Atatürk’ten sonra da uzun yıllar Başkentin kalbinin attığı mekânlar arasında yer alan Merkez Lokantası, tam anlamıyla Cumhuriyete tanıklık etmiş bir toplumsal hafıza merkezi idi.

Atatürk Orman Çiftliği ve Merkez Lokantası

Atatürk Orman Çiftliği ve Merkez Lokantası

Bozkırda Bir Toplumsal Vahaydı1

Unutulmamalıdır ki, Cumhuriyet rejimi, 1923’te, kendi toprağından öteyi vatan bilmeyen yoksul köylüler ülkesinde kurulmuştu. Gazi Mustafa Kemal’in Cumhuriyete doğru yürürken 1922’nin 1 Kasımında söylediği üreten köylü milletin efendisidir özdeyişi köylüyü çiftçi yapma ve kendi kaderine egemen olma hedefini gösteriyordu. İddialı hedeftir. Çünkü yoksulların zaferi ile sonuçlanan Milli Mücadelenin başta köylüler ve işçiler olmak üzere emeğin seferberliğiyle gerçekleştiğinin bilincindeki kadrolar bu toprakları bir ziraat memleketi olarak tanımlıyor ve işe 1924’te Köy Kanunu’nu çıkararak başlıyorlardı. Bu gelişmenin ana taşıyıcı kolonu örnek çiftlikler olacaktı. Ve bunun ilk örneği de AOÇ, Atatürk Orman Çiftliği’dir. Gelin Çiftliğin kuruluş yıllarına özet olarak bir göz atalım.2

14 Temmuz 1929 tarihli bu fotoğrafta Gazi’nin hüzünlü hali belki de AOÇ’nin bugününü  öngörmesindendir.

Atatürk Orman Çiftliği, bir özgürleşme hareketinin, özellikle tarımsal emeği, tarımı dönüştürme hareketinin deney alanı olmuştur. Bu proje, esas olarak kırsal insanın dönüştürülmesine yönelik Köy Enstitüleri ve Halkevleri ile birlikte değerlendirilmelidir.

Çiftlik, umutsuzluğun yerini güvene, kaderciliğin yerini mantığa, geleneksel olanın yerini bilim ve tekniğe bırakmasının en çarpıcı örneğidir.

Ankara'nın hemen yakınında, özellikle de son derece verimsiz, çorak ve bataklık bir alanın seçilmiş olması bir rastlantı değildir. Bu örnek kamu girişimi, genç Cumhuriyetin kararlılığının ve iradesinin de göstergesidir. Bozkır ve bataklıktan, bilim ve tekniği kullanarak ve uygulayarak kamu girişimciliğinin en güzel örneği verilmiş ve örnek bir çiftlik yaratılmıştır.

Proje, tarımsal bir çiftlik yaratılmasının ötesindedir. Tarımın kendisiyle ilişkili sınaî üretimi de gerçekleştirecek biçimde, birlikte geliştirilmesi ve bunlardan da önemlisi üretici güç insanın eğitilmesi ve dönüştürülmesi projesidir. Çiftlik için özellikle uygun çevresel koşulların olmadığı verimsiz topraklara sahip alanların seçilmiş olması, önyargıların yıkılması, olanaksız görünenin gerçekleştirilmesi, her şeyden önce halka, kendi gücüne güven duygusunun kazandırılması isteğinin önemli bir göstergesi olarak görülmelidir. Bu konuda Gazi Mustafa Kemal’in şu sözü çok çarpıcıdır: “Biz ıslah etmezsek kim ıslah edecek!” ve Gazi’nin talimatı nettir; “Yeşili görmeyen gözler renk zevkinden mahrumdur. Burasını öyle ağaçlandırınız ki kör bir insan dahi yeşillikler arasında olduğunu fark etsin”.

