Füze-kalkan oyunu ve BMGK kararı

Son zamanlarda Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (KDHC) yönetimi hidrojen bombası dahil nükleer silahlar üretebildiğini gösteren nükleer silah denemelerinde bulundu. Bütün dünya KDHC’nin nükleer silahlara sahip olduğundan emin, fakat ne kadar ve nereye konuşlandırıldığına dair bilgiden yoksun.  KDHC  yönetimi bu silahların kıtalararası balistik füze özelliğine de sahip olduğunu ileri sürüyor, bunu göstermek üzere denemeler yaptı ve muhtemelen başka denemeler de yapabilir. Rusya Federasyonu askeri yetkilileri ise, KDHC’nin elinde bulunan füze fırlatma sisteminin kıtalararası balistik füze olmadığı tespitinde bulunarak, bunların orta ölçekli-mesafeli olduğunu belirtmekle birlikte KDHC yönetiminin bu teknolojiyi üretecek kapasiteye sahip olduğu konusunda kimsenin kuşkusu yok. Hatta ABD yönetimi bu durumu fazlasıyla abartılı gündeme taşıdı.

Temmuz başından Eylül 11’e kadar ABD, Rusya Federasyonu ve Çin karşılıklı diplomatik demarşlarda bulundular. Putin ve Şi Temmuz’da ortak bir girişimle KDHC’ye karşı güç kullanılmasına karşı çıktıklarını, diplomasi yoluyla çözüm üretilmesi gerektiğini dile getiren bir çıkış yaptılar. Putin ve Şi KDHC yönetiminin nükleer güç haline gelmesini istemediklerini, öte yandan ABD’nin güç kullanmayı öngören açıklamalarına karşı olduklarını, KDHC yönetiminin nükleer silah denemelerini durdurması karşılığında ABD’nin rejim değiştirme girişiminde bulunmamasını, Kim Jong-Un’a karşı suikast girişiminde bulunulmayacağı, Kore Cumhuriyeti ile yaptığı askeri tatbikatların durdurulacağını, yinelenmeyeceğini ve Kore yarımadasında THAAD füze savunma sisteminin bölgesel güvenliğe zarar verecek durumdan çıkarılacağına dair dört konuda garanti vermesini dile getiren, bir ortak girişim adı verilen, deklarasyon yayımladılar.

ABD yönetimi böyle bir garanti vermedi, vereceğini beklemek de yanıltıcı olur. Aksine, Kore Cumhuriyeti ve Japonya ile füze savunma sistemlerini yaygınlaştırmak üzere adımlar atmaya başladı. ABD yönetiminin başlangıçta gösterdiği “yakar yıkarız” söylemleri üzerinden tonu yüksek tepkiler ve bütün seçenekler masada retoriği, zaman içerisinde diplomasiye şans verilmesi noktasına evirildi. Böylece 11 Eylül’de konu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne taşındı.

11 Eylül akşamı BMGK üyelerinin hepsi (15 üye) oybirliği ile KDHC yönetimini nükleer silah denemelerinde bulunduğu için kınayıp, denemelere son verilmesi talebinde bulunan ve daha ötesine giderek KDHC’nin enerji girdilerinin ülkeye girişini %50 kısıtlayan, tekstil ihracatını ve yurtdışı işçi döviz gelirlerinin ülkeye girişini yasaklayan yaptırımlar uygulanması kararını aldılar (BMGK 2375, 2017).

Kararı alanlar dahil hiç kimse bu yaptırımlar sonucu KDHC yönetiminin nükleer silah üretebilme kapasitesinden vazgeçeceği ihtimalini düşünmüyor. Yeni denemeler yapmaktan vazgeçirmeyi hedefliyorlar. Rusya ve Çin yönetimleri özellikle bu noktaya parmak basıyor. KDHC yönetimi yeni denemelerde bulunmamalı diyorlar. Buna karşılık Rusya ve Çin yönetimleri BMGK kararının barışçıl bir çözüm adımı olduğunu ancak 4 Temmuz Ortak Girişim deklarasyonunda belirtilen dört noktanın bu BMGK kararına yerleştirilmemiş olmasını da ciddi bir eksiklik olarak vurguluyorlar.

