Ölümü Geciktirmenin Finansmanı

Bir büyük kriz bu. Geçici falan değil. Kalıcı ve bitirici. Üstelik sadece Türkiye’de de değil... Her yerde.

Baktığımız zaman görüyoruz: Türkiye’nin tüm hücreleriyle bağlı olduğu Avrupa’da, Türk gericiliğinin ortak paydası şu zengin Avrupa Birliği’nde de art arda ülkeler çöküyor. İzlanda’nın iflas itirafını, İrlanda, Yunanistan, Portekiz, o kadar açık yürekli ifadeler kullanmadan da olsa, yaşıyor. Romanya, Macaristan, hatta Bulgaristan falan zaten sırada... Moody’s, Yunanistan ve Portekiz’in yavaş yavaş, “isteyen “taksit taksit” de diyebilir, öldüğünü bildirdi önceki gün. Kamu borçlarının öldürdüğü ülkelermiş... İş, çok kötü boyutlar aldı. İyi...

İyi, demek ki, artık Avrupa’da belli bir zeka düzeyine sahip her uzman, bu dolar ve avro selinin ardından asıl büyük felaketin baskın yapacağını düşünebilir. Düşünüyorlar da. Haksız değiller. Biz, ABD’de kalalım: Bir dönem bu gazetede de yazıları yayımlanmış, birçok açıdan bizim Yalçın Küçük’ü andıran Jürgen Elsässer birkaç yıldır ısrarla kitaplarında, yazılarında ve verdiği çeşitli mülakatlarda bunu belirtiyor: 2001-2005 arasında ABD Merkez Bankası, bu ülkenin 200 yıllık tarihinde bastığından daha çok dolar basıp piyasalara sürdü. Bu artışın 2007 sonrası alınan önlemlerle artık hesaba bile gelmez boyutlar aldığını düşünmek zorundayız. Dünya piyasalarında karşılıksız trilyonlarca dolar dolanıp duruyor.

Avrupa Merkez Bankası da benzer bir yol takip etti.

Dünya, dolar ve avro türünden, diğer “kağıtlar” bir yana, bir likiditeye boğulmuş durumda. Peki, ne olacak? Bu irrasyonel sistem kendini nasıl sürdürecek?

Avro ve AB’ye daha sonra değiniriz. Biz ABD Doları denilen silahta kalalım: Ticaret hacmi daralan ve reel ekonomisi küçülen bir dünyada, bu karşılıksız paranın ödeme garantisi nerede?

Tam da orada: Hani alay ediyorlar ya, “Yav gardeşim, bu IMF alnımıza dabancayı dayadı da ‘alacan bu grediyi oolum başka yolu yok’ mu dedi” falan diye... Doğrudur. Kimde dolar yığılmışsa, sahne aynen budur: Bu karşılıksız dolarları geri ve aldığından daha fazla olarak ödeyeceksin veya buna karşılık gelen mal ve hizmeti “merkeze” akıtacaksın...

O noktadayız.

Akıl dışı bir süreç bu.

Türkiye’ye giren ve kaynağı belli olmayan dolarların ve avroların temelinde bu var. ABD, matbaasından fışkıran dolarların karşılığını ülkelerin ve insanların alnına tabanca dayayarak geri alacak. Askeri gücü bunun için var. Alamazsa, biter.

Demek ki, bu dolar selinin ardında böyle bir felaket var.

“Türkiye’deki Sovyetler Birliği’ni” çökerttiler peki ya bu nedenle Türkiye’deki ABD de çökerse?.. Bu karşılıksız dolarları kim finanse edecek? Türkiye halkı mı örneğin? Nesiyle?

Türkiye, tarihinde hiç rastlamadığı bir krizin elinde can çekişiyor. Tüccar imamların bu riski gerçek boyutlarıyla algılaması mümkün değil. Ama sadece sol değil, sağ ve sermaye de aynı fikirde. 2002 sonunda yenilenen “büyük koalisyonun” (AsParti-AkParti) en önemli nedeni, herhalde bu çöküş sath-ı mailinde bulunduğumuzun hissedilmesidir: Fakat, vahşi hayvanlar gibi, ateşten birbirlerini ezerek kaçacaklarını da biliyoruz.

Her krizin bir büyük değeri de oluyor. Kriz derinleştikçe daha önce gündemde olmayan bazı kuvvetleri kışkırtıyor. Bunların çoğu tabansızdır. Her anlamda tabansızdır. Ancak, tabanlı, yani altı sağlam olan kuvvetler de ortaya çıkıyor: Tekel? Galiba...

ABD ile AB, birbirlerinin ayağına basarak “gelişmek” zorundalar. Yığılan dolarlarla zokayı zaten yutmuş durdumdaki Türkiye, avro seliyle feraha ulaşacak değil. Ama Türkiye reel ekonomisi temel olarak avro alanında. ABD ile AB’nin, daha doğrusu Almanya Avrupası’nın birbirlerinin ayağına bastığı yerde (“eşitsiz gelişme yasası”) ilginç süreçler de tetiklenmiş olur. Sektörler (hücreler), eşitsiz (kanserojen) bir gelişme gösterir ve bünyeyi bir türlü bitmek bilmeyen bir felce iter. Öldürmeden taksit taksit bitirir. İşte nihai ölümün geciktirilmesi bir finansman sorunudur. İşçi sınıfının siyasal tepkisi olmadıkça, solun sosyalist bir hükümet talebi ve gücü olmadıkça, bu geciktirme siyaseti başarılı kalacaktır. O zaman da “kanserojen büyüme” bünyeyi, yani toplumları tanınmaz hale getirecektir. O yolda değil miyiz?

Sadece gecikmenin finansmanına katılmayı reddeden ve alternatif bir büyüme politikasını kabul ettiren toplumlar, bu çıkmazdan kurtulabilir. Sosyalizm dışında bir çıkış bulunmuyor

Gecikmenin finansmanını kabullenen toplumlar, ülkeler ise tüm niteliklerini, temel karakteristiklerini yitirmeye mahkumdur. Ölümcül bir hastalığın son dönemini asırlarca sürdürebilirler ve insanlıktan çıkarak bitkisel, sanal bir yaşam tuttururlar...

Devrim ve sosyalizm bunun için var.

İnsanı kurtarmanın başka bir ilacı yok.