'Boşuna bir çaba! Buna karşılık, ödül vermekle onun yıllar sürmüş dürüst ve yetenekli emeği ile kazandığı saygınlıktan yararlanma niyetinin çok da boşuna olduğu söylenemez.'

Can sıkıcı bir yazı

Can sıkıcı olan hangisi, karar veremedim. Bu yazı mı, yoksa Fatih Yaşlı’nın Çarşamba günü burada okuduğum yazısı mı?

Doğru yanıt, galiba şu: Her ikisi de. Yazmak üzere oturduğum ilki de öyle, onun yazılmasına yol açan ikincisi de. Fatih’in yazdıklarına katılmıyor değilim; belki bazı anlatımlarını değiştirerek, imzamı atarım. Ama bu durum can sıkıcılığı ortadan kaldırmıyor.

Kaldırmıyor; çünkü, ilk gençliğimden bu yana izleyip sevdiğim, sevmenin ötesinde bizim tarafta olduğu için gücümüzün arttığını düşündüğüm bir sanatçıyla ilgili, her nasılsa atladığım bir olayı öğrenmiş oldum. Olay demek abartılı mıdır, bence hayır, ama hemen belirtmeliyim, böyle bir olayın adı geçen sanatçının bizim tarafta olmaklığını ortadan kaldırdığını kimse söyleyemez. Şimdiye kadar yazılmış ve yazılmakta olan yazıları yazanlar da içinde olmak üzere…

Bundan sonra yazacaklarım, buraya kadar olanlar öyle değilse eğer, aşırı duygusal bulunabilir. Aşırı sözcüğü atılırsa, çok fazla itiraz etmem.

***

Baştan beri adını vermeden söz ettiğim sanatçı, Genco Erkal idi. Meğer, bizim Genco, en son Vehbi Koç ödülünü kazanmış; kazandığı ödüller pek çoktur, ödüllerin sanatçılar için destekleyici olabildiği varsayımıyla ve ödüle adını veren zat-ı muhterem ile benzerlerinin bu varsayımı geçersizleştirdiğini ekleyerek. Bir de, kazanmış sözcüğünün üstünü çizip, almış diye yazıyorum. Sanatçılara, herkesin bildiği üzere, çeşitli ödüller verilir. Genellikle dersem onlara saygısızlık olacağından kuşkulansam da öyle demekten vazgeçmeyeceğim, genellikle sanatçılar o ödülleri kabul ederler. Bunun nedenleri birden çok ve bazıları anlaşılır olmakla birlikte, sanatçılığın gereğini yapanlarda, ayrıca, doğası gereği kolektif emeğin belirgin olduğu sanatlarda, reddedişler de az değildir.

Sözü daha fazla dolaştırmadan sadede gelelim: Bizim Genco’dan bir red beklerdim doğrusu. Onu çok yakından tanıyanlar, bu beklentimin pek naifçe olduğunu ileri sürebilirler. Bilemem. Haklı olabilirler mi, tartışacak durumda değilim; çünkü öyle bir yakınlığım, hatta hiç tanışmışlığım yok. Keşke olsaydı. Niyetim bu tür itirazları irdelemek değil; sorunun ya da, sorun düzeyine yükseltmeden söylenirse, konunun iki yanı, ödülü alan ile veren üzerinde durmak.

Birincisi için, önce, Genco’dan neden bizim diye söz ettiğimi belirtmeliyim. Bunun da iki yanı var. İlki, bu sanatçımızın bugüne kadar yaptıklarıyla, şu ya da bu biçimde içinde yer aldığı mücadele ve ortaya koyduğu tavırla ilgili. Bu açıdan o bizim sanatçımızdır. Ne kadar yakınlığımız sınırlı olsa da öyle deriz.

İkinci yan ise, kimi ne kadar ilgilendirir bilmem de, kendi kişisel geçmişimden kaynaklanıyor. Genco Erkal, bizim tiyatro tarihimizin, onun özellikle cumhuriyet dönemindeki bölümünün önemli kurumlarından biri olan Genç Oyuncular’ın kurucuları arasındadır. Kurum, dediysem, yanlış anlaşılmasın, bildiğim kadarıyla, İTÜ ve Galatasaray Lisesi öğrencilerinin çoğunlukta olduğu bir grup gencin 1957 yılının Ağustos ayında oluşturdukları bir topluluk. Oradan daha sonraki ilerici tiyatro çalışmalarını etkileyen ve oralara kayda değer kadro yetiştiren bir akım ortaya çıkıyor. Akım demekle biraz abartmış olabilirim; sonraki yılları epeyce etkilemiştir, demek istiyorum. O yıllardan 7-8 yıl sonra, altmışların ortalarına gelirken, benim bir tiyatro öğretmenim olmuştu. Düzeltiyorum, tiyatroda ve solculukta ilk öğretmenim. İlk öğretmen çok önemlidir, belirtmeye gerek yok. Birkaç kez yazmışımdır, adı Üstün Korugan idi. Biz liseye başlamışken, o üniversiteliydi. Yanlış hatırlamıyorsam, İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin oluşturdukları tiyatro derneğinin, ya da adı her neyse, bir gençlik tiyatrosu örgütlenmesinin içindeydi. Oysa, kendisi bir tıp öğrencisiydi. Hani, bizde çok söylenmiştir, yergi midir övgü müdür emin değilim, tıbbiyeden her şey çıkar doktordan başka, derler; o tiyatroculuk yaptı ve doktor da çıktı, profesör bile oldu. Genç Oyuncular ile bir ilgisi, yakınlığı, bağlantısı vardı. Ara sıra Genco’dan söz ettiği olurdu; ama bize pantomim hocalığı yaparken kendisinin pantomim hocası olan Oğuz Aral’ı sık sık anlattığını hâlâ hatırlarım. Çok erken göçtü aramızdan Üstün Ağabey. O zamandan beri, demek aşağı yukarı 60 yıldır Genco’yu izlerim, yaptıklarından övünç duyarım, iyi ki bizim tarafta derim.

