Türkiye piyasacılığın geri çekileceği ve kamuculuğun alanının genişleyeceği; dinselleşmenin budanacağı ve laikliğin geri geleceği bir evreye girmeye artık yazgılıdır. Girmekteyiz.
Sokakta banknot dağıtan Erdoğan depremin sürdüğünü anlamamıştı. “Dağıtın bunları” diyen Bahçeli de... Taraftara stadyum yasağı getirenler olmakta olanı göremiyorlar. “Gelir elde etmek için satıyoruz” diyen Kızılay yetkililerinin aklı hiç almıyor… TKP'lilere trafik cezası kesip duran Osmaniye polisinin, iddianame yazmaya kalkan savcının bütün algıları kapanmışa benziyor. Masa deviren Akşener de anlayışsızlardan biri olduğunu göstermiş bulunuyor.
Oysa deprem sürüyor. Afet bölgesindekilere hakaret davası açmamaya karar vermesi, Erdoğan’ın olup bitenin ayırdına vardığını göstermeye yetmez. Kimileri, memlekette standart idareci üslubu haline gelen “yaptım yine yaparım” ilkesini esnetmek zorunda kaldı tabii; ama Kızılay Başkanı “bana sormadılar” diye, bölge belediye başkanları “ama çok şiddetliydi” veya “yalnız bırakıldım” diye sıyrılabileceklerini sanıyorlarsa çok yanılırlar. Depremin tetiklediği değişimi görmüşlerse bile, bunun boyutlarını kavramaktan çok uzaklar.
2023 Şubat ayında sadece fay hatları kırılmadı. Türkiye’nin kimine göre 20 küsur yıllık AKP’li, ama eğer Erdoğan’ın bir Evren-Özal sentezi olduğu düşünülürse, aslında kırk küsur yıllık ideolojik ve politik yapılanması kırıldı.
Hey şey mi mantıksal uçlarına kadar gider? Evren kürsüden ayet okumuşsa, ülkenin bütün kurumları kutsal kitaba bağlanmaya nasıl kalkılır? Özal’dan ilhamla “tüccar siyaset” dendi diye, yardım kuruluşu evi yıkılana bile çadır satmaya mı kalkar!
Tam da öyle yaptılar! Türkiye, dinselleşmede ve piyasalaşmada, sürecin mantığına uygun, yani kendi içinde tutarlı; ama toplumun dayanamayacağı en aşırı noktalara itildi. Bir yandan Doğu Anadolu fayına sismik enerji yüklenirken, diğer yandan da toplumsal gerilim alabildiğine arttırıldı. 6 Şubat yıkımının özgün bağlamı işte bu çakışmadır.
Görüldü ki, sosyal devletin her bir milimetresini sermayenin kârından çalınmış sayanlar, operasyonu gidebileceği yere kadar götürmüşler. Bu operasyonun bilime, akla karşı bir huruç harekâtı olması rastlantı değil kaçınılmazdır.
Sosyal devletin ve aydınlanmanın imhası, yer depreminin yarattığı yıkımı doruğa taşıdı. Ve yer depremi sosyal devletin ve aydınlanmanın tasfiyesini bir toplumsal depreme dönüştürdü. Sadece büyük kara kütleleri hareket etmedi. Türkiye’nin ideolojik ve politik haritası değişiyor. Meral Akşener bunu anlayamayanlardandır. Sağ bunu anlama kabiliyetinden yoksundur.
Kısa süre içinde hangi pazarlık maddelerinin masanın bir ayağını kırdığı açıklık kazanacaktır. İlkesiz ve kirli siyaset bir mayın tarlasıdır; bir de bakmışsınız, biri üstüne basıvermiş… Ancak Akşener o adımı fayın kırılmasından sonra ve ideolojik ve politik kütleler harekete geçmişken attı. Hem masayı hem kendi siyasi varlığını patlatırken, çıkar sevdasının yanı sıra içine girdiğimiz toplumsal değişimin olası sonuçlarını önlemeyi de amaçlamış olmalı. Değişimin karakterini anlamaktan uzak, nafile bir çaba…
Çaresi yok! Türkiye piyasacılığın geri çekileceği ve kamuculuğun alanının genişleyeceği; dinselleşmenin budanacağı ve laikliğin geri geleceği bir evreye girmeye artık yazgılıdır. Girmekteyiz.
İyi Parti’nin misyonu sermaye yağmacılığının ve yobaz akılsızlığın tahttan inmesine engel olmaktır. Ana muhalefet blokunu patlatma cüreti, kirli pazarlıklarda çıkan anlaşmazlıklarla bu misyonun çakışmasından türemiştir. Akşener açık konuşsa, bir noktada haklı çıkacak: Millet İttifakı’nın, içine girilen süreci engellemeye gücü yetmez. AKP düştükten sonra AKP’ciliği, Erdoğan’dan sonra Erdoğancılığı, depremden sonra piyasacılığı ve dinciliği ayakta tutmayı kimse sağlayamayacak. Akşener’e, pazarlıkta maceracı bir cüret kazandıran, mimarlarından biri olduğu 20 ila 40 yıllık sağ yapılanmayı koruma azmidir.
Ama anlamıyorlar. Türkiye’de kamuculuğun ve laikliğin sahnesi kurulacak. Bu deprem ülkemizi başka bir ideolojik-politik haritaya taşıyacak.