Avrupa’da saklandıkları deliklerinden çıkıp parlamentolara dolmaya başlayan faşistler, göçmenleri ve yabancı kökenlileri dillerine doladılar. Ülkede yabancı kökenli insanların sayısı yükselince Türkiye’deki fikirdaşları, milliyetçiler, ırkçılar da hep bir ağızdan onların kakofonisine katıldı. Başka türlüsü de beklenemezdi. Bunlar varolmak için her zaman bir düşmana gereksinirler.
Her durumda bir düşman lazım.
Dahası, hükümetler de göçmenlere karşı önlemler alıyorlar. Yasaları, uygulamaları sertleştiriyorlar. Halen AB’yi doğuya doğru daha da genişletme niyetleri var. Öyle olmasa çoktan ABD ve İsrail’den esinlenerek sınır boylarına yüksek duvarlar örmeye girişirlerdi. Şimdilik henüz sınırlarına dayanmadan göçmenleri durdurup depolanacakları bir takım ülkeler arıyorlar. Türkiye ile başladılar, Mısır’la Tunus’la devam ettiler. İngiltere’nin mültecileri Afrika’ya sürme projesi de malum…
Yasa dışı göçmen yoktur
Bu insanların kimisi “yabancı işçi”, kimisi “göçmen”, ya da “mülteci”, “sığınmacı” kategorisine konuyor. Bir kısmı da, ‘‘kaçak” denerek tamamen toplum ve yasa dışına itiliyor. Önce bir genel doğruyu not edelim: İnsanların hangi yollardan olursa olsun başka coğafyalarda kendilerine gelecek araması, ülkelerin yasaları ne derse desin, onların da üstünde geçerliği olan en temel yasalara uygundur: Kapitalizmin, emperyalizmin yasalarına!
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin verilerine göre, dünya yüzünde, 2023 sonunda 118 milyona ulaştığı söylenen göç hareketlerinin temel nedeni, bu yasaların işleyişi sonucu yaratılmış koşullardır: Darbeler, savaşlar, içsavaşlar, ağır sömürü koşulları, ekonomik yıkım, işsizlik, yoksulluk, sefalet, geleceksizlik… Ayrıca emperyalizmin kaliteli işgücünün merkezlere doğru akmasını özendirdiği de unutulmamalı.
Zaten bizzat burjuvazi değil miydi, devrimini yaparken, bir yerden bir başka yere giderek işgüçlerini satabilsinler diye insanları toprağa bağlılıktan kurtaran? İşte gidiyorlar. Yalnız şimdilik sorun, sermaye sahiplerinin gereksinimine göre, onların planladığı gibi değil de, kendi kafalarına göre gitmeye çabalamalarında.
Göçmenler olmadan yaşayamazlar
Ortalıkta dolaşan vaveylaya kimse kanmasın. Avrupa’da hiçbir ülke göçmenler olmaksızın yaşayamaz! Bu ülkelerde sermaye dört nedenle göçmenlere mahkûmdur:
Birincisi, bir yandan sürekli düşen doğum oranıyla azalan nüfusu, diğer yandan oranı yükselmekte olan 65 yaş üstü, yani işgücü olmaktan çıkan insanları göçmenlerle telafi etmek zorundadırlar.
İkinci zorunluluk, deneyli ve nisbeten haklarını savunma gayreti gösterebilen yerli işçilerin karşısına daha deneysiz ve çok daha düşük ücretlerle çalışmaya razı işçiler koyarak ücretleri baskılamak istemeleridir.
Üçüncü olarak, bu sayede işçi sınıfını kimlik politikalarıyla bölmek, birbirine düşman etmek de vazgeçmek istemedikleri bir yöntemdir.
Dördüncü neden de emperyalist ülkelerin hâkimiyet kurdukları ülkelerdeki en iyi yetişmiş elemanları da kendi merkezlerine çekme eğilimidir. Böylece karmaşık ve uzun eğitim süreci neredeyse “sıfır kuruşa” mal olmuş meslek sahibi insanlar elde etmiş olurlar.
