerinden) kuruyorlar. Bu yüzden çanlar artık İrlanda için çalıyor olabilir. Yakalanan miktar göz önüne alındığında soruşturma derinlikli yürütülmez, zanlılar kefaletle serbest kalırsa geçmiş olsun. Ondan sonra Dublin sokaklarında rahat yürüyemiyoruz diye hayıflanmaya devam ederiz.

Mark Bowden ya da Orhan Gökdemir; tüm zorluklara rağmen gerçeği yazan gazetecilerin hepimize vermek istediği ortak bir mesaj var. Eğer onurlu bir ulus olacak ve bu pisliği temizleyeceksek köklü bir değişikliğe ve devrime ihtiyacımız var. Bu öyle bir devrim olmalı ki bir daha asla Haluk Kırcı gibi katiller televizyon ekranlarından kendilerini aklamaya cüret edemesin.