Çiftlik, 5 Mayıs 1925 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk tarafından kendi adına 20 bin dekar civarında bir arazinin satın alınmasıyla Gazi Orman Çiftliği adıyla kurulmuş, aynı yıl içinde çevreden alınan arazilerle birlikte toplam arazi büyüklüğü 102 bin dekara ulaşmıştır. Daha sonra ülke çapında yaygınlaştırılan bu örnek çiftlik diğer çiftliklerle birlikte 11 Haziran 1937 tarihinde Atatürk tarafından Hazine'ye bağışlanmıştır. Atatürk'ün bu bağışının ardında bir anlamda, o dönemin toprak reformu çözümlerine karşı olanlarla, devlet yöneticilerine bir özveri dersi verme isteği olabilir. Hazineye bağışlandığı tarihte, Çiftliğin Ankara dışındaki arazileriyle birlikte toplam 154 bin dekar arazisi bulunmaktaydı. Peki ya 2021’i yarılamışken?

Gazi Orman Çiftliği’nin oluşturulmasındaki kuruluş amaçlarına yakından baktığımızda nelerin yitirilmiş olduğu daha iyi anlaşılmaktadır:

  • Tahıl cinslerinin ıslahı için yeni türlerin araştırılması, halka tanıtımı ve dağıtımı,
  • Hayvancılığın özendirilmesi, yeni cins ve ırkların araştırılması, başarılı olanların halka tanıtımı,
  • Üretilen tarım ürünlerinin işlenerek değerlendirilmesi ve halka sunumu,
  • İklim koşullarına uygun yerli ve yabancı meyve türlerinin üretimini yapmak, halka göstermek ve bölgede yaygınlaştırmak, 
  • Bağcılığı geliştirmek ve halka tanıtmak,
  • Bilimsel yöntemlerle ağaçlandırma yapmak, korular, ormanlar oluşturmak, yurt çapında ağaçlandırmayı özendirmek, 
  • Çiftlik ve bölge için gerekli meyve ve bağ fidanlarının üretimi amacıyla fidanlıklar kurmak,
  • Makineli tarıma geçiş için gerekli ziraat alet ve makine üretimine yönelik atölyeler kurmak,
  • Tarım öğretimini uygulamalı olarak pratik dersler ve stajlar yoluyla halka yaygınlaştırmak,
  • Çiftliğin ürettiği gıda maddelerini doğrudan halka satmak,
  • Kooperatifçiliği özendirmek, önemini halka göstermek, tarımın her kolunu kurarak ideal bir çiftlik modeli oluşturmak.

Görüldüğü gibi AOÇ, üretici güç insanın dönüştürülmesi, tarımın ilişkili olabileceği sınaî üretim ile birlikte geliştirilmesi, halkın gereksinmelerinin sağlanması, temiz ve sağlıklı gıda üretimi gibi hedeflere birlikte ulaşmaya yönelik kapsamlı bir tasarının ürünüdür. AOÇ tarım ve hayvancılıkta modern yöntemlerle elde edilen ürünü kendi fabrika ve atölyelerinde işlenmesi ve pazarlanmasını da içeren tümleşik bir model içermekteydi. Buradaki, insanın dönüştürülmesi ve özgürleştirilmesi projesi, gerek bilim ve tekniğin kullanılarak üretkenliğin artırılmasına, gerekse de tarımsal işgücünün eğitimi ve kooperatifleşme yoluyla kolektif aklın inşasına dayalı bir projedir.

A.O.Ç, bir örnek çiftlik olmasının yanı sıra aynı zamanda bir okul, eğitim-araştırma kuruluşu niteliğinde idi. O tarihlerde, modern tarım tekniklerinin yaygınlaştırılması için köylü çocukları Çiftlik'te ders görüyordu. Diğer yandan, Yüksek Ziraat Enstitüsü'ne girecek olan lise mezunlarının bir yıl süreyle Çiftlik'te tarım işçisi olarak çalışması şart koşulmuştu. Cumhuriyet'in kuruluş döneminde en saygın eğitim kuruluşlarından biri olan ziraat, veterinerlik, ziraat makineleri mühendisliği dallarında eğitim veren bu okul öğrencileri o yıllarda tüm gün boyunca Çiftlik'te yaşayarak staj görürlerdi.

