Libya üzerine sorular!

Geçmişten günümüze Libya hep tuhaflıklarla anılır. “Fizan’a göndermek” tabiri örneğin. Osmanlı döneminde muhalifleri cezalandırmak için kullanılan sürgün yerlerinden biridir, Fizan. En uzak, ıssız köşe anlamında kullanılır.

Libya, 19. yüzyılda Türk-Fransız rekabetine sahne olmuş, 20. yüzyılın başında, 1911-12’de İtalya’nın işgali sonucu Osmanlı’nın elinden çıkmıştır. Enver ve Mustafa Kemal’in İtalyan ordusuna karşı yerli halklardan oluşturdukları direniş-gerilla örgütleme deneyimlerinin ilklerindendir. Mustafa Kemal Atatürk’ün belki de toplumsal yapının tarikat-kabile ilişkisine dayalı olmasının yarattığı zorluklardan ders çıkardığı ilk örneklerdendir.

İtalyan ordusunun işgaline karşı Şeyh Senusi önderliğinde direniş örgütleri oluşturulsa da esas dönüşüm İtalya’nın 1943 yılında 2. Dünya Savaşından çekilmesi sonrasındadır. 1949’da İngilizlerin yazdığı anayasa ve dekolonizasyon süreciyle BM’de 1950’de alınan karara uygun olarak 1951 yılında ilan edilen bağımsızlık 1969 yılına kadar Krallıktır.

1969’da Krallığı askeri müdahale yoluyla devirerek iktidarı ele geçiren Kaddafi, İslam Cumhuriyeti ilan eder. Kaddafi, 2011’de uluslararası müdahale ile iktidardan düşürülünceye kadar Libya’yı aşiretler konfederasyonu olarak yönetir. Kaddafi sosyalist değildir, Libya’da işçi sınıfı diktatörlüğünden söz edilemez, ancak fosil yakıtların dünya pazarına sunulmasıyla elde edilen gelirin azımsanamayacak bir bölümünü başkanı olduğu aşiret konfederasyonu arasında eşitlik ilkesine göre değil, kendince tanımladığı hakkaniyet ilkesine göre dağıtır. 

Kaddafi’nin bütün marifeti, aşiretler arası ilişkiyi düzenlemesi ve fosil kaynaklardan elde edilen gelirin dağıtımının bu dengeyi bir veya birkaç aşiret lehine dönüşmesine izin vermemesi ve kişisel diktatörlüğünü aşiretler üzerinde bir yere konumlandırabilme becerisini göstermesidir. Bütün bunları zor ve rıza ikilisini aynı anda kullanarak sürdürdüğü bilinmektedir.

Emperyalist-kapitalist merkezler, Kaddafi’nin onları ticari yolla memnun etmesine rağmen ona tahammül etmediler. Emperyalizm kimseye acımaz, biline. Onu 2011’de hunharca öldürdüklerinde uzun yıllara sirayet edecek istikrarsızlık ve iç savaşın yaşandığı bugünkü tablo ortaya çıktı. 

İrili ufaklı açgözlü emperyalistler, uluslararası ve bölgesel aktörler, isteseler de Libya’da istikrar getirecek siyasi-yönetim yapısı kuramadılar. Kurmak istiyorlar, çünkü nereye evirileceğini artık onlar da tahmin edemez durumdalar. Bugün en azından iki aktörün kendini halkın yasal resmi temsilcisi olarak ilan etmesi istikrarın henüz sağlanamadığına işaret eder.

İşte bu şartlar altında Türkiye’de iktidar yeni bir hamle yaptı, BM’nin de desteklediği Saraç hükümeti ile deniz sınır tanımlama anlaşması ve askeri güvenlik ve eğitim anlaşması imzaladı.

2011’de Kaddafi öldürülmeden önce böyle bir anlaşmayı imzalamış olsaydı ciddi bir anlamı olur ve Doğu Akdeniz’de bugün gelinen karmaşık ve tehlikeli durumun önüne belki geçilebilirdi. Bugün çok geç.

Elbette bunun tek sorumlusu Türkiye değil; Doğu Akdeniz’in bu denli gergin ve çatışmaya açık hale getirilmesinde bütün bölge aktörlerinin sorumluluğu olduğu kadar büyük enerji tekellerinin payları da çok yüksek orandadır.

Doğu Akdeniz’de bütün taraflar arasında henüz anlaşma sağlanmamışken fosil yakıt aramaya başlayanların bu sürecin çatışmaya dönüşme riskinin bulunduğunu hesaba katmadıklarını söylemek saflık olur. Bu durumda Doğu Akdeniz’de yangına körükle yaklaşanlar olduğunu varsaymak mümkündür.

Türkiye’de iktidarın, kısa süre önce, “Saraç hükümeti isterse askeri destek göndeririz” hamlesi ne anlama gelir?

Libya’da birbiriyle çatışma içinde bulunan çok sayıda tarafın varlığı, bunlar arasında en azından öne çıkan iki tarafın, Saraç ve Hafter’in temsil ettiği yönetimlerin varlığı, bunlar arasında açık çatışmanın devam ettiği bilinmektedir.

Saraç hükümetinin BM içinde ve Avrupalı bazı aktörler tarafından desteklendiği, buna karşın Hafter’in Rusya başta olmak üzere, BAE, Suudi Arabistan, Mısır gibi Arap devletleri arasında destekçileri bulunduğu, ABD yönetiminin aynı anda iki tarafa gülücük dağıttığı, Almanya’nın konu hakkında Berlin’de bir konferans düzenlemek üzere olduğu bilinmektedir.

Bu noktada meşru soru şudur: Türkiye’de iktidar, beklemek yerine, niçin iki taraf arasında bir seçim yaptı ve gerekirse askeri çatışmada taraf haline gelme riskini göze aldı? 

Çatışmada Saraç kaybederse ne olur? Saraç’ın kaybetmemesi için Türkiye’de iktidar ne kadar destek sunabilir? Bu konuda Rusya ile görüş ayrılığı yaşadığı yadsınamaz bir gerçek. 

“Gerekirse askeri destek sunarız” açıklaması TBMM’de konunun tartışılması ve karara bağlanmasını gerektirmez mi? Eğer böyle bir süreç yaşanırsa muhalefet nasıl bir tavır sergiler? 

NATO’nın Baltık savunma planının veto edilmesinden vazgeçiş ile bu konu arasında bir ilişki var mı? NATO konusunda olduğu gibi, bu konuda hızlı bir karar değişikliği mümkün mü? 

İktidar sorun çıkarabilme gücünü mü sınıyor?

Buradaki soruların hepsi önemli. Suriye’de çatışmanın tarafı olmama seçeneğini benimsemeyen iktidar Libya’da aynı hatayı yaparsa trajik-komik bir durum ortaya çıkabilir.

Esas olan, doğru kararı doğru zamanda almaktır. 2011’de alınması gereken bir kararın şimdi alınması sorunu çözmez, dönüştürür. Maalesef Doğu Akdeniz’de sorun dönüştürmenin de sınırına yaklaşılıyor.