Kanıtlar sayılarda
Sömürgecilik dönemlerinden bu yana göçmen alan Avrupa ülkeleri geçen yüzyıl boyunca da nüfus ve işgücü açığını hep göçmenlerle karşıladı. Ellerinde başkaca bir seçenek yok. Dolayısıyla bu durum ister istemez devam etmekte ve bu ileride de değişmeyecek. Ol hikâyet bundan ibarettir. Birileri ciğerlerindeki havayı üfleyerek ırkçılığın yelkenlerini doldurmaya çalışsa da Avrupa ülkelerinde sermaye göçmenler olmaksızın ya-şa-ya-maz!
Şimdi sıkıntı verici sayılarla yazıyı uzatmamak için, Avrupa ülkelerindeki yabancı kökenlilerle ilgili verileri dip not olarak yazının altına ekledim. Merak eden oraya bakabilir.
Asıl sorun başka
Sorun, Avrupa’nın göçmenlere doymasında değil. Toplumun en alt tabakalarına yerleşecek, en ağır ve pis işleri en düşük ücretlere yapacak insanlara doymuş olmasında. Şimdi gereksinim başka yönde.
Bunlar sosyalizmin yıkılışıyla birlikte başka bir pınara göz diktiler: Doğu Avrupa ülkelerinde sosyalizmin nimetlerinden yararlanarak yetişmiş kalifiye elemanları, seçkin meslek sahiplerini, uzman işçileri buldular.
Tek örnek olmamakla birlikte Almanya’ya bakalım: 1998-2002 yılları arasındaki sosyal demokratlarla (SPD) Yeşiller arasındaki koalisyonda, Yeşiller’in yıldız politikacısı Dışişleri Bakanı Joschka Fischer tarafından özellikle eski Sovyet ülkelerinden Alman kökenli olduğu savıyla getirilen insanlarla bu açıklarını kapattılar. Gorbaçov ve kliğinin iktidara gelişi sonrası başlayan süreç boyunca o topraklardan 1986-91 arasında 1 milyon, 1991-95 arasında da 1 milyon daha göçmen geldi. Bunlara doğrudan yurttaşlık verildi.
Doğu Avrupa’da sosyalizm yıkılalı çok oldu, ama o günlerden kalan bazı kazanımlar gibi, bilimsel temellere dayalı eğitim sistemleri de kısmen duruyor. İşte şimdi de gelecek olanların oralarda yetişmiş seçkin meslek sahibi insanlar olmasını istiyorlar. Geri kalanlara da sınırları kapatmanın yoluna bakıyorlar.
Türkiye’deki mülteciler bir planın parçası
Türkiye’deki milliyetçilerin, ırkçıların da Avrupa’daki fikir kardeşlerinden, faşistlerden hiçbir farkları yok. Bunlar da Tanrı Dağı’ndaki atalarından esinle uluyarak göçmen düşmanlığı yaymaya çalışıyorlar. Sadece onlarla kalsa yine iyi. Kışkırtılar bir yanda, verilen onca “Bunları geri göndereceğiz!” sözleri öte yanda. O sayede oy toplama hayalindeler.
O hayaller bir yanda dursun, biz gerçek ve kaçınılmaz olana bakalım.
Bir kere, demografik değişikliklerden tasalananlar, bu toprakların binlerce yıldır doğudan ve batıdan gelen göçmenlerle dolduğunu unutmuş görünüyorlar. Bu bağrışanların da ezici çoğunluğunun atalarının muhakkak herhangi bir dönemde, herhangi bir başka coğrafyadan gelip buralara yerleşmiş olduklarını söyleyebiliriz.
Günümüzde Erdoğan’ın sınırları açmasına gelince… Her kadına en az üç çocuk doğurma emri vermişti. Buna tepki gösterenler oldu. Haklı tepkilerin başında kadınların “Vücuduma karışamazsın!” demesini saymalıyız. Bu itiraza onay vermek, destek olmaktan başka yapılacak bir şey yok. Ama sadece bu kadar mı?
Pez az insan bunun da açılan sınırlarla aynı planın “puzzle”larından biri olduğunu kavradı. Bu işin arkasında bir dizi neden arasında Türkiye sermayesinin belli kesimlerinin kabarmış emperyal heveslerini görebildi. Çünkü bildikleri bir kural vardı: Büyük devlet olmanın bir yolu da büyük nüfus olmaktan geçer.
