"İşte bir tarafta Sabancı'nın botu, diğer tarafta savaşla, ekonomik yıkımlarla dünyaları yok edilen insanların botu! Aynı gemide olmadığımız gibi aynı botta falan da değiliz!"

Bir tarafta Sabancı'nın botu, diğer tarafta yoksul göçmenlerin botu

"Türkiye'den Almanya'ya iltica edenlerin sayısı yüzde 290 arttı. Sekiz ayda iltica isteyenlerin sayısı 30 bini buldu. Türkiye, Almanya'ya ilticadaki ilk 10 ülkeden yedisinin toplamını geçmiş oldu. Ayrıca Türkiye, ilticada Suriye'den sonra ikinci sırada."1

Avrupa'nın sınırlarında insan hakları ihlal ediliyor. Hatta bu öyle bir seviyeye gelmiş durumda ki, bu köşede daha önce de vurgulamaya çalıştığım gibi, Akdeniz ve Ege tüm insanlığın gözleri önünde açık bir Nazi ölüm kampına dönüşmüş durumda.

Sermaye medyası bir kez daha bu konuda ideolojik perdeleme görevini yapmaya devam ediyor. Türkiye'den Avrupa'ya doğru yapılan göçü, üstün eğitimli insanların fantastik bir göç hikâyesi gibi anlatıyor. “Beyin Göçü” olarak kodladıkları bu hikâyenin ardında çok daha başka ve doğrudan işçi sınıfını ilgilendiren meseleler var. Tüm meslek gruplarından insanlar daha iyi bir yaşam için göç etmeyi, önemli bir anahtar olarak görüyor. Savaş coğrafyalarının ve onların insanlarının yaşadığı trajedilerin doğrudan muhatabıyız artık. Televizyon programlarında bunu topluma anlatmaya gayret ediyorum, bu noktada inatçı olmak zorundayız, bu işi yapan herkese önemli bir sorumluluk düşüyor. Geçen seneki rakamlarda üçüncü sırada olduğumuz bir gerçek iken, bu sıralamada bu sene yükseleceğimiz neredeyse buz gibi ortadaydı. Göç meselesini merkez medyanın insafına bırakamayız. Zira, oradan yükselen popülizm, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının da aleyhine işliyor. Bu konularda ihtiyacımız olan en son şey kör milliyetçilik. İhtiyacımız olan tek şeyse sınıf perspektifi.

Barış Büyüksu'nun hikâyesini soL’daki köşemde "Türkiye’nin göç yolunda, sınırlarda ölen gençleri" başlığı altında okurlarıma duyurmuştum. Barış'ın ailesi bu yazıyı aylar sonra adalet mücadelesi verirken okudu ve bana ulaştı. Şimdi aile çok zorlu bir mücadelenin içerisinde. Aileye, Çağdaş Hukukçular destek oluyor. Hani o kapatılan, başkanları Selçuk Kozağaçlı'nın cezaevinde tutsak edildiği dernek. İşte o dernek aileye sahip çıkıyor ve tüm dünyaya emsal olacak hukuki bir sonuç alabilmek için elinden geleni yapıyor.

Barış’ın kuzeni Metin Bircan, olayın içeriğine dair, kimi önemli kısımlarını yazılmamak kaydıyla anlattı. Şu kadarını söyleyebilirim ki Yunanistan'da olanlar, geçmişte Türkiye'de gerçekleşen faili meçhul cinayetlere çok benziyor. Sözde düşman iki NATO ülkesi, Türkiye ve Yunanistan'ın kardeş olduğu pek çok konu var gibi görünüyor.

Metin Bircan, ailenin verdiği mücadeleyle ilgili son gelişmeleri şöyle anlatıyor:

"Barış, 21 Ekim 2022’de Yunan Güvenlik Güçleri tarafından Kos adasında bulunan ve Kos adasından Atina’ya oradan da Fransa’ya hareket edecek olan feribotun içerisinden Yunan Güvenlik güçleri tarafından alınıp, bilmediği bir yere götürülüp, orada da görgü tanıklarının ifadesine göre gün boyu elektrikle işkence ediliyor. Sonrasında beraberindeki 16 Filistinli göçmenle birlikte bir bota atılıp Türk karasularına itiliyor.

