Trajedi: Totalitere çoğulculuk atfetmek

Anadolu’da bir caminin avlusu. Namaz sonrası toplanılmış. Yaşı 60’ı aşmış, iri yarı, beyaz takkeli, ak sakalları kısa kesilmiş bir adam, eğitimli bir sesle sürekli konuşuyor, çevresindekilerden bazılarına isimleriyle hitap edip zarif övgülerde bulunuyor. Herkes O’nu dinliyor. O’ndan başka konuşan, O’na yanıt veren yok. Gençler, saygılı bir sessizlikle yerde oturanlara –bağdaş kuranlara- çay dağıtıyorlar. Dereden tepeden, tabii ki siyasetten söz ediyor. O. Toplantıya her zaman katılanların dışındakilere, o akşam bir nedenle orada bulunanlara teker teker eğilip iltifatlar ediyor, onlardan bir yanıt beklemeden. ‘Müdavim’ olmayanların hiçbiri iltifatlara karşılık vermiyor. ‘Müdavim’lerin sessizliği, O’nun sözlerine itiraz edebileceklerinin işaretini değil, tümüyle onay verdiklerinin göstergesi. Kimsenin itiraz etmediği, katılanların büyük çoğunluğunun benimsediği görüşler dile getiriliyor O’nun ağzından. Hemen her konuda. Sözlerinin, daha önceki toplantılarda konuştuklarının devamı olduğu ve bütünlük taşıdığı anlaşılıyor. Siyasi konulardaki görüşlerine, eleştirilerine sessizce, bazen bir baş sallamasıyla, bazen zor duyulabilecek bir solukla, onay veriliyor. ‘Müdavim’lerden olmayan, aşağı yukarı kendi yaşındaki birine, sürekli ‘Hacı Ağabey’ diye hitap ediyor. Oysa o kişinin hacı olmadığı –hacca gitmediği, henüz- biliniyor. Büyük bir incelikle, o kişiyi hac farizasını yerine getirmeye davet ediyor, ‘müdavim’lerin o kişiyi hacı olarak görmek istediklerini ima ediyor.

Bu, kanımca bir gelenek, raslantıyla orada bulunan benim daha önce tanık olmadığım bir gelenek. Dikkatimi çeken, belirttiğim gibi, katılanların, O’nun söylediklerini tümüyle onaylamaları. İtiraz yok, itiraz etme, edebilme gibi bir gelenek yok bu avluda.

Kendi içinde sözü geçene itiraz etme, karşı koyma, bu topluluğun özelliklerinden değil. Ancak bu, o topluluğun hiçbir zaman itiraz etmeyeceği anlamına gelmiyor. Niğde’de geçtiğimiz günlerde faturalarını ödemedikleri için elektrikleri kesilen köylülerden yüzlercesi, yolu işgal edip trafiği durdurdular ve kendilerini dağıtmak isteyen polislerle jandarmalara “Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez” sloganıyla karşı koydular.

Niğdeli köylülerin bir protesto gösterisi nasıl yapılır, o gösteride hangi sloganlar söylenmelidir gibi konulardaki eksikliklerini vurgulamak istemiyorum. Öfkelerini, bildikleri tek sloganla dile getirebildiklerine, bu sloganın onlar için ‘haykırılabilecek’ tek slogan, söylenmesi onlara ‘O’ ve onun gibiler tarafından kabul görebilecek tek ifade, tek meşru tepki çığlığı olarak dayatılmışlığına dikkat çekmeyi amaçlıyorum. Öfkelenince, ancak “Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez” demek, tekbir getirmek mümkün bu totaliterliği yüzyıllardır beslenmiş toplulukça.

Başta değindiğim O’na itiraz edeni linç etmeye varabilecek eylemlerde bulunmak da gelenekler arasında. ‘O’ kimse, O’na itiraz edilmez. O’nun dediği yapılır. Gelenek bu. O’nun, bu hakkı kazanmak için yaptığı bir şeyler mutlaka vardır, ancak bunlar, O’nun, avluda toplananların ‘dağılmamaları’ için, avludakilerin birbirlerine daha sıkı bağlanabilmeleri için yaşamın tüm alanlarını kapsayan totaliter doğrultmaları belirli ritüellere yaslanarak yapma eylemlerini kolaylıkla aşamaz.

Avludakiler, O’nun söyledikleriyle yaptıklarından –şu anda öngörülemeyecek bir süre daha- memnun olabilirler. Avluda olmayanlar ama O’na büyük hayranlık beslemeyi ‘dışardan’ alışkanlık haline getirenler, asıl onlar, trajik (aslında trajikomik) yanılgılarının sonucu olarak totaliterliğin darbesini her yediklerinde, totalitere çoğulculuk –hatta ‘demokrat’lık?- atfetme söylemlerinin giderek sönümlenmesini yaşıyorlar. Hep söylenir ya, ‘ben demiştim’, ‘biz demiştik’ demek çok ayıptır diye, bu kadar ayıp arasında ben bu küçücük ayıbı –eğer ayıpsa- doğrusu çok görmüyorum.

Demiştik, işte oluyor. Totaliterlik, ‘çoğulculuk’ çuvalına sığmıyor. Üstelik de, ortada çuval falan kalmadı.

[email protected]