Halbuki Türkiye’de kadınlar Erdoğan’ın emrini kulak ardı ettiler. Ülkede doğum oranı TÜİK verilerine göre yüzde 1,3. Yani? “Eyvah, yıldan yıla azalmaktayız!” Peki bu nüfus kaybı nasıl telafi edilir? Tabii göçmenlerle.
Kısacası, en başlarda saydığım nedenlerle Türkiye sermayesinin ihtiyacını karşılamak üzere bu gelenlere kapılar açılmış bulunmaktadır.
Bakışları işçiden yana çevirmek
Şimdi medyada sıklıkla ne okuyor ve duyuyoruz? “Bunların bir kısmının dinci terör odaklarının militanı olduğu”, “aslen parası puluyla gelip, işletmeler açtıkları”, “işsiz güçsüz parklarda dolaşıp, insanları rahatsız ettikleri” ve daha bir dizi olumsuz propaganda malzemesi. Bu haberlerin tümü çok büyük bir resmin kenarından köşesinden kırpılmış parçalardır. Resmin geri kalanına hâkim olan nedir? Belki tüm varlığını kaybederek canını kurtarmak için ülkesini terk etmek zorunda kalmış milyonlarca insan. Ve bu insanların önemli bir çoğunluğu kimi yerde kaçak olarak, boğaz tokluğuna çalışmaktadırlar. “Boğaz tokluğu” lafın gelişi. Ellerine geçenle doğru dürüst karın doyurmanın mümkün olmadığını da herkes biliyor.
Resmin genelini kapsayan bu gerçekliği görebilen tek bir siyasal parti çıktı bugüne dek: Türkiye Komünist Partisi. “Bu insanlar Türkiye işçi sınıfının bir parçasıdırlar!” dedi. İbret olsun solun geri kalanına.
Şimdi milliyetçiler kendilerini paralayadursun, ırkçılar uluyadursun, sayısının 9 milyona vardığı söylenen mülteciler işte bu açıdan çok hedefli bir planın parçasıdırlar. Kapitalizmin, emperyalizmin yasalarına göre “yasaldırlar”. Ve kim ne derse desin, önemli bir kısmı bu ülkede kalıcıdırlar. Tüm Avrupa ülkelerinde olduğu gibi…
NOT (*):
Bazı Avrupa ülkelerindeki yabancı kökenliler (verilerin yılları ve kıstasları ülkeden ülkeye çok farklı olduğu için sadece genel eğilimi yansıtan sayılar) şöyle:
İngiltere’nin, ada oluşundan da yararlanarak göçmenleri dışarıda tuttuğunu sanır çokları. Halbuki istatistikler 2011-2021 yılları arasında İngiltere’ye toplam 4.248.966 yabancı ülkede doğmuş insan geldiğini söylüyor. 2023’de Birleşik Krallık’ta (İngiltere, İskoçya ve Wales) 67 milyon nüfusun yaklaşık 9,5 milyonu (yüzde 13,8) yabancı kökenliymiş. Ama, çalışmakta olan doktorların yüzde 26’sı yabancı kökenli. Endüstride bu oran yüzde 41’e çıkıyor.
Fransa’da da durum farklı değil. Macron’un gurur duyduğu değişikliklere (göçmen yasalarının sertleştirilmesi, yabancıların daha uzun süre tutuklu kalması, yabancı çocukların da tutuklanabilmesi, mültecilerin daha çabuk sınır dışı edilmesi, sığınma başvurusu yapmış olanların hayatlarının çok daha sıkı kontrol altına alınması v.b.) rağmen... Fransa’nın, doğum oranı en düşük ülkelerden biri olduğunu hatırlattıktan sonra bakalım: 2014’de 6,35 milyon olan yabancı pasaportlu sayısı 2022’de bir milyondan fazla artarak 7,44 milyona yükselmiş. Bunların da 4,32 milyonunu Afrika kökenliler oluşturuyormuş. Bu arada 1980’lere dek sömürgeci geçmişinin mirası olarak Avrupa’nın en çok göçmen alan ülkesi olduğu da gözden kaçırılmamalı. O yıllarda gelenler bugün çoktan “yurttaş” sayıldıklarından bu sayıların içinde yoklar. Fransa’da bu konuda açıklanan sayılar biraz da siyasi nedenlerle oldukça karmaşık tutuluyor.