Silah, enerji ve ekonomik yaptırımların uygulanmasına karar verilmesi ABD’nin başarı hanesine yazılırken, bu uygulamanın sonuç verici olmayacağını öngörenler az değil. Rusya ve Çin açısından diplomatik bir geri adım (Temmuz ortak girişim noktalarından) olduğu açık. Öte yandan Rusya ve Çin yönetimleri KDHC yönetimine şu mesajı veriyorlar: ‘KDHC nükleer silah sahibi olma statüsünü elde etmemeli’, ‘buna razı değiliz’ diyorlar.

Gerçek şu: KDHC yönetimi nükleer silah üretme teknolojisine sahip, ancak kapasitesi, miktarı net olarak bilinmiyor. Rusya ve Çin yönetimleri bu durumu, yani KDHC’nin nükleer silahlara sahip ülkeler statüsüne sahip olmasını hoş karşılamadıkları açık ve bunu açıkça itiraf ediyorlar. ABD açısından durum daha da vahim; KDHC yönetimi bütün bunlara sahip olurken ABD yönetimi önleyici saldırıda bulunma imkanını kaçırmış durumda.

ABD ne yapabilir? Bu durumu fırsata çevirmek isteyeceği açık. Nasıl mı? Kore Cumhuriyeti ve Japonya’ya füze savunma sistemlerini satacak ve dünyanın diğer bölgelerine benzer silahları almalarına zorlayacak.

 

BM Güvenlik Konseyi kararı alınmadan önce en iddialı tepkinin NATO genel sekreteri Jens Stoltenberg tarafından verildiğini söylemek mümkün. Stoltenberg, “Kuzey Kore'nin küresel tehdit teşkil ettiğini, buna verilecek yanıtın da küresel olması gerektiğini” söylemişti. Stoltenberg’in küresel yanıttan kastı askeri bir müdahale mi? NATO’cuların gönlünden geçse bile şimdilik böyle bir tepki veremeyeceği açık. Stoltenberg’in kast ettiği şeyin, kendisinin de ifşa ettiği üzere, KDHC’ye karşı iktisadi ve askeri yaptırımların genişletilmesi ve yaygınlaştırılması olduğu anlaşılıyor. NATO bu noktanın ötesine geçecek adım atarsa Rusya ve Çin’in tepkisi o vakit ortaya çıkacaktır.

İzlenecek stratejiyi netleştiren açıklama önce Almanya’dan geldi, BMGK kararı öncesinde Şansölye Merkel, “İran ile varılan uzlaşıya benzer bir çözüm arayışını” makul bulduğunu açıkladı. 11 Eylül tarihli 2375 nolu BMGK kararı bu noktaya gönderme yapmakta, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, Kore Cumhuriyeti, Çin, Rusya Federasyonu, ABD ve Japonya’dan oluşan taraflar arası  görüşmelerin yapılmasına işaret etmektedir. KDHC’nin bunu kabul edeceğine dair bir açıklama gelmedi!

KDHC’nin nükleer silah denemelerinden en çok etkilenen ülke, güneyindeki Kore Cumhuriyeti’dir. KDHC yönetimi Kore Cumhuriyeti yönetimine eğer ABD bize saldırırsa ilk önce ABD’nin askeri varlıklarını hedef alırız ki bu da güneyde Kore Cumhuriyeti ve Japonya olur mesajı veriyor.

