'Sovyet deneyi' konusu

SSCB’yi genel olarak savunuyor ve benimsiyoruz. Tarihi olarak ileri adımları sahipleniriz. 7 Kasım 2013 tarihli soL gazetesinden alıntı yaparak başlıyorum:

Sosyalizm nedir? Neden bu kadar insan öldü, neden insanlar acı çekti? Üretim araçları kamunun olsun diye mi? Ne önemi var? Hayır, sosyalizm özelleştirmeleri geri çevirmekten ibaret değildir –ki kapitalist bir devlet bunu da burjuvaziye rant olarak kullanır. Sosyalizm üç tane bürokrat beş tane kapitalist yerine, mülkiyetine sahip olmasa da, fabrikaların kontrolüne sahip olsun diye de düşünülmemiştir. Sosyalizm "herkes asgari ücret alsın, ne şahane eşitlik" hiç değildir –ama Jaurès'in yanıltıcı formülüyle "biz birinci mevkideyiz, siz de buraya gelin diye sosyalistiz" de asla değildir. Ve "sosyalizmde ırmaklardan süt akmaz" (Radek). Sosyalizm her şeyden önce Troçki'nin o yanlış dehasıyla söylediği şeye benzer: "Aristo, Marx insanlığın ortalaması olacak, onların üzerinde yeni tepeler yükselecektir." Kelimesi kelimesine bakmayacağım şimdi kütüphaneme gidip. Yetenekli ve enerji üreten insanların diğerlerini eğiteceği düzene denir sosyalizm. Yetenekli insanı geriye iten hiçbir düzen bu adın zerresini hak etmez.

Asla dar anlamda işçi sınıfı meselesi değildir. Sosyalizm ve işçi sınıfı hareketi birliği tarihi bir çakışmanın ürünüdür. Boşanmazlar: Ama ilk heyecan momenti geçmiştir. İşçi sınıfını pos bıyıklı, baretli, kafası küçük bedeni büyük resmeden her poster sosyalizme kötülük eder. Sosyalizm yeteneksizlerin "sınıfsal bir nedenle yeteneksiz oldukları ve tarihi olarak insanlığın önünde engel oluşturdukları" fikrine de dayanır. Bir nedeni şudur: Yeteneksiz ve tembelde vicdan olmaz. Ve yeteneksiz ve tembelden sosyalist çıkmaz. Ve sosyalizm burjuvaziyle hesaplaşma işidir. Sosyalizm "işçi sömürülüyor" tezinden daha fazla "burjuvazi yeteneksizdir" iddiasına dayanır. Yine de sosyalizm emek-değer teorisinde temellenir, ki teknik özellikleri hiç önemli değildir, çünkü "vakit nakittir" demektir. "Hakkınızı vermeyen insan müsveddesi hayatınızı, vaktinizi, gençliğinizi, yaşamınızı çalıyor" demektir. Hangi hakla?

Söylenebilecekleri iki paragrafta söylüyor. Bundan sonrası daha ciddi çünkü bugünle ve gelecekle bağlantılı; analize girer.

Sovyetler “deneydi” diyen çok ve ben de bazen bu ifadeyi kullanıyorum: “Sovyet deneyi”. Kullanmalı mıyız? Hem evet, hem hayır. Bir açıdan evet: İnsanlık tarihinde ilk defa bu kadar çok sayıda insan bu kadar geniş bir coğrafyada kaderlerini bilinçli eylemle yeniden belirlemek, değiştirmek istediler. Bunu mümkün mertebe eşitlikçi ve dayanışmacı bir toplumda yaşama iradesinin beyanı sayıyoruz. Ayrıca fiilen bu işe kalkıştılar ve ne kadar zor olduğunu bizzat yaşayarak gördüler. Bir ilkti, bir deneydi, ama “denedik olmadı, tekrar deneriz” hafifliğinde ele alınacak türde bir “deney” değildi. Bundan hem daha fazlasıydı, hem daha azıydı. 

Bir açıdan hayır. SSCB –Çarlık tarafından I. Dünya Savaşı sonunda kaybedilen arazi ve nüfus, ve iç savaşın yıkımı dahil edildiğinde- 1920 yılında dünya nüfusunun yüzde 7’siyle, ve sadece karasal alanlar hesaba katılınca, dünya arazisinin yüzde 15’iyle yola çıktı. Nüfus sayımları belirsiz olduğu için ancak yaklaşık rakamlar türetilebilir. Arazi genişti ve zaten Batı Avrupa’da feodalizm çözülürken Elbe’nin doğusunda ikinci serfliğin başlamış olması da aynı nedene dayalıydı: Nüfus yoğunluğu düşüktü veya toprak/işgücü oranı yüksekti. Bu nedenle Çarlık, köylüleri sert biçimde toprağa bağladı ve bu sistem resmi olarak 1861’e kadar sürdü.

SSCB genişti, karasaldı ve altın, petrol, orman ürünleri, tarım açılarından zengindi: İhraç edebileceği doğal kaynakları bol bir ülke olarak başladı. Buna karşın Çarlık döneminin son 30 yılında yoğunlaşan sermaye yatırımları, esas olarak iç savaş sırasında, yıpranmış ve hatta fiziki olarak yok olmuştu. Her sektörde değil, fakat ortalamada teknolojik ömrünü de doldurmak üzereydi. 1920’lerin Sovyet planlama/iktisat tartışmasının zemini budur.  

Deney derken yanlış kullanılmamalı. Ciddi bir ekonomik temele dayanıyordu. Elbette Batı seviyesinde değildi ama sermaye birikimi ciddiydi. Bu yüzden Çarlık’tan yaklaşık 140 milyon insan  miras alındığında –daha yüksek rakamlara ulaşılabilir ama bu rakamlar Rus Polonyası’nı da içerir vb, bu toplamın 1/7’si olan 20 milyon kentli ve bunların içindeki işçi sınıfı geleceğe damga vurmaya soyunabilmişti. Bu yüzden Putilov fabrikası vardı. Daha da fazlası söylenebilir: 1892 Fransa anlaşmasıyla sermaye girişi hızlanmıştı. I. Dünya Savaşı’nın öncü ittifakı sayılmalıdır.

Ayrıca I. Dünya Savaşı, Boğazların kontrolü, Osmanlı toprağı ve petrol için savaştır. Girmemek mümkün değildi. “Paylaşım savaşı” gibi genel lafları geçelim: Sonuçta Kamerun’un kauçuğu için savaşmadılar. “Paylaşılamayan” en başta Osmanlı toprağıydı. Alexander Helphand, “Parvus Efendi”, bu toprağa nedense geldi, ama nedeni ne idiyse doğru yere geldi. Şaşırtıcı olan, en azından İngilizleri savaş sırasında şaşırtan, İttihat ve Terakki’nin İkinci Balkan Savaşı sonrası orduyu kısa sürede modernize etme başarısı göstermesiydi. “Çanakkale’de İngilizler durdurulduğu için Bolşevik devrimi olabildi” denebiliyorsa durup düşünmeliyiz: Durduran en başta İttihat ve Terakki’nin 1913’te başlayan askeri modernizasyonuydu.

Ayrıca Sovyetler hem deneydi, hem değildi çünkü 15 cumhuriyet ve 130 civarında etnik gruptan oluşuyordu. Deneydi çünkü dünyanın hatırı sayılır boyutta bir alt kümesi gibiydi. Deney değildi çünkü deney küçük ve homojen bir örneklem için kullanılması daha doğru bir terimdir. Dini, dili, fiziki görünümü, tarihi ve coğrafyası bu kadar farklı bir toplamı “sosyalizm” genel başlığı altında tasnifleyip, birlikte aynı hedefe yürütebilmek çok zor bir iştir. Bu nedenle bu çeşitlilik Batı tarafından SSCB’nin fay hatlarından birisi olarak saptandı: Önce Nazi Almanya’sı, sonra ABD bu hattı fay kırığına dönüştürmeye çalıştı.  

Ayrıca deney değildi çünkü bir imparatorluktu: İmparatorluk deney yapılacak laboratuvar değildir. Osmanlı, Habsburg, Avusturya-Macaristan imparatorlukları dağılırken tarihi devamlılık açısından Rusya dağılmadı. Deneyimli ve muhafazakar Avrupa diplomatik bürokrasisi SCCB’yi “Yeni Çarlık” veya kadim Rus imparatorluğu olarak görmüştür. Analitik açıdan bu görüş doğrudur. Kendi kaderini tayin hakkı meselesi yerel, Avrupa içi ve tali bir konudur. Rusya söz konusu olduğunda, Bolşevizm, imparatorluğu dağılmaktan kurtaran bir tutkaldır da.  

Deneydir ve değildir çünkü kapsamlı, derin, hızlı bir kalkınma hamlesidir. Bir “düal ekonomi” modelinin kısıtlarından son derece radikal –ama zorunlu hale gelmiş- bir hamleyle çıkma denemesidir. Eksileri ve artılarıyla, aniden başlayıp aniden biten entelektüel dönemleriyle ve politikaya bulanmış ekonomi tartışmalarıyla, bir kalkınma iktisadı dersidir.

Lenin’in 1921’de kabul etmeye hazır olduğunu yazdığı ölçüde yabancı sermaye gelmemiş, NEP dönemi de Lenin’in düşündüğü kadar uzun süre devam etmemiş, edememiştir. Dış ticaretten beklenenler –Preobrazhensky’nin beklentileri kadar bile- tam gerçekleşmemiş, Batı’dan bulunulabileceği düşünülen krediler düşük kalmıştır.

Stalin çözümü, eşitlik öneren ve toprakları dağıtan bir devrimin –SR programının Lenin tarafından SR’lerle “dalga geçerek”, ama elbette mecburen uygulanmasının sonucu- tarımda biriken nispi fazla nüfus ve köylülükten gelen yüksek efektif talep karşısında bulunan bir çözümdür. Olası çözümlerden birisidir ve şiddetle uygulandığını biliyoruz. Hızla ve şiddetle. Ve elbette asla bir köylü partisi olmayan Sovyet partisinin şehirli ve proleter çekirdeğine güvenerek, “vatanın en iyi evlatlarını” kırlara, tarımda kolektivizasyonu zorla uygulamaya davet ederek. 

Hem Departman ı’e (sermaye malları üretimi) hızla yüklenmek, hem de tarımdaki fazla nispi nüfusu hızla ve zor yoluyla eriterek toplam talep fazlasını yok etmek: 1929 dönüşünün anlamı budur. Hem arz, hem talep açısından radikal önlem alma kararıdır.

Elbette ki savaş tehdidi her dönem fonda duran bir kaygıydı. I. Dünya Savaşı’nda alınan dersi unutmayarak, ekonominin ağırlık merkezini savunma sanayisine hızla çevrilebilecek tarzda ağır sanayiye döndürme isteği doğaldır. Ama “Stalin devriminin” ilk nedeni henüz uzakta olan savaş tehdidi değildi ve olamazdı. İlk neden ekonomideki yapısal dengesizliktir. İlk neden ekonomik tahditler/teşvikler/ihtiyaçlar bileşiminin “saf” ekonomiyle çözülemeyeceğinin kabul edilmesinde yatıyor.

Bir kısmı yukarıda belirtilen sebeplerden dolayı, bu “deney olmayan deney” eşsizdir. Bu “benzersiz olma durumu” o kadar açıktır ki, ortaya çıkan temel “model” başka hiçbir ülkede uygulanamadı. Uygulanamaz da. Mesela Çekoslovakya’da uygulanabilir miydi? Mesela Küba zorunlu tasarruflara yüklenerek, ağır sanayi hamlesiyle ciddi bir savaş kapasitesi geliştirmeye soyunabilir mi(ydi)? Anlamı var mı? Küçük ülkelerde uygulanamaz; imparatorluk olmayan yerlerde uygulanamaz; gelişmiş kapitalizmlerde uygulanamaz.

Çin’de de uygulanamazdı ve özellikle Çin’de uygulanamazdı. Çin çok büyük, çok kadim, çok köylü olduğu için. Çin, her konuda, “fazla” büyük olduğu için.

Bu modelin iyice işlenmiş, yenilenmiş, teknik olarak mükemmeleştirilmiş bir versiyonunun baştan uygulanabilir (applicable) olması için –uzun dönemde yapılabilir (feasible) veya istenebilir (desirable) demiyorum- ilk şart teknolojik açıdan geri ama ekonomide ağırlığı oluşturan bir tarım sektörünün mevcudiyetidir. Örneğin 1950’lerin İspanya’sı veya Türkiye’si için çok “inceltilmiş” bir versiyonu tartışmak mümkündü. İlk şart yerine gelmediği için bugün diğerlerini ele almak gerekmiyor.

SSCB’ye dönüp bakmamızın nedeni nostalji değildir. Olan olmuştur. Bakmamızın nedeni neyi yapmayacağımızı, neyi yapmak istemeyeceğimizi, “normal “insanlara ne söyleyebileceğimizi görebilme olasılığıdır. Dönem gerçekten değişir, devran dönerse sözün pozitif içeriği önem kazanabilir.