NATO zirvesinin önemi

3 ve 4 Aralık’ta NATO üyesi hükümet ve devlet başkanları Londra’da toplanıyorlar. Peki, ne konuşacaklar ve hangi konularda karar almaları bekleniyor?

Toplantı öncesi yapılan açıklamalar, bu zirvede ortak, uzlaşma yoluyla net bir karar çıkmasının kolay olmayacağına işaret ediyor. Buna rağmen, bu zirvede iki konuda bilgiler netleşecek: NATO üyelerinin Rusya’ya karşı duruşları hakkında daha çok bilgi ortaya çıkacak; Türkiye’nin NATO’dan talebi ve veto denemesi sınanacak.

Toplantı öncesinde verilen hararetli demeçlerin de gösterdiği üzere, Rusya’ya yakınlaşmak isteyen yalnızca Erdoğan değil, Macron da hevesli. Putin kendi açısından büyük bir başarıya imza atıyor. Trump üzerinden gerçekleştiremediğini, Türkiye ve Fransa üzerinden gerçekleştirirse hiç kimse şaşırmasın. 

Eğer Macron söylediğinde ciddi ise, NATO olmasa bile, Avrupa Güvenlik mimarisi üzerinden Rusya ile ilişki kurmayı hesapladığını varsayabiliriz. Putin ile NATO üzerinden biraz gerginlik, ama AB üzerinden yakınlaşma stratejisi. Macron buna yatkın gözüküyor. 

Merkel Almanya’sı Rusya ile çatışmayı istemiyor, zira kesintisiz enerji arzı güvenliği Alman sanayisi için çok önemli. 

Macron NATO “beyin ölümü” yaşıyor derken Merkel, Erdoğan ve dün itibarıyla Trump’ın NATO’yu savunan tepki vereceklerini hesapladı mı, bilemiyoruz. Fakat Macron’un bir tümcesi NATO’cu devlet başkanlarını, üstelik NATO’ya karşı güya eleştirel olduklarını duyursalar da, alarma geçirdi. Macron’a karşı Merkel, Erdoğan ve Trump NATO’ya sahip çıktılar. Merkel ve Trump NATO’ya halen ihtiyaç duyulduğunun altını çizerken, Erdoğan ünlü NATO’cuların sözünü, “güvenlik bölünemez”, yineledi. Macron’a “NATO’ya sahip çıkarız, güvenlik şemsiyemiz NATO'dur" mesajı vermiş oldu. 

Türk hariciyesi 2002 Aralık ayına kadar NATO öncelikli bir politikayı benimsemişti. NATO-AB ilişkilerini “olay bazında ele alırız ve her şey NATO konseyinde karara bağlanır” demişlerdi. Erdoğan bu politikayı mı öne çıkarmaya çalışıyor, bunu zamanla öğreneceğiz.

Bugün NATO’nun Rusya’ya karşı rol üstlenmesini isteyenler Baltık devletleri ve Polonya’dır. Bunlar Batı’yı Rusya’ya karşı provoke edecek politikalara kolayca imza atabilirler. Bu zirve öncesinde NATO’nun gündemine taşınan konu, NATO’nun Baltık ülkeleri ve Polonya’yı Rusya’ya karşı koruması için hazırlanan plan, günlerdir tartışılıyor. Türkiye veto edecek mi? Nasıl bir tutum sergileyecek? 

Erdoğan yönetimi, “YPG’nin NATO terör örgütü listesine alınıncaya kadar Türkiye’nin NATO’nun Baltık savunma planını onaylamayabileceğini” ifade etti. Bunun üzerine Macron başta olmak üzere Trump, Merkel ve tabii ki Baltık ülkeleri ve Polonya yönetimleri Türkiye’nin yanlış bir ilişkilendirme içinde olduğunu ileri sürdüler.

Başbakan Tansu Çiller 1996 yılında “eğer AB Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine başlamaz ise NATO’nun doğu genişlemesini veto edebiliriz” demişti. Kısa süre sonra Çiller geri adım attı. 

Bugün durum elbette aynı değil. Erdoğan’ın pazarlık gücü Çiller’e göre daha kuvvetli. Daha önemlisi bugünkü ABD yönetiminin duruşu o günkü yönetimden oldukça farklı. Bugün Trump Rusya ile karşı karşıya gelmeyi istemiyor, Rusya’yı önemli bir aktör olarak görüyor, hâlbuki 1996’da ABD yönetimi Rusya’yı elinde birinci sınıf nükleer silah bulunan orta ölçekli bir güç olarak niteliyordu. 

İki dönem arasında ciddi farkların bulunmasına rağmen, bir noktada benzerlik de söz konusu: Erdoğan’ın hamlesinin sürdürülebilirliği tartışmalıdır. Macron, Polonya ve Baltık ülkelerini Türkiye’ye karşı kışkırtmaktan geri durmayacaktır. Yakın komşularıyla gergin ilişkilere sahip bir Türkiye görüntüsüne, orta uzaklıkta bulunan komşularla da gerginlik görüntüsü eklenebilir. Bu NATO zirvesinde herhangi bir sorun çözülmez, fakat yeni sorunlar eklenebilir.

Son olarak, emperyalist hiyerarşi içinde ortaya çıkan en ufak değişiklik NATO etrafında yapılan tartışmalara yansır. Bu nedenle, bu zirvede herhangi bir karar alınmasa dahi, yapılan tartışmalar emperyalist hiyerarşide yaşanan krizleri de yansıtacağı için bu zirve önemlidir.