Toplum mühendisliği

Toplum mühendisliği daima sağın işi olmuştur.

Şu an kütüphaneme başvurmadan en az 35 yıl geri götürebileceğim bir literatür, “solcular Jakobendir, tepeden inmecidir, halkın değerlerini çiğneyip yeni değerler empoze ederler” demeye o zaman başladı. Uluslararası akademik alandan bahsediyorum, sadece Türkiye’den değil. Yoksa mesela içeride Küçükömer bahsettiğim tarihten 10 yıl önce zaten her şeyi tersine çevirmek istemişti. Post-modernizmle gelen yenilik bu gericilik türünün sosa bulanarak daha zor tanınır hale gelmesi oldu. Mesela 12 Eylül’den sonra orduda Kemalizm izi bulmak için -sadece iz- bile zehir hafiyelik gerekirdi. Ama tam da böyle oldu. Artık var olmayan Kemalizm ‘tepeden inmecilik’ ilan edildi. Tüm kötülükler oradan türemişti. Kürt hareketine ters çevrilmiş revizyonist tarih tezleri sunanlar da bu damardan ilerledi.

Uluslararası bacağını bir yana koyuyorum. Mutlaka önemli çünkü Türkiye sanıldığından çok daha enternasyonal bir ülke. Burası asla gelişmiş dünyanın uzağında bir az gelişmiş ülke olmadı. Olamazdı da çünkü tarihten ve coğrafyadan kaçılmaz. Planlama denerken Tinbergen ve Kaldor 1970’lerin sonunda Ecevit köykentlerden dem vururken Sertel, Vanek ve Kleindorfer vardı. Önemli iktisatçılar. 24 Ocak mı dediniz? 24 Ocak kararlarına temel olan Dünya Bankası raporunu Robinson ve Kemal Derviş yazmışlardı, 1978’de. Burası asla yalnız bırakılmadı ve asla entelektüel dünyanın ucundaki fener değildi. 2001 krizinde bile türünün son örneği olan bir programı değişikliklerle devreye sokup, feci şekilde batmışlığımız var.

İçeriye bakalım. 12 Eylül sonrası sosyalistlere musallat edilen tezler içeride öz olarak mevcuttular. Sonunda bu insanların -bazılarının- kendilerini hala sosyalist zannederken düpedüz “sağcı” olmaları ve iktidarın payandası durumuna düşmelerinin nedeni içeride zaten var. Bütün bu görüşler sağın, hatta dinci sağın, 75 yıldır ortalıkta duran tezlerinin zamanın post-modern ruhu içinde dolgu maddesi olarak kullanılan akademik sosla servis edilmiş hallerinden ibaret. Ve asıl budur toplum mühendisliği.

Bu tezlere göre “değerlerine saygı duyulmayan halk yabancılaşmış, o değerlere saygı duyulmadığı için demokrasi gelişememiş, sosyalistler bu ruha dokunamamıştır”. İlk 15 yılın Kemalistleri tepeden inmeci ve Batıcı, sosyalistler-komünistler zaten Jakoben oldukları için işte böyle oluvermiştir. Bu tezlerde minimal derecede bir gerçek tortusu var mıdır? Evet vardır. Ama o kadar. Bunun ötesinde sağın ve hatta dinci sağın tezlerini sosyalizme taşımak tek kelimeyle ayıptır.

Siyasal İslam aslında marjinal bir akımdı. Fazlası var: Hem Bolşevik devrimi sonrası Londra’nın, hem de II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası’nın, sonrasında projeyi devralan ABD’nin, bu coğrafyada dini kullanmayı sosyalistlerle mücadele ve yönetme aracı olarak başlara yazmaları yüzünden bu akımın kökü dışarıdadır. Bir adım daha ileri gidip aşırı sağın ve faşizmin Avrupa’da ve Latin Amerika’daki tez, program ve sloganlarının da büyük ölçüde ortak olduğunu söyleyebiliriz. Bugünün dünyasında sağcılık ve gericilik enternasyonaldir. Geçmişte solun uluslararası dayanışması bir gerçeklik iken de onun karşısındaki sağcılık ve gericilik yine enternasyonal idi.

Bu ülkede faşistler “imal edilmiş”, her zaman eser miktarda var olmuş dincilerse daima korunmuş, kollanmıştır. Yetmeyince yeni dinciler de bizzat devletin ideolojik aygıtları tarafından, faşistler gibi, imal edilmiştir. İmal edilen ürünün çevreden, aileden gelen kültürel kodlarının imalata uygun malzeme sunması, imal edildikleri gerçeğini değiştirmez. ‘Rıza’ imal edilir ve ‘gücü’ taşıyacak kadrolar üretilir.

Güya “Kemalist-vesayetçi-orducu” olan, böyle yaftalanarak analizinin yapılmasının önüne geçilen bir devlet söz konusu. Oysa ki bahsettikleri devlet bahsettikleri dönemlerde dincileri hem bizzat korumuş, hem de imal etmiş, sosyalizme ve aydınlanmanın her türüne karşı kalkan olarak görmüş, yaygınlaştırmıştır. Dincilik bu ülkede çok uzun süredir toplum mühendisliğinin şahikası olarak uygulanıyor. AKP, bu zeminde nitel bir sıçramadır. Ama işin kökleri çok daha geride, geçmişte yatıyor.

Milyonların sokaklarda olduğu, DİSK’in popülaritesinin göğü deldiği, sosyalist olmayanın hem yurtsever olmadığını, hem de cahil kaldığını düşünerek utanç duyduğu günlerde bu toplum Japon toplumu muydu? Ecevit’e “halkın istediği yere kadar soluz” dedirten, miting meydanlarında “toprak işleyenin, su kullananın” sloganını atmaya mecbur bırakan sosyalist rüzgar Çin’de mi esiyordu? Ecevit bu rüzgarla 1977’de yüzde 42 almış ve CHP seçimden açık ara birinci parti çıkmamış mıydı? Bu rüzgarın karşısına faili meçhuller, komando kampları, gladio operasyonları, Alevi katliamları çıkarılmamış, 1 Mayıs 1977 kumpası kurulmamış mıydı? Topluma 12 Eylül 1980 tuzağı kurulmamış mıdır? Öyleyse kim tepeden inmiş?

Toplum mühendisliği daima sola karşıdır. Halkın özgürlüğünü savunduğu, hakkını aradığı, özgüven ve dinamik sergilediği her yerde toplum mühendisliği devreye girer. Haziran sonrası bu süreç göz göre göre, açıkça işlemektedir. Arkası yarın.