Burada yani Türk karasularında sahil güvenlik ekipleri Barış’ı ve beraberindeki 16 Filistinli göçmeni fark edip Barış’ın ağır yaralı olduğunu anlayarak acil yardım hattından ambulans isteniyor fakat ambulans gelip müdahale edilene kadar Barış’ın vefat ettiği anlaşılıyor. Sonrasında geçen 3 aylık sürede birçok medya kuruluşu ile irtibat kurmak istedik fakat bazıları dönüş yapıp haber yaparken bazıları hiçbir şekilde tarafımıza dönüş sağlamadı. Bu süre zarfında Çağdaş Hukukçular Derneği’nden Veysel OK ile uzun uğraşlar sonucu mail üzerinden irtibata geçtik ve Veysel Bey bizleri Çağdaş Hukukçular ile görüştürdü. Çağdaş Hukukçular, dosyanın aynı zamanda Yunanistan tarafında da takip edilmesi gerektiğini belirtti, bunun için de orada bulunan ve göçmen haklarını savunan Legal Centre Lesvos derneği ile bizi tanıştırdı ve oradaki Avukat VİCKY hanıma gerekli vekaletnameyi verdik. Hem Türkiye Hem de Yunan ayağında bundan sonra gerekli takipler başladı.

5 Temmuz’da aldığımız karar ile ailesi CİMERE yazdı, dosyanın akıbeti soruldu. CİMERden tarafımıza Rodos Başkonsolosluğu’nun cevap maili geldi. Mailin içeriği şöyle idi; 5 Ocak’tan beri T.C Adalet Bakanlığı’nda bekletilen dosya T.C Dışişleri’ne gönderilmiş ve hemen aynı gün T.C Dışişleri de dosyayı Rodos Başkonsolosluğu’na göndermiş, 17 Temmuz’da da Rodos Başkonsolosluğu’ndan Atina Büyükelçiliği’ne, hemen arkasından Atina Büyükelçiği tarafından da Yunan Dışişleri’ne dosyanın bize bildirilen protokol numarası ile gönderildiği maillerimizde yer almaktadır.

Bu bilgilerden hemen sonra Yunanistan da bulunan avukatlarımız girişime bulunup hem Yunan Adalet Bakanlığı’na hem de Yunan Dışişleri’ne mail atmıştır. Fakat dışişlerinden bir memur avukatlarımızı aramış olup böyle bir dosyanın kendilerine gelmediğini, belki dışişlerinde başka bir birime gittiğini bildiriyor, avukatlarımız bunun üzerine dışişlerindeki diğer tüm alt birimlerine mail atıyor ama hala bir cevap alamadılar. Cevap alamadıkları için böyle bir dosyanın gelip gelmediği belli olmadığından bu davaya dahil olamıyorlar.

Diğer taraftan 9 ay aradan sonra Türkiye’nin böyle bir girişimde bulunması bunun da kamuoyu baskısı ile olması aslında ne kadar suistimal edildiğini gösteriyor. Barış 19 yaşında çocuk denebilecek yaşlarda maalesef çeşitli suçlar işledi. Adam yaralama, arkadaşları ile çocuk yaşta yaptıkları kavgalar, gasp gibi suçların yaşını doldurduktan sonra cezaya dönüşmesinden dolayı yaklaşık olarak 10 senedir ceza yatmaktaydı. Bu süre zarfında topluma yararlı bir birey olabilmek ve çocukken işlediği suçları bir daha yapmamak adına kendini geliştirmiş, içerde olduğu süre zarfında birini bitirmek üzere 3 üniversite okumuştu. Pandemi döneminde cezası çok bulunmayan mahkumların dışarı çıkarılıp pandemiyi dışarıda geçirmesi için serbest bırakılmış fakat hala mahkûm görünmekteydi. Hükümlülüğü devam ettiği için Barış’ı hiçbir yer işe almıyordu. Yaklaşık 1,5 yıl bu şekilde işsiz kalan Barış çareyi kaçak olarak Yunanistan’a gitmekle buldu.

Bodrum Cumhuriyet Başsavcısı, Barış'ın ölümümün Yunanistan tarafından yapılan 350. ölüm olduğunu, Barış’ın en büyük şansının daha önce cezaevi yatmış olup parmak izi tespitiyle cesedin kendisine ait olduğunun anlaşıldığını bildirdi. Yani Barış kimsesizler mezarlığına da defnedilebilir ve bizler ömür boyu Barış’a ne oldu diye arayabilirdik. Buna rağmen hala görüştüğümüz konuştuğumuz bize haberinizi yapacağız diyen bir çok yayın kuruluşu sonrasında vazgeçip telefonlarımıza cevap vermemektedir. Sesimizi daha fazla kişiye duyurup Türk hükümetinin Yunan hükümeti üzerinde baskı kurmasını sağlamalıyız. Çünkü avukatlarımız iki ülke yetkilileri üzerinden davanın yürümesinin daha net sonuçlar aldıracağını düşünmektedir."

İşte kuzen Metin Bircan'ın tanıklığında, acı bir biçimde yaşamını yitirmiş Barış'ın trajik öyküsü. Bodrum Cumhuriyet Başsavcılığı'nın tarihe bıraktığı notu tekrar yazmak gerekiyor. Barış'ın öldüğü gibi, Yunanistan tarafından kaynaklı, yalnızca Bodrum Başsavcılığının tespit ettiği sayıyla, toplamda 350 insan ölüyor. Barış Büyüksu'nun yaşadığı trajediyi ilk kaleme alışımda emekli diplomat Engin Solakoğlu'ndan görüş aldım. Emekli bir diplomatın sözleri belki bir yerlere ulaşır ve hâlâ yurtseverlik duyguları taşıyan konsolosluk çalışanları varsa onları harekete geçirebiliriz umuduyla hareket etmiştim. Şimdi, artık bu noktada onlara bir çağrı yapmak gerekiyor. Türkiye'nin Yunanistan'daki diplomatlarına sesleniyorum! Görevinizi yapın ve ülkenizin kimliğini taşıyan bir yurttaşa karşı yapılan bu muamelenin hesabını sorun! Orada hâlâ çalışan bir yurtsever varsa sesimi duyacaktır.

Ali Sabancı, eşiyle birlikte korkunç bir kaza geçirdi. Tüm Yunanistan ve Türkiye ayağa kalktı. Ne güzel bir insanı yaşatmaya çalışmak. Yine de bir gerçek var ki o sularda kimilerinin botlarına insan hayatı kurtarmak için atılganlık gösteren Yunan Sahil Güvenliği, kimilerinin botlarına mızraklar batırıyordu. “Avrupalı beyaz adam bu barbarlığı yapıyor” deyip kimse paçayı sıyırmaya kalkmasın. AB ile imzalanan geri itme, öldürme ve yok etme anlaşmasının tarafıyız. Türkiye, bu anlaşmanın tarafı olarak işlenen cinayetlerin doğrudan sorumlusu olacaktır. İnsanlık adına utanç vesikası olan bu anlaşma derhal yırtılıp atılmalıdır.

Ege ve Akdeniz'de sadece Suriyeli ya da Afganların öldüğünü mü düşünüyorsunuz? Eğer öyleyse çok yanılıyorsunuz. İşte bir tarafta Sabancı'nın botu, diğer tarafta savaşla, ekonomik yıkımlarla dünyaları yok edilen insanların botu! Aynı gemide olmadığımız gibi aynı botta falan da değiliz!