Yeri gelmişken 2011 yılında AOÇ Müdürlüğü tarafından açılan Logo yarışmasından da kısaca bahsetmekte yarar vardır. Yarışmaya katılan 1100 eserden sadece Atatürk'ün traktör üzerindeki fotoğrafının çizildiği, Atatürk'ün el yazı karakteriyle Atatürk Orman Çiftliği yazısının ve AOÇ'nin kurulduğu yıl olan 1925 ibaresinin yer aldığı D. Erhan Yalvaç’ın eserine mansiyon ödülü verilmiş olup, o da kullanılmamıştır. Ben bu logoyu çok sevdiğim için yazıyı bahane edip sizlerle paylaşmak istedim. 

Merkez Lokantası

Cumhuriyetin kalbi, devrimin başkenti Ankara’nın giderek unutulan bir geleneği vardır: İçkili Lokantalar. Bu mekânlar meyhane değildir. Menüleri, masa ve servisleri çok daha farklı ve özenlidir. Müdavimleri de öyledir.3

Merkez Lokantası’nın ilk nüvesi, 1925 yılında Çiftliğin kurulacağı bataklığı, sık sık yerinde inceleyerek ve zaman zaman da bizatihi işin başında bulunan Gazi Mustafa Kemal için sabahları bir kahve içebilsin, öğle vaktinde yemeğini yiyebilsin diye yapılan sundurma / mutfak ile başlar.

Sundurma, barakaya; baraka da müştemilata dönüşür. Ve Gazi Paşa, devrimin bazı kritik dönemeçlerini bu mekânda akşam kurduğu bilgin dost sofralarında biçimlendirir.

İki dost: İsmet Paşa ve Gazi Mustafa Kemal Merkez Lokantasında

1930'lu yıllarda lokanta haline getirilip Tarım Bakanlığının işletmesine verilen ve 1956 yılında son şekline Alman mimarlar vasıtasıyla getirilen mekân, 1962 yılında özelleştirilerek hizmet vermeye başlamıştır.

Lokanta, 80 yılı aşkın tarihi ile nerede ise Ankara'nın en eski lokantası idi ve icra yoluyla boşaltılmadan önce her biri yüksek kalibreli, becerikli ve güler yüzlü 30’ar yıllık tecrübeli mutfak ve servis elemanları vardı. O nedenle de, o sağlam gelenek sürdürülebiliyordu.

Merkez Lokantası, Atatürk’ten sonra da uzun yıllar Başkentin kalbinin attığı mekânlar arasında yer aldı. Bakanların, milletvekillerinin, Ankara bürokrasisinin, yabancı diplomatların, aydınların bir zamanlar müdavimler arasından yer aldığı Merkez Lokantası, tam anlamıyla Cumhuriyete tanıklık etmiş bir toplumsal hafıza merkezi idi.

Yıllarca damak çatlatan lezzetler eşliğinde, vatanın gözyaşlarını dindirmek için çeşitli tartışmaların / fikirlerin havada uçuştuğu Merkez Lokantası, kapatılmadan az önce 250 kişilik ana salonunun yanısıra, 80 misafirin ağırlandığı Ata Salonu ve devasa bahçesiyle, başkentin vazgeçilmezleri arasındaki yerini koruyordu.

Üç Silahşör

Lokantanın ileri üçlüsünde hiç değişmeyen, eskimeyen lezzetler vardı. İlki, lokantada her gün çıkan tereyağlı su böreği. Merkez Lokantası’na rakı sofrası için gelenler dahi çoğu zaman kavun – peynir yanında açılışı su böreği ile yapıyordu.

İkincisi, kıvamında lif lif olmuş pamuk gibi kuzu tandır. Bence Ankara’daki tandırlar içinde ilk üçe kesin girerdi.

