Dış çember daralıyor: 24 Haziran patlarsa...

Bir konu açıklık kazanalı çok oldu: Türkiye, nüfusu 37 milyon civarındayken, 1970’lerin başında, Federal Almanya’nın kanatları altında neredeyse bir “vassal” kimliği kazanmaya başlamıştı bile. Ekonomi üzerinden tabii... 

Bugün bu, eskisinden çok daha fazla böyle. Çünkü Avrupa epeydir Alman sermayesinin elinde bir oyuncak. Ekonomik ve siyasal ağırlıklar arasında gerçi “eşitsiz bir gelişme” var, ama sözü geçen ağırlık büyük ve her geçen gün daha da büyüyor. 

Soru şu: Türkiye ekonomisi içindeki ağırlığı da rakipsizleşen “Avrupa Almanyası“ veya “Almanya Avrupası”, siyasette etkisizliği sineye çeker mi? 

Çekemez. Olmaz. 

Böyle bir süreç, eşyanın tabiatına aykırıdır. 

Muhtemelen 24 Haziran gecesi nihai iç savaş sath-ı mailine girecek bir Türkiye’deki gelişmeler, bu nedenle Berlin’in çok yakın takibinde. 

Ama son yarım asırdır bu yakın takip gündemde değil miydi? 

Daha 1970’lerde, misal?

Öyledir. Bakıldığında, 1989’daki büyük karşıdevrim dalgasını, sol liberalizmle (sözde muhalif, aslında da sermaye için özgürlük ve demokrasi isteyen hareketler, özellikle antikomünist yeşil hareket, Frankfurt Okulu ve döküntülerinin etkisindeki her tür reel sosyalizm düşmanı “sol” gruplar vs.) başarıya ulaştıran Alman sermayesi, ilk etkili kanat alıştırmalarını galiba 70’lerin başından itibaren yapmıştı. Sosyal demokrasinin “gerçek yüzü”, antikomünist histeride Ecevit’ten hiç geri kalmayan Helmut Schmidt, Almanya’nın arka bahçesini daha o yıllarda düzenlemeye başlamıştı. 

Avusturya’dan İran’a kadar uzanan, bu arada elbette Türkiye’yi de içeren ve Alman sermayesinin/ekonomisinin/ihracatının ağır damgasını taşıyan “Alman koridorunda”, gerçekten de öncelikle “Made in Germany”nin borusu ötüyordu.  Dolayısıyla dizginlerin elden kaçmaması ve bölgede sosyalist sürprizlerle karşılaşmamak özel bir çaba gösteriliyordu. Bütün Güney Avrupa’da böyleydi bu. 

Örnek mi yok? Helmut Kohl döneminin “Hıristiyan demokrat kasalarından” sayılan Walther Leisler Kiep, iki yıl önce 90 yaşında ölmüştü. Ama hazret, epey önce siyasi anılarını da yayımlamıştı. Çocukluğu Türkiye’de geçen Kiep, Helmut Schmidt’in bizde de “komünizme karşı” dağıttığı milyonlarca Alman Markı’nı çanta içinde Türkiye’ye taşıyan adamdı. Schmidt Almanyası’nın, ki Schmidt pek bir solcu olduğu varsayılan Willy Brandt’tan hiç de öyle farklı falan değildir, Portekiz, İspanya, Yunanistan ve Türkiye’de el altından dağıttığı bilinen “çantalar içindeki demokrasi yardımlarının” hiçbir zaman açıklık kazanamayacağını, Schmidt daha yaşarken önde gelen Alman araştırmacı gazeteciler söylemişti. 

“Ketum” sosyal demokrat Helmut Schmidt, Türkiye’de 12 Eylül darbesi haberini aldığında, sözde o dönmeyen ihracat kredilerini falan ima ederek “Türkiye artık dipsiz kuyu değil” diyebilen bir sağcıydı. 

Yani Helmut Schmidt, 1976’da İtalya’da komünistlerin (İKP) hükümete girmesi halinde bu ülkeye ekonomik yardım yapmayacaklarını ilan ederken, bunun çok ötesinde faaliyetler planlıyordu. 

Bölgeyi daha o zaman bu kadar yakından izleyip çekidüzen veren Federal Almanya’nın, böylesine büyüdükten ve ABD de dünya emperyalist siteminin liderliğinde epey bir yıprandıktan sonra, Ankara’daki son gelişmeleri el kolu bağlı izleyebileceği mi sanılıyor? 

En az 3 milyon Türkiye kökenli insan Almanya’da yaşıyor. Alman sermayesi, Türkiye’nin ekonomik kaderini elinde tutuyor on yıllardır. Sıra daha ağırlıklı olarak siyasette. Gerçekten de 24 Haziran akşamı yeni boyutlarıyla patlayacağı anlaşılan siyasi krizin Avrupa Almanyası’nın yakın takibinde olmaması mümkün değil. 

AKP Genel Başkanı Erdoğan, Berlin’in nüfuz alanından Saraybosna’ya kaçıp miting yaparak kurtulacağını düşünebilecek kadar ferasetten uzak bir politikacıdır. Bunu yeniden gördük. 

İslamcı Ankara, Berlin’in yakın takibinde. Bunlar, parçalanmayı da bütünleşmeyi de eli kolu bağlı izleyemezler. 

İşler galiba fena karışacak. Sermayenin şu veya bu fraksiyonunun “demokrat” gölgesinde solculuğun ise hiçbir işe yaramayacağı, sadece sosyalizme ek bir darbe olacağı görülecek. Bunu hep söyledik. 

Hazır olalım da...