Şeytansı

Ne zaman bir diktatör konuşsa gazetede dergide bir diktatörün adı geçse, resmi çıksa hep onu anımsarım. Sesi kulaklarımda çınlar. O ses hiç eskimedi. Hüzünlü anımsamalarla ülkeden ülkeye dolaştı.

Gabriel Garcia Marquez ‘in tam otuz iki yıl önce aldığı Nobel Edebiyat Ödülü törenindeki konuşması dün yine tarihin sofrasındaydı.

Kendi ülkesinde “şeytansı bir diktatörlüğün yükselişini” renkli öykülerle süsleyerek anlatmıştı. Kimsenin aklına ülkenin bir gün şeytansı bir diktatörlüğün pençesine düşeceği gelmemişti. Gelmemişti çünkü o yıllarda insanlar faşist askeri cuntanın çarkları arasında öğütülüyordu. Bundan daha kötüsü, daha acımasızı olamazdı. Oysa oldu.

Çeyrek yüzyıl sonra bugün, bir seçim arifesinde yaşananlar “17 Aralık baskınından sonra her gün her saat” Eylül darbesiyle kıyaslanıyor.

İş üstünde yakalanan Türkiye İslam Cumhuriyeti diktasının tuzu kokutan/ sözü bitiren hırsızlık ve arsızlık günlerini anlatmaya Marquez’in o dört sözcüklü tek satırlık “şeytansı bir diktatörlüğün yükselişi” yaklaşımı artık yetmiyor.

Tarihin gücü siyasetin “sersemletici gerçeği” olan diktatörlere bu kötü yolun sonunu anlatamadı. Salazar, Pinotche, Vidala, Mussolini, Hitler, Franco fark etmiyor. Yaşadıkları yüzyılı kirleten diktatörlerin sonu hep aynı oldu. Kimi kendi canına kıydı, kimi ya cezaevinde bir tutsak ya da sürgünde bir kaçak olarak öldü.

ONBİR YIL OLDU
Büyülü gerçekçiliğin büyük ustası Marquez’in diktatörleri tarihin tutanaklarına geçirdiği o konuşma Eylül zulmüne direnen insanlar için kutsal bir metin olmuştu:

“On bir yıl oluyor. Beş savaş ve on yedi hükümet darbesi ile karşılaştık. Ve çağdaş Latin Amerika’da, Tanrı adına, ilk özkırımı yürürlüğe koyan şeytansı bir diktatörün yükselişini gördük.

Bu süre içinde 20 milyon Latin Amerikalı çocuk, yani Batı Avrupa’da 1970’ten bu yana doğanlardan daha çok sayıda çocuk, ikinci yaş günlerini kutlayamadan öldüler. Yaklaşık 120 bin kişi zorbalığın sonucunda yitip gitti. Sanki Uppsala kentinin tüm insanları yitmiş gibi. Pek çok kadın gebeyken tutuklandı. Ve Arjantin cezaevlerinde doğurdukları çocuklarının kimlikleri de daha sonraki yazgıları da bilinmiyor. Bunlara bir son vermek için, kıtada 200 bine yakın kadın ve erkek öldü. 100 binden çok insan da Orta Amerika’nın dik kafalı üç ülkesinde Nikaragua, El Salvador ve Guatemala’da.

Bu olaylar ABD’de meydana gelmiş olsaydı nüfus oranına göre, dört yıl içinde 1 milyon 600 bin ölü saymak gerekecekti. Şili’de 1 milyon kişi, yani nüfusun yüzde 10’u göç etti. 2,5 milyonluk küçük Uruguay, her yarım dakika içinde bir göçmen yaratıyor. Latin Amerika’nın tüm göçmenleri ve tüm sürgünleri ile yaratılacak bir ülke Norveç’ten daha kalabalık olurdu.”

ASLINDA RUH HASTASI
Son günlerde yapılan benzer çalışmalar Türkiye’nin soygunu vurgunu, rüşveti komisyonu, hırsızlığı arsızlığı meslek edinen bir çete tarafından dolandırıldığını sır olmaktan çıkardı.

Sonuçta uygarlık tarihin tutanaklarından kaçmanın olanaksız olduğu bir kez daha anlaşıldı. Avrupa’nın göbeğinden okyanusun ötesine, Afrika’dan Asya’ya ve de elbette Ortadoğu’ya kadar halklarına kan kusturan diktatörlerin gücü tarih karşısında çaresizdi. Tanklı toplu diktatörün de, takkeli tespihli diktatörün de gücü yetmiyordu.

Marquez kendi coğrafyasının diktatörlerinin gücünü anlatırken onların aslında birer ruh hastası olduğunu sergiliyordu:

“Meksika’da üç kez iktidar olan diktatör General Antonio Lopez De Suntana, bir savaşta yitirdiği sağ bacağı için görkemli bir cenaze töreni düzenletmişti.

General Garca Moreno, on altı yıl boyunca Ekvator’u mutlak bir despotlukla yönettikten sonra öldüğünde, tören üniformaları içindeki cesedi başkanlık koltuğuna oturtuldu ve başında nöbet tutuldu.”

Bizde “bir uzvu için cenaze töreni” yaptıran öldüğünde cesedi başkanlık koltuğuna oturtulan diktatör henüz yok.

“General Maximiliano Hernandez, El Salvador’da barbar bir kıyımla 30 bin köylüyü ortadan kaldırdıktan sonra, bir sarılık salgınına karşı, sokak lambalarının kırmızı kâğıtla kaplanmasını buyurdu.

General Francisco Morazan’ın Tegucigalpa alanındaki anıtı, aslında Paris’te bir hurdacıdan satın alınan ve Mareşal Ney’e ait bir yontu idi”

Bizde salgın dahil her derde şifa olan abdest suyu olduğunu söyleyen heykel yıktıran, yıktıramadığını hurdacıya gönderen diktatör var.

YAZGILARI AYNIYDI
Marquez’in Latin Amerika’da toplumsal ve siyasal yaşamını kuşatan örnekleri artık Türkiye’de fena halde günceldi.

Latin Amerika’nın “halkını eroinle uyuşturan…” diktatörleri de, Ortadoğu’nun “halkını Allah’la aldatan...” diktatörleri de aynı yazgıyı paylaşıyordu. Halkın sonuna kadar aldatılamayacağı, ülkenin yalanla yönetilemeyeceği biliniyordu. Kaçan kurtuluyordu.