Üçüncüsü de, Gazi Paşa’nın temel değişmez sofra dostu, Erzurum’un İspir ilçesinden getirilen fasulye ile 1930’dan bu yana aynı bakır kaplarda pişirilen etli kuru fasulye. Bir de tüm bunların yanında günün zeytinyağlısı. Hele de enginar denk geldi ise yemede yanında yat gerçekten. 

Başkentin adını taşıyan Ankara Tavayı tadabilmek için ise perşembe günü restoranda olmak lazım(dı). Pilav ve kuzu eti ile hazırlanan Ankara Tava, adına yakışır şekilde gerçekten lezzetliydi. Pazar günleri ise lokantada bambaşka bir lezzet olan ve günümüz de usta işi yapılanın da azaldığı Talaş Böreği servis edilirdi.

Mekanın balık mevsimindeki kıvamında ızgaraları, racona azami özen gösterilerek pişirilmiş ve görüntüsü ile hem gözlere hem de damaklara hitap eden zeytinyağlı mezeleri de not edilmeyi yeterince hak eden lezzetler arasındaydı. Ve bir de, damakları bayram yerine çeviren ve yıllarca aynı ayardaki beyaz peynir ile mevsimin icapları dâhilinde tedarik edilen malzeme ile yapılan baş tacı tatlılar da unutulmaz. 

Ve Sarı Votka

Efendim, bürokrat da denir de ama aslı homomemuruslardır. Yukarıda da değinmiş idim; öğlen yemeklerinde bir dönem çok gidilirdi. Mehmed Kemal sitili öğlen rakılarından imtina edenler ya da mesaide içki kokusu çakılmasın diyenler için lokantanın sarı votkası birebirdi. 

Limon kabuğu ve karanfille hem hal olmuş ve uzun süreler dinlendirilmiş votkanın tadı, gerçekten mükemmeldi. Mekân, sarı votka geleneğini kapanana kadar büyük bir özenle sürdürmüştür.

Bitirirken not etmeliyiz ki Artık ne AOÇ, ne de Merkez Lokantası var!...

Cumhuriyetin Ankara’sı, nerede ise son çeyrek asırdır çok tahrip oldu. Birçok kent suçuna ev sahipliği yaptı. Ve Ankaralı yurttaşlar, sessizliğe bürünerek bu suça en hafif deyimi ile yataklık yaptı. Bu konuda çokça düşünmek ve emek sarf etmek lazımdır. Gazi Paşa’nın mirası yok edilmiştir. 

Büyük usta Nâzım Hikmet’in birkaç dizesi ile yazımızı noktalayalım;

(..)
kabahat senin, 
                                     — demeğe de dilim varmıyor ama — 
                      kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!  

 

  • 1. Bu yazının ilk ve kısa biçimi Cumhuriyet Gazetesi’nin 29 Ekim 2012 Özel Eki için hazırlanmıştır. Yazının tasarlandığı 2012 yılı sonbaharında Atatürk Orman Çiftliği’nin (AOÇ) hâl-i pür- melâlinden kısaca bahsetmek yerinde olur: AOÇ, tarihindeki en büyük hüznü yaşıyordu, zira “Başkanlık Sarayı İnşaatı” tüm hızı ile devam ediyordu. Devasa kamyonlar, iş makineleri kuyruk halinde tahribatı sürdürüyordu.
  • 2. Bu alt kısmın yazılmasında geniş ölçüde; H. Çağatay Keskinok (2000) Atatürk Orman Çiftliği: Kuruluşu, Sorunları ve Gelişme Seçenekleri İçin Öneriler. Mimarlık Dergisi. S.292.s.43. Ankara.
  • 3. Merkez Lokantasına ilişkin menü fotoğrafları 2012 Ekim ayında uber dost Engin Bural tarafından çekilmiştir. 2012 sonbaharında Saray inşaatı nedeniyle müşterisiz ve dolayısıyla gelirsiz bırakılan lokanta / işletme kira borcu gerekçe gösterilerek icra yoluyla boşaltılmış ve iki yıl sonra da İstanbullu bir içkisiz kebap zincirine devredilmiştir