12 Eylül artık sona erebilir mi?

1980 yılında bu ülkeye giydirilen deli gömleği bu sene yırtılabilir. Normal bir ülkede sol olur, sağ olur, sosyalizm olur, liberalizm olur: Pek çok akım kendisine yer bulabilir. Söylediklerini de net söylerler, saklamazlar. İdeolojik hegemonya başka bir şey, amacını-programını saklamak, olmadığı bir şey için oy ve onay istemek başka.

Normal bir ülkede burjuvazi olur, işçi sınıfı olur. Öyle ya da böyle, nasıl niteleneceklerinden bağımsız olarak sınıfların temsilcileri olmaya soyunan siyasi partiler olur. Burada sadece burjuvazi ve karmakarışık ideolojik dolayımlar üzerinden sisteme eklenmeye çalışılan kitleler veya müşteriler var.

Bilindiği gibi 12 Eylül solu ezmek ve halkı uyuşturmak için yapılmıştı. Aynı zamanda uygulamaya konulan yeni ekonomik modelin itirazsız kabulü ancak sendikasız ve sosyalizmin etkisinin kaybolduğu bir toplumda mümkündü. İktidar partisi 2001 krizi sonrası ortaya konan programı yürütürken benzer bir misyonu da üstlenmişti. Bu nedenle de iktidarı 12 Eylül’ün devamı olarak görmek yetmez. Sovyetler Birliği sonrası bir dünyada, 2000’li yılların 12 Eylül’ü ancak böyle olabilirdi.

34 yıl sonra nihayet kapsamlı bir rahatsızlık ve aktif bir itiraz görüyoruz. Haziran kaybolmadı: Tam tersine AKP kendi kitlesini konsolide etmeye kalkarken, saflarını sıklaştırmaya yönelik bir genel –ve seçim- strateji(si) izlerken, karşıtlarını da konsolide etmeye başladı.

İki partili sistemler o kadar da yaygın değil. İngiltere’de 20. Yüzyılın başında liberal partiden (Tories) ayrılanlar işçi partisini kurdular (Labour) ve o ana kadar yüzyıllardır, bazen pozisyonları ters yüz olsa bile, iki partili olan sistem değişmiş oldu. Diğer parti Whigs partisiydi. ABD’de de benzer bir gelişme olabilirdi. Fakat hareket hem sert biçimde engellendi, hem de güçsüz kaldı. İçindeki akımlar da çok çeşitliydi. Olmadı.

Kıta Avrupa’sında bir merkez sol parti –işçi partisi, sosyal demokrat parti veya sosyalist parti adıyla- ve onun solunda yer alan komünist partiler uzun süre normal deseni oluşturdular. Sosyal demokratlarla komünistlerin çekişmesi ve bazen ittifakı her iki tarafı da etkiledi.

Türkiye’de iki partili bir sistemin imkansız olduğu 2000’lerde görüldü. 2002 seçimi sonrası bu hayal edilmiş olabilir. Ancak MHP ayrı bir damar olduğu sürece bu hayal gerçekleşemezdi. Keza Kürt hareketinin bağımsız bir akım olmaması da düşünülemezdi. Aslında Türkiye siyaseti AKP, CHP, MHP ve BDP gibi partilerle tümden temsil edilmeyecek kadar renkli ve çeşitli.

12 Eylül’den çıkış, bugün tam olarak kendisini konumlandıramayacağı ve yerleşemeyeceği merkez sağa hamle yapan CHP’nin merkez solda sabitlenmesini sağlayacak bir açılımı içermek zorundadır. Dünyanın her yerinde bu tip partiler kendi sollarında kalan bir güce ihtiyaç duyarlar. Bazen o gücün çekimine kapılarak sola açılmak için,, bazen de kendi sollarını fazla radikal bularak merkeze yollanmak, sağa kaymak için. CHP’nin tarihsel özgüllükleri, ideolojisi, varlığı, iç tartışmaları ne olursa olsun bu kütleye sahip bir partinin, 1966 sonrası tüm veçhelerini silip atmayacaksa, kendisini tanımlamasını da sağlayacak bir çekim alanına ihtiyacı var.

Bu, sosyalistlerin asli işi veya derdi değildir. Fakat de ülkenin nefes almaya, özgürlüğe –ve artık aynı anlama geliyor- net biçimde sosyalist bir sola ihtiyacı var. Bugünkünün 10 katı bir sosyalist hareket hala toplam nüfus içinde küçük kalacaktır. Ama etkisi çok daha büyük olur. Yüzde 1’lik bir solun çarpan etkisi x ise, yüzde 3’lük bir solun çarpan etkisi 3x olmaz: Çok daha fazladır. Hem nitelik olarak, hem etkilediği nicelik olarak.

Sosyalizm mi, ne zaman, hangi koşulda, “bugünün işi değil”... Bu lafların artık siyasi anlamı yok. Yok çünkü sosyalist solun güçlenmesinin güncel olmaması düşünülemez. Üstelik 34 yıl sonra ilk defa yakıcı bir güncellik kazanmaya başlıyor.