Japonya’nın  başbakanı buna çok sevinmiş olmalı ki hemen toplumu alarma geçirdi, füze savunma sisteminin güçlendirilmesi gerektiği konusunda daha önce söylediklerinin haklı kılındığını söyledi. Abe’nin tam da arzuladığı bir durumdu bu. ABD ile silah teknolojisinde yeni ortaklıklara girebilir. Kuşkusuz Japonya ve Kore Cumhuriyeti teknoloji geliştirme konusunda uzmanlar. Fakat bu hassas bir teknoloji, elde patlarsa kendini de yok edebilir, başkasına verilirse verene karşı da çalışabilir ve rasyonel hesaplamaların yapılması en zor olanıdır. Kimin elinde ne kadar nükleer güç bulunuyor bunu kesin olarak bilmek kolay değil, ancak tahminler de bulunulabiliyor. Ötesi, falcılık.

Kore Cumhuriyeti yönetiminin daha ihtiyatlı olacağını eski deneyimlerinden yola çıkarak tahmin etmek mümkün olabilir; ancak Trump çok zorluyor. Füze kalkanı savunma sistemlerini onlara satmak istiyor. ABD bakımından bundan daha iyi fırsat olmayabilir. Tüccar Trump  için bu mesele çok önemli, bakın şu kadar meblağ anlaşma yaptım demek için canla başla çalışıyor.

Bundan sonraki adım ne olabilir?

KDHC yönetimi savunma güdüsü ile nükleer silah geliştirme denemelerine devam edecek mi? Devam edeceğinin sinyallerini veriyor. Bu durumda kaynaklarının azımsanamayacak bir bölümünü bu denemelere aktarmaya devam edecek. Bunun iç politikaya yansıması nasıl olacak tahmin etmek kolay değil, ama toplumun mutlu olacağını söylemek de pek mümkün değil. Devam etmemesi durumunda ise daha da zor durumda kalabilir; ABD ve müttefikleri KDHC yönetimini zorda bırakmak için elinden geleni ardına koymayacaklar.  

Bu füze-kalkan oyununun olası çıktısı ne olabilir?

Açık bir çatışmaya dönüşmesini beklememekle birlikte, ABD KDHC yönetimini cezalandırmak için girişimde bulunmaması durumunda hegemonyasına gölge düşeceğini bildiği için KDHC yönetiminin üzerine gidecektir. Bu doğrultuda Kore Cumhuriyeti yönetiminin füze savunmasını güçlendirmek için onlara füze kalkanı sistemini satmak istediğini, bu doğrultuda görüşmelerin başladığını basından biliyoruz. Kore Cumhuriyeti yönetimi ise geleneksel politikası –teknoloji transferi gerçekleştirme isteğini öne süreceğinden kuşku yok. Eğer ABD Kore Cumhuriyeti yönetimine füze savunma sistemi teknolojisini aktarmayı öngörürse bu durum başka küçük ve orta ölçekli güçlerin de iştahını kabartır. Bu durum nükleer silah teknolojisinin daha da yaygınlaşmasına yol açabilir.

Bütün bu tartışmaların gölgesinde bütün dünyanın bildiği gerçek şu: çok sayıda ülkede nükleer silah mevcut ve bu teknoloji artık orta ve küçük ölçekli güçler tarafından da üretilebiliyor. Bu gerçek çok sayıda muhterisin gönlüne düşebilir ve kendi gelecekleri ile nükleer silah edinme arasında doğrusal bir bağ kurma eğilimine girebilirler.

Nükleer silah teknolojisine ulaşmadan önce ona karşı güvenlik sistemi elde etmek isteyeceklerdir. Dünya tehdit altında, kendinize füze kalkanı alın diyorlar. Peki alıcılar nereyi koruyacaklar? Merak konusu. Hiçbir füze savunma sistemi bütün alanı korumuyor, ancak tanımlanan alanda etkili olma olasılığı var. Füze kalkanı sistemi alınırsa kimin korunacağına kim karar verecek? Tabii ki belli. Önce egemenler, belki de yalnızca egemenler.

Yalnızca ABD değil, Putin de satmaya çalışıyor füze savunma sistemini!