Taşeron Bonaparte ihtiyacı

Böyle durumlarda burjuvazi bir Bonaparte ihtiyaç duyar. Siyaset kurumu iflas etmiş, yargısı yürütmesine baş kaldırmış, tarikatları cemaatleri birbirine girmiş, borsası şaşırmış, devleti çökmüş, çok taraflı bir iç savaşın eşiğine gelmiş ülkenin burjuvazisi, sermayeyi kurtaracak bir Bonaparte arar.

Lakin ortada Bonaparte yok.

Eskiden, kolaydı. 1900’lerin başından bu yana Askeriye, “devletimiz hufra-i inkıraz ve pençe-i izmihlal”dir (uçurumun kıyısında ve yıkımın pençesinde) dediği anda, sosyalistler dışında herkes “esas duruş” gösterirdi. Şimdi böyle bir şey yok MGK teşkilatı dağıtıldı, TSK’nın elinden istihbarat imkânları alındı ulusalcı/Avrasyacı subaylar hapsedildi. Başbakan, “Rejimin teminatı polistir” dedi. Hatta sırf gösteri olsun diye, “koskoca” Genelkurmay Başkanı sebepsiz yere ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Sistem sigortasız kaldı.

Arınç-Gül ikilisinin F Tipi illegal örgütün desteğiyle son on bir yılın bütün suçlarını Recep Tayyip’e yükleyerek durumu kurtarması imkansızdır. Günah Keçisi ilan edecekleri safranın ağırlığı hepsini aşağı çeker. Belirleyici olan ekonomik krizin seyridir. Tam bir ekonomik çöküntü ufukta belirdiği anda, çatışan tarafların, karşılıklı operasyon yapan adamlarını tasfiye ederek birbirlerine sıkıca sarıldıklarını göreceğiz. Halkın öfkesinden, sistemin topyekûn çökmesinden korkarlar. Kılıçdaroğlu ekibi de aynı korkuyla titriyor. Merkez sağa yanaştırmaya çalışırken dağıttığı, elde bayrak sokaklara çıkan parti tabanını yabancılaştırdı. Mevcut durumun seçimlere kadar sürmesi için her türlü gizli ittifaka açık kalacaktır. Diktatör bu durumu gayet iyi değerlendirebildiği için son kartını oynuyor. “Ya hep beraber ya da hiç birimiz” hesabında... Yargıya ve polise hâkim olmaya çalışacak zira, kelepçesiz ve silahsız olmaz. Becerebilirse, üzerine yapışan “Saddam” görüntüsünden kurtulmak için “Kürt açılımı”nı sonuna kadar zorlayarak ABD’ye yalvaracak ya da tipik Ortadoğu diktatörünü oynayarak daha vahim bir sona doğru ilerleyecek. Ya içlerindeki çeteyi iyice hırpaladıktan sonra onunla birlikte diktatörlüklerini kuracaklar ya da geniş bir çete olarak hep birlikte yıkılacaklar.

Karl Marx, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’inde, “Şimdi de Fransız burjuvazisini gözümüzün önüne getirelim” der. “Bu ticari paniğin ortasında, hükümet darbesi ve genel seçim sisteminin yeniden kurumlaşması söylentileriyle çeşitli cumhurbaşkanı adaylarının yaptıkları reklamlarla, gazetelerin şarlatanca sloganlarıyla, cumhuriyetçilerin anayasayı ve genel oy sistemini silah elde savunacakları tehditleriyle sersemlemiş ve şaşkına dönmüş olması gerekmez miydi? Bütün bu inanılmaz kargaşa anayasa, gizli fesat, ittifak karmaşıklığının içinde, burjuvazinin bir öfke nöbeti sırasında kendi parlamenter cumhuriyetine, ‘Korkunç bir son, sonsuz bir korkudan daha iyidir!’ diye haykırmasını kolayca anlayacaksınız!”
Bizimkiler de haykıracaklar, fakat 1851 Fransasındaki gibi ya da ülkemizin tarihinde rastlanan türden bir Bonaparte, bu kez gerçekten yok. Kaldı ki Bonapartizm, tanımı gereği hakim sınıfın fahri temsilcisi olur, çatışan tarafların üzerinde yer alır zor kullanarak çatışmayı önler, restorasyonu başlatır. Üstelik burada gereken Bonaparte emperyalizmin gönüllü taşeronu olmak durumunda.

II. Cumhuriyet bu krizle birlikte çökebilir.

Aklımız hep 70’li yılların ara rejim hükümetlerine gidiyor. Onlar sistemin krizini çözmek için askeri vesayet altında kurulmuşlardı. Aynı durum seçimleri izleyen koalisyon hükümetleri için bile geçerlidir. Şimdi böyle bir şey yok. Tarihte ilk kez halk kitleleri artık yönetemeyen sistemi en müstehcen haliyle gördüler, onunla aracısız karşı karşıya geldiler ve isyan halindeler. Bu halk kitlelerinin içinde, emekçilerin, öğrencilerin yanı sıra elbette NATO’cu ve şeriatçıların işbirlikçisi olmayan askerler imamı olmayan, halkın saflarına geçen polisler de olacaktır.

Çok mu dramatik oldu? Fakat devrim böyle bir şeydir. Önce zihinlerde gerçekleşir, eski düşünce kalıplarından kurtulmayı, icat çıkarmayı gerektirir.