Aklı başka yerdeydi

Türkiye çok değil bir hafta önce bu köşede dillenen “Yok aslında birbirinden farkları, onlar aynı sokağın çocukları” yargısını doğrulamak ister gibi sahne alan yeni bir sokak kavgasına daha tanık oldu.

Bir yanda ülkede son on iki yıldır hukuk adına işlenen cinayetleri sessiz ve derinden izleyen bir yüksek yargıç var. Siz ona kısaca Anayasa Mahkemesi Başkanı diyebilirsiniz. Haşim Bey.

Bir yanda muhalif olanı, eleştireni ve boyun eğmeyeni düşman sayan tam on iki yıldır kin ve öfkeyle küfür ve hakaretle onları aşağılayan, başkanlık düşüne kapılan parti lideri eski İstanbul imamı var. Siz ona kısaca Başbakan diyebilirsiniz. Tayyip Bey.

Başbakan ve başkan arasında milyonların gözü önünde cereyan eden “karşılıklı hakaret teatisi’nin” aslında bir hesaplaşmanın çok ötesinde ülkeyi tutsak alan İslam faşizminin vardığı boyutu sergilediğini dünya gördü. Türkiye siyasasında artık “yetmez ama evet’çilerin..” ihanetinden, “yetti artık hayır’cıların..” ihanetine açılan yeni bir kapı var.

DÖRT HARFLİ SÖZCÜK
Anayasa Mahkemesi Başkanı bozuk bir saatin günde iki kez doğru göstermesini anımsatmak ister gibi genelde yargının özelde başında bulunduğu yüksek yargı kurumunun güncel sorunlarından söz ediyor görünümdeydi. Ama hiç öyle değildi..

“Vicdansız” dememek için “vicdan yolsuzluğu...” “bilgisiz-basit” dememek için “sığ eleştiri...” dedi. “İki yüzlü-dönek” dememek için “gömlek değiştirme...” diyerek nokta atışı yaptı. “Dinsel dayatma” dememek için “mahalle baskısı...” dedi. “Karapara, soygun, vurgun, uyuşturucu, silah, siyaset , yer altı, mafya...” gibi güncel ilişkileri dört harflik “çete...” sözcüğüyle idare etti.

Anayasa Mahkemesi’nin yaş gününde sergilenen bu sokak kavgası zorun-zorbanın gücü karşısında çare arayan insanlarda göreceli bir heyecan rüzgarı estirdi. Ama son on iki yıldır halı altına süpürülen rejimin temel sorunlarının üstünü bir kez daha örtmede son derecede başarılı oldu. Hangi kutsal değer, hangi cemaat, hangi örgüt, hangi parti hesabına yapılırsa yapılsın hakaret, kin, nefret ve şiddetin önündeki engelleri bir kez daha etkisizleştirdi.

MEŞRUİYET SORUNU
Yüksek yargıç Haşim Bey “hukuk devleti keyfi iktidarı sınırlar...” diyeceğine, “hukuk devleti iktidarın meşruiyetini gözetir...” deseydi gayrimeşruluğun kaynağında keyfