Zokaya, savaşa ve sosyalizme dair

Final, kanlı bir komedi mi olacak? Sahne, Mussolini'nin, Saddam'ın sonlarına yürüme kararı aldığı zamanları hatırlatıyor. Hatırlatmıyor mu? Doğrudur, tarihte hiçbir şey, hiçbir kişi ve olay aynen yaşanmaz. Marx'ın Hegel'e, tarihteki büyük olay ve kişilerle ilgili saptaması nedeniyle yaptığı o muhteşem “maskaralık” katkısını hiç unutmayan marksistlerin iyi bildiği bir gerçek bu. Dünle bugünün olay ve kişileri arasında büyük farklar olması normaldir. Ama ana çizgileriyle soyutlamaya kalktığımızda, acımasız tarihsel paralellikler de gözden kaçırılmayacak kadar net. Sonları benzeyebilir, evet.

Tabii ille gerekiyorsa, bu gerici sürecin “mukaddimesini” 12 Mart ve Milliyetçi Cephe hükümetlerinde, tarihini ise 12 Eylül-AKP devamlılığında arayabiliriz. Yolun sonundayız. Her renkten Türkçülüğün hastalıklı Kürt düşmanlığı, gericiliğin güdümündeki ayrılıkçılığa yerde ararken gökte bulduğu bir kuruluş efsanesi armağan etmiş bulunuyor. Ciddi bir direnişle karşılaşması halinde, Türk gericiliği, paramparça ettiği Anadolu'yu iyice gericileştirecek, bu arada Kürt ulusal hareketinde de dizginlerin tamamen gerici yönselemelerin eline geçmesini sağlayacaktır. Böyle bir tabloda, sosyalizm, ancak dışarıdan “jakoben” bir müdahale üzerinden sahne alabilir. İşçi sınıfından söz ediyoruz, yeni jakobenizmin toplumsal tabanı işçi sınıfıdır çünkü.

Türk-İslam sentezi, bizzat doğurduğu ve beslediği ruh ikizi Kürt-İslam senteziyle birlikte cumhuriyetin son tuğlalarını da yerle bir etmeyi başardı. İkisi de liberal vitaminlerle beslendi. Ortada Türkiye falan yok artık. Kimse kendini aldatmasın.

Ama..

Ama İslamcı Ankara da, zokayı yutmuş bulunuyor. Kendisiyle birlikte bütün bir ülkeyi uçuruma çekme kararı aldığına göre, durumu çok berbattı. Ölümden korkarak intihar etmeyi seçti. Tabii, kendi yakın çevresindekileri yakıp yıkmaya başlayarak. Bir tür sis bombası işlevi gören 3-5 kilometrelik “Büyük Suriye Seferi”ni, bir büyük yıkımın son habercisi olarak okumak mümkün. Göreceğiz.

Göreceğiz de, gerici Ankara'nın göbeğinden bağımlı olduğu Avrupa ne yapacak? İlk sinyaller, Berlin-Paris hattının iki gün içinde ilan ettiği “silah ihracatını sınırlama” kararı, kısa vadede herhangi bir etki yaratamaz. ABD'nin desteği hemen kesilmeyecek çünkü. Türk-İslam sentezinin veya İslamcı Ankara'nın elinde, yeterince ölüm tırpanı var şimdilik. Kesintiler bir süre sonra kendisini hissettirir. Zaten İslamcılar, Batı'yla bir süre için uzlaşmamış olsalardı, bu işe girişebilirler miydi? Kaldı ki, zaman içinde Berlin ve Paris'in başka yollardan silah ikmalini gerçekleştirmesi beklenebilir. Aracı falan kullanırlar. Ancak Avrupa kamuoyundaki İslam karşıtlığı ve Erdoğan nefreti, hızla toptancı bir Türkiye nefretine dönüşüyor. Bu yüzden olmalı, Avrupa siyasetinde, biraz da artık durdurulamayan İslam ve Erdoğan  karşıtı toplumsal baskının etkisiyle, Ankara'nın yeni oyunlarına göz yumulmayacağının bir işareti verilmiş oldu. Kayıtlara böyle girdiği açık.

SAVAŞTAN SOSYALİZME

Üç meseleye dikkat çekebiliriz.

Bir: Bu “sefer”, AB'deki Türkiye sorunun bitişi olarak yorumlanmalıdır. Bundan böyle Ankara'nın AB üyeliği gündeme gelemez. AKP muhalifi güçler iktidara gelse bile, artık o kapı kapandı. Erdoğan rejimi, Almanya Avrupası'nın (“AB”) Türkiye sorununu çözmüş oldu. Ankara, on yıllarca AB'nin kapısını çalamaz, çalmaya kalktığında da ortada AB olacağının garantisi yok. Şimdiden ve fiilen birkaç parça olduğu ilan edilmiş durumdaki Türkiye'nin bu parçalarında AB dostu iktidarlar dümene geçse de, kendisi himmete muhtaç bir dede konumundaki AB, bu faslı kapatmış bulunuyor. O iltihapları, istese de içselleştiremez.

İki: Eşitsiz gelişme yasasının emperyal bir cilvesi olarak, Trump damgalı ABD'nin bölgesel gücünün sınırlanması anlamında AB tepkilerini de art arda yaşıyoruz. Fakat aynı AB, parça parça olmuş durumda ve tarihin en büyük ekonomik krizine hazırlanıyor. Herkes büyük felaketi bekliyor, ama -tıpkı Türkiye'deki deprem gibi- ne zaman geleceğini bilemiyor. Aslında dünya finans sisteminin, karşılıksız trilyonlar anlamındaki neoliberal çıkmazın sonuna geldiğini görmeyen yok. Fakat görmenin bir yararı yok. Böyle bir şaşkınlık ve çaresizlikte, Türkiye gibi büyük bir siyasal birimi parçalayarak Türk krizinin etkisini sınırlayabileceğini düşünen bir siyaset sınıfı egemen Avrupa'da. İstedikleri gerçekleşmiş oldu. Türkiye şu anda, dışarıdaki herkesin gördüğü, içerideki kimsenin itiraf edemediği bir biçimde, en az üç parça. Paramparça.

Üç: Emperyalist demokrasi de diyebileceğimiz liberal barbarlığın marifeti Türk-İslam sentezi, sonuçta, ana çizgilerile tarihsel Kürt coğrafyasını her yanından Arap gericiliğinin desteğiyle ve milyonlarla kuşatmış oldu. Ana Kürt coğrafyasının etrafı, ki İstanbul'u da milyonlarca Kürt kardeşimizle buna dahil sayabiliriz, sadece Türkçü militanların değil, en şeriatçı ve kanlı Arap militanların da kuşatması altındadır. İstanbul'daki kaç milyon olduğu bilinmeyen Suriye İslamcıları da bu Kürt kuşatmasında kullanılacaktır. Son tahlilde Türkiye ilerici hareketine yönelik bir “kurt kapanı” bu. Erdoğan rejiminin asıl kuşatma siyasetini böyle okuyabiliriz.

Bir ek yapalım. umut eki:

Savaş, her krizin doruk noktasıdır. Savaştan devrimle (veya karşıdevrimle) çıkılır. Modern zamanlardaki devrim ise her şeyden önce teorik bir canlanma ve meydan okumadır. Türkiye'nin şimdilerde pek güçsüzmüş gibi sunulan, aslında çok güçlü, bir sosyalizm birikimi olduğunu bu parçalanma yayıldıkça ve derinleştikçe göreceğiz. Türk ve Kürt milliyetçilikleri Türkiye ve bölge halklarının üzerine ölüm yağdırdıkça, sosyalizmin önerileri ete kemiğe bürünecek. Somut bir güce dönüşecek. Sol kürdizmin silkineceği kesindir, en az sol kemalizm kadar. Ancak bunun için sosyalist bir meydan okumanın sahneyi dağıtması gerekiyor. Olacak.

Çoktan başlamış ve inanılmaz bir “metastaz” yapan insani felaketimizin önüne, sosyalizm dışında hiçbir  programla çıkılamayacağını, insanlarımız savaş koşullarında daha kolay algılayacak. Faşizme iltihak etmiş, örneğin Erdoğan ordusuna dualar ederek, bu işe Deniz ve Mahir'i de karıştıracak kadar densiz “iktidarsız Mussolinilerin” yardakçılığı ile bunların nefret nesnesi konumundaki liberal ağababaları, bir kenarda durabilir. Bunların dünyadan haberi yok. Hep oyuncaktırlar.

Siz sosyalizmin dünyada hangi koşullarda ve nasıl kurulduğunu sanıyorsunuz?

“Bir felaketin içindeyiz” diyorduk yıllardır, adamlar daha ne yapsınlar bu felaketi ilan etmek için? İslamcıların, Türk-İslam sentezi militanlarının daha ne yapması bekleniyor? Kendi çaplarında nihai bir Mussolini-Hitler çıkışı da gerçekleştirdiler... Eee?..

Ya sosyalizm, ya bin parçalı barbarlık: Türkiye'nin yeni tarihi burada gizli. İslamcı Ankara'nın Suriye Seferi'nin özeti budur. Ufukta küçük bir ışık var, denebilir. Ancak aydın ufacık bir ışıktan pırıl pırıl bir dünya kurabilen insandır. İnsan gelişir sosyalist olur, sosyalist gelişir aydın olur.  21'inci yüzyılda sosyalizm dışında bir aydın tanımı olamaz. Teknokratla aydını, “inteligentsia” ile “teknokratsia”yı  karıştırmamalıyız. Neyse...

Görev, bizde: Ağlayacak zaman değil, sosyalist bir hükümet için çalışılması gereken zamandır içinden geçtiğimiz. Türk gericiliğinin bu en kirli, en azgın ve en çaresiz döneminden ancak sosyalizmle, sol bir cumhuriyetle çıkılabilir. Sosyalizmden aşağısı kurtarmaz. Kürt düşmanlığının da bölgesel bir cehenneme dönüşmesini engellemenin tek yolu Türkiye'de sosyalizmi kurmaktan geçiyor. Devrimci teori olmadan devrimci hareket veya müdahale olmuyor. Çağımızdaki toplumsal hareketlenmeler, kendi başlarına ve sosyalizmsiz, her zaman önemsizdir. Hatta tehlikelidir. Çünkü kültür endüstrileri sanıldığından çok daha etkilidir.

O noktadayız: Ya sol Türkiye, ya yok Türkiye!