2 Temmuz Türkiye’nin karşıdevriminin sembol vakalarından biridir. Hesap sormak, o karşıdevrimi işgal ettiği her yerden söküp atmadan mümkün mü?

12 Eylül – 2 Temmuz – 3 Kasım

Bu yazı okura ulaştığında takvim ayın 3’üne dönmüş olacak. Ama bugün 2 Temmuz. Türkiye’nin sahne olduğu katliamların en dehşetlilerinden birinin yıldönümü. 

Eğer ölen insanların sayısıyla ölçeceksek daha büyükleri var; ne de olsa, siyasal ve toplumsal süreçlerin kanla sulanmasında, başka diyarların bizim coğrafyamızın eline su dökmesi güçtür. Acılar birbiriyle karşılaştırılamaz, yarıştırılamaz; o yüzden bırakalım hangi katliamın daha “büyük” olduğunu ve yalnızca 2 Temmuz’un özgün tarihsel anlamına bakalım.

Tekil bir olay ancak parçası olduğu bütünün içinde anlamlandırılır. 2 Temmuz 1993’ü önceleyen ve izleyen iki tarihi atlayarak olmaz. Öncelemek ve izlemek derken, sürecin bütünlüğünü kuran diğer olguları belirlemeye çalışıyoruz… 

12 Eylül, 1980’deki faşist darbedir. 3 Kasım ise 2002’de AKP’nin kazandığı seçim. Bu ikisinin ortasına yerleşen Sivas katliamı kabaca yirmi yıllık bir siyasal dönüşümün kırılma noktalarının belki de en önemlisiydi. Sivas katliamı arkasına on yılı aşkın birikimi alan dinci gericiliğin iktidar yürüyüşünün en önemli adımıydı. Sivas katliamıyla hesaplaşılamadığında dinci gericiliğin iktidarı fethetmesi ve rejimi değiştirmeye koyulması kaçınılmaz hale gelecekti. Hesaplaşılmadı ve sonuç öyle oldu.

Bu dizgeyi ihmal eden her ağıtın, her kınamanın, her dramatizasyonun, her lanetlemenin içindeki doğru öğeler değersizleşir. Gericiliğin iktidara tırmanışı ve 1923 rejimini yıkması dincilerin eseri olmaktan böyle böyle çıktı. Gözü yaşlı suç ortakları, sürece gerici militanlardan bile daha fazla su taşıdılar, demeyeyim, ama onlar olmadan 3 Kasım’a, oradan da bugünkü karanlığa gelinemezdi. Aydınlığa çıkarken bu gerçeği unutamayız.

1980 darbesi Türkiye’nin emekçi yükselişini durdurup solu tepelerken iki şeyi aynı anda yaptı. Bir yandan Kemalizm iddiasına sarıldı, diğer yandan dinci ideoloji ve örgütlenmeyi düzenin merkezinin vazgeçilmezleri arasına kattı. Darbenin lideri elinde Kuranla miting kürsüsüne çıkıyor, devletin resmi ideolojisi alenen Türk-İslam sentezi olarak ilan ediliyordu. Önceki 20 yıl benim diyen dinci buna cüret edememişti. Atatürk’ü dilinden düşürmeyenlere nasip oldu bu saldırı. 2 Temmuz bunun organik devamıdır.

Siyasal ve toplumsal süreçler kanla sulanır, demedik mi! Buradan bakılırsa 12 Eylül’ün egemen güçler blokunun marjlarına doğru ittirdiği, hatta kısmen tasfiye ettiği laik cumhuriyetçiliğin ateş altına alınmasının bir zorunluluk olduğu görülür. Dinci gericilik elinden tutulup içine alındığı devlete zaten, kısa Kemalist dönem dışında ve 1940’lardan beri kesintisiz biçimde hizmet etmişti. Ama stepne olarak... Şimdi mademki merkeze davet ediliyordu, hem bu ödülü hak ettiğini kanıtlama, hem de kapasitesinin genişliğini göstermeliydi. Değersizleştirilen laiklik ateşe verilmeliydi.

1990’da seri cinayetler gibi gelen laik aydın katliamı budur. Cinayetler alelade illegal eylemler sayılıp etkisi de sınırlı kalabilirdi. O yüzden, şeriatçı terör göstere göstere, kitleyi sokağa dökerek, yani “legale çıkarak” yoluna devam etmeliydi. 2 Temmuz budur. 

2 Temmuz dinci gericilik için açılan bir tür kadro alım sınavıdır. “Bakalım, ihtiyaç duyduğumuz kadar kıyıcı, ahlaksız olabiliyorlar mı” sorusu başarı değerlendirmenin esas ölçütünü veriyordu. Sınavın sonucuna göre gündeme Ortadoğu’yu kana bulamak gelecekti. Malum, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleneklerine fazla bağlı kalan siyasetçiler bu riski alamayacaktı. Bakalım kamuyu tasfiye edip her şeyi özelleştirebilecekler miydi? Eskilerin ülkenin kendi kendine yeterli olması türünden saplantıları olabiliyordu. Emekçilerin ekmeğini söke söke ellerinden almaya muktedir miydiler? Ötekiler sermayenin adamı olmakta kusur etmeseler de, toplumsal dengelere kafayı takabiliyor, komünizmin öldüğünü anlamıyorlardı! O zamana kadar bu işe aday olanlar altından kalkacak gibi görünmemişlerdi.

Dinci gericilik düzenin 2 Temmuz sınavından tam not almıştır! 1990 cinayetler dalgası 2 Temmuz’da Sivas kıyılarında patlamış ve 1994-1995 seçimlerinde sel baskınlarına neden olmuştur. Akan kan, bizim kanımız, iktidara giden yolu besledi.
Sivas katliamı devletin, ne olup bittiğini o gün de bugün de anlamamış olmasına şaşırmayacağım sosyal-demokrat kanatları bir yana, tam desteğini almıştır. Destek, laik aydın kıyımına kendi içinden kurban veren merkez medyayı kapsar. Destek, siyasetin merkezini temsil eden muhafazakâr ve liberal iktidar partisini kapsar. Destek, yerel iktidar odaklarını yani polisi, jandarmayı, belediyeyi kapsar. Türkiye’de sağcılar yanlarında devleti hissetmeden şuradan şuraya gidemeyeceklerine göre, destek devleti kapsar. Hal böyle olunca yargı da üstüne düşeni yapmış, dinci gericiliğin erken iktidar restine bir madalya da o takmıştır.

AKP’nin günlerden bir gün demokratik seçim yapılan bir ülkede seçmenlerin teveccühünü kazanarak hükümet olduğu iddiası, 1980-1993-2002 sürecinin en büyük yalanıdır. Sivas katliamının Ortaçağ’dan fışkıran bir cahil yobazlar güruhunun eseri olduğu bu büyük yalanın altına gizlenmiş bir diğer yalandır. Devlet ve düzen aciz kalmamış, mahkemeler sanıkları yargılamamıştır. Yeri gelmişken; 1993’ün o sıcak yaz günlerinde düzenin kriminalize etmeye uğraştığı taraf, sosyalist laik aydın Aziz Nesin ile cenazelerin arkasında yürümek isteyen ilericiler olmuştu. Solun resmen suçlu ilan edildiği tarih 12 Eylül’dü. Yüzlerce devrimci işkencede, idamda, sokak ortasında öldürülmeyi hak etmişti! 2 Temmuz’da laiklik hakkında aynı ilan yayınlandı ve hemen uygulandı! 3 Kasım bu sürecin siyasi iktidarın fethiyle taçlandığı tarihtir.

Üstünden bunca zaman geçti. Üstüne daha ne çok dönüm noktası eklendi! 2 Temmuz’un hesabını sormak mı dediniz? Madımak oteli müze olsun elbette. İnsanlığa karşı işlenen suçun zaman aşımı da olmasın… Ama 2 Temmuz Türkiye’nin karşıdevriminin sembol vakalarından biridir. Hesap sormak, o karşıdevrimi işgal ettiği her yerden söküp atmadan mümkün mü? Sivas’ın hesabı ancak devrimle temizlenecek kadar ağır değil mi?