Dolayısıyla, bu ödül hikâyesini öğrendiğimde, dehşetli üzüldüm. Bir iki gündür bir özür arıyorum, bir hafifletme, bir tevil yolu. Sağı solu karıştırdım. İlkin, onca yıldır, tiyatrocu olarak ayakta durmaya çalışıyorlar, bu da parasız olmaz, olsa da çok sürmez diyerek bakındım. Ödülün 100 bin amerikan doları olduğunu buldum bir yerlerde. Tamam, dedim, karşılığında ödenecek bedel az buz değil ama, para da çok küçük sayılmaz, böyle bir direngen tiyatro açısından epey bir eksiği gediği kapatır. Ama, hemen ardından, ödül töreninde Genco’nun o parayı “depremzedeler ve kız çocuklarının eğitimi” için bağışladığını okudum. Ne kadar güzel! Güzel de, demek ki o kadar da zor durumda değiller tiyatro olarak, diye akla gelmez mi?

Sonra, oraya buraya bakınmaya devam ettim. Büyük kapitalistin adıyla anılan ve tek oğulun çocuklarından ortancasının başında bulunduğu vakfın sitesine girdim. Şu tuhaflığı alçaklığından aşağı kalmayan düzenin her anlamda ezdiği geniş kitleleri ardından koşturan bir spor kuruluşunun başında, herhalde eksik kalmış tatmin duygularından birini doyurmaya çabalayan küçük torun olsa böyle konuşmazdı, kim bilir ne abuk sabuk laflar ederdi diyerek okurken şöyle bir cümleye rastladım:

"Genco Erkal, inandığı doğrulardan kat’iyyen şaşmadı; toplumcu söyleminden hiçbir zaman ödün vermedi."

Böyle demiş Ömer M. Koç. Güzel. Bu cümle bir doğrunun anlatımı. Ama, ödülü verirken bu konuşmayı yapan, “toplumcu” sözcüğünün ne anlama geldiğini biliyor mu acaba? Bunun “sosyalizm” sözcüğünün Türkçe karşılığı olarak onlarca yıldır kullanıldığının, sosyalistlerin fazla yüz vermemeleri yüzünden pek de yaygınlaşmadığının farkında mı? Farkındaysa, bizim Genco’yu bizden almak için ayartmaya mı çalışıyor? Bizden ödül almakla sosyalistliğine zarar gelmez, için rahat olsun mu demek istiyor?

Boşuna bir çaba! Buna karşılık, ödül vermekle onun yıllar sürmüş dürüst ve yetenekli emeği ile kazandığı saygınlıktan yararlanma niyetinin çok da boşuna olduğu söylenemez.

Bizim Genco o ödülü alırken, keşke almasaymış, söylediklerinin sonunda şunları da eklemiş:

"Tek dileğim, 10 gün sonra, 15 Mayıs'ta, 21 yıldır üzerimize çöken bu karabasandan kurtulmak ve aydınlık bir ülkeye ulaşmaktır."

Bu bilgiyi aldığım odatv haberinde şöyle bir ek de var:

“Erkal'n bu sözleri, davetlilerin önemli bir bölümü tarafından alkışlandı.”

Hımm, demek bu sözleri alkışlayan da olmuş, alkışlamayan da! Peki, buradaki “önemli bir bölümü” ne anlama geliyor? Önemli sözcüğüyle anlatılmak istenen çoğunluk mu, çoğunluksa ne kadarlık bir çoğunluk? Alkışlamayanlardan başka bir tepki gelmiş mi? Bir yığın soru işte…

Ayrıca, aynı vakfın resmi sitesinde Genco’nun bu son sözlerine yer verilmediği de görülüyor. Sansür dersek abartmış mı oluruz? Şaşırtıcı değildir. Atalarının öğüdüdür, düzen partileri arasında açık açık taraf olmazlar ya da bunu en son tercih olarak tutarlar.

Bunlara boş vermeliyiz. Çoktan öğrenmiş olmamız gerekir, burjuvazi dediğimiz sınıftan gelecek bir hayır yoktur. Üç gün sonra da üç ay ya da üç yıl yahut bilmem kaç yıl sonra da…

Sanatçılarımız bizimdir. Onları bırakmayız. Onlar da kolay kolay bir yere kapılıp gitmezler zaten. Hele bu cümle alemin bildiği sömürgenlerin iğvasına, Nâzım Baba böyle demişti zamanında, şimdi biz öz Türkçesini söyleyelim, ayartmasına hiç kapılmazlar!

***

Bitirdik bitirmesine de üniversitede ayrı bölümlerdeyken ortak seçmeli derslerde sınıf arkadaşlığı yaptığımız Galip Yalman’ın, Fatih’in değindiği eski bir yazısında, devlet-sermaye ilişkisini karartan, “ceberrut devlet”e karşı durduğu için muhalif görünmekle birlikte piyasacılığı çözüm olarak sunan Türkiye liberalizmi çözümlemesine bir göndermede bulunmadan nokta koymayalım. Galip’le Halit Çelenk Ödülleri töreninde karşılaşıp ayak üstü sevgili hocamız Rona Aybay’ı anmıştık.Birkaç gün sonra da eski bir yazısı dolayısıyla buluşmuş olduk. İyidir, ne diyelim…