Koçların, Sabancıların villalarında siyasetçi imamlarla dalga geçiliyor olması veya tersinden, Saraylarda laik kapitalistler hakkında atıp tutuluyor olması kârlı alemlerle dolu yirmi yılın çeşnisidir.

AKP'yi alaya almak

CHP’nin TV kanalları AKP’nin Suriye politikasındaki büyük çarkın işaretlerini alay konusu ediyor. Yine düzen muhalefeti Akkuyu nükleer santralinde Türkiye’nin payının sıfırlanmasını bir ulusal gurur konusu haline getirerek AKP’yi aşağılayarak eleştiriyor.

Bu iki örnek belirli bir muhalefet tarzını yansıtmaktadır. Boş muhalefet diyebiliriz…

Sadece uluslararası alana bakarak hatırlayabiliriz ki, AKP’nin neo-Osmanlıcı açılımı önce Şam iktidarının ve Suriye halkının emperyalist komplolara gösterdiği dirence çarpmıştı. Daha sonra da, bir taraftan ABD’nin Kürt faktörünü denkleme dahil edip kurumsallaştırmasıyla, diğer taraftan da Rusya’nın sahaya inmesiyle Davutoğlu devri kapandı. Çark edilmesi, o günden beri gündemdedir. AKP koalisyonunun küçük ortağı ulusalcılar, o günden beri Ankara ile Şam arasında ilişkinin yeniden kurulmasını yüksek sesle talep ediyorlar. 

Şimdi değişim rüzgârı hızlanınca muhalefet AKP’nin dış politikasıyla dalga geçiyor. Lafın gelişi değil; ekranlarda göz ucuyla izledim, düpedüz gülüyorlardı. Durum o kadar acayip ki, akıllarına altılı masanın bir müdaviminin bu işin sorumlusu ve alay edilecekse asıl muhatabı olduğu geldiğinde, bu düşünceyi dillerinin tersiyle kenara ittiriveriyorlardı. 

Diğer konu; Akkuyu’da Türk şirketin Rusya tarafından sepetlenmesi nedir? Olay, Rusya’nın Türkiye topraklarında yürütülen bir ortak ekonomik faaliyet üzerinden Türkiye’nin içine müdahalesidir. Tam Putin-Erdoğan zirvesinin arifesine denk getirilmiştir bu müdahale ve anlamı bellidir. Pazarlıkta Ankara’nın taleplerini baskılamak, masaya daha oturmadan yeni bir koz vurmak… Karşılığında AKP’nin seçim stratejisiyle bağlantılı olduğu herkes tarafından yazılıp çizilen bir para söz konusu olmuştur veya Moskova verdiği paranın karşılığında Türkiye siyasetinde ağırlık arttırmıştır. 

Olup bittikten, ortaklık yapısı değiştikten, paralar alınıp verildikten sonra Erdoğan’ın çok kızdığı ve birtakım tashihler istediği söylenmeye başlandı. Anlaşılan bizim muhalefet de altı üstü, ulusal gurura makyaj yapılmasını istiyordu. Bu sefer alay etmiyorlar da, yabancılar karşısında ne kadar aşağılandığımızı anlatıp ağlaşıyorlar…

Gündemde ne bir enerji stratejisi olarak nükleer santral tartışması kaldı, ne Akkuyu’nun daha baştan sayısız hak ihlali, kaçak işçi çalıştırılması gibi uygulamalarla bir emek cehennemi olarak kurgulanması! Varsa yoksa incinen gururumuz! Kimse merak etmesin, Erdoğan işin o kısmını halleder. Davos’tan beri çok deneyimlidir ve söz konusu olan zaten makyajdır.

Bütün bunlar bir yaklaşım olarak “boş muhalefettir.” Takip edenlerde gevrek gevrek gülmek veya oturduğu yerden sinirlenmek dışında herhangi bir gerçek sonuç yaratmaz. Ne hedef gösteren, ne alternatif öneren, ne bozucu ne yapıcı çıktısı olmayan bir muhalefettir bu. 

Elbette bundan kurtulması kolaydır ve kimse kimseye TV düğmesini zorla çevirtmemektedir. Ama asıl zarar ziyan başka yerdedir.

AKP’nin dış ilişkiler performansı bir maceracılık veya deli saçması olarak okunamaz. 1990’ların ikinci yarısında, kesin ifadeyle yazarsam 1997 ile 2002 arasında Dışişleri Bakanlığı yapan İsmail Cem’in lafıdır; Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın bitmesiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin ezberi bozulmuştu. Bu durumda da eski dünya düzeninde kendince bir yeri olan Türkiye’nin büyük sermaye sınıfına yeni ufuklar çizmek, burjuva siyasetinin görevlerinden biri haline gelmişti. İşte AKP bu görevi yerine getiren sermaye partisidir. 

Bu görevi yerine getirmek için Erdoğan kadar maceracı olmak, Davutoğlu kadar deli saçması tezler yazabilecek kalibrede olmak gerekiyor olabilir. Ama Türkiye sermayesi AKP eliyle dış pazarlara açılmış, büyük devletlerle boy ölçüşme cesareti edinmiştir. Sermaye, onun adına başka ülkelerin içine müdahale etmeye girişen hükümete memnuniyetle sahip çıkmıştır. Önemli olan budur.

Aslolan da budur ve AKP elinde tuttuğu çarkı sermaye sınıfının yayılmacı rüyaları için çevirip durmaktadır. Bugün de yüz seksen derece dönme konusu böyle okunmalıdır. İnanmayan, şirketlerin açıkladıkları kârlara baksın!

Değişken politikalarla sabit bir hedefe oynanıyor olması ise bugün dünyanın gerçeğidir. Etrafınıza bakın bir; kapitalist ülkelerin hangisinde ilkelerden, ilkeli stratejilerden söz edilebiliyor? Siyasetle egemen sınıf arasındaki bağlantı alabildiğine kısalmış durumda. İdeoloji denen şey, bütünlüklü, sistematik bir dünya görüşü olmaktan uzaklaşmış, “dün dündür bugün bugündür”cü bayağı bir çıkarcılık haline gelmiştir. İlke değil tabular var artık; ve onlar cahil gerici kitle tabanları içindir! 

Koçların, Sabancıların villalarında siyasetçi imamlarla dalga geçiliyor olması veya tam tersinden, Saraylarda laik kapitalistler hakkında atıp tutuluyor olması, kârlı alemlerle dolu yirmi yılın çeşnisidir. CHP kanallarındaki muhalefet tarzının gerçeklikle tek bir bağı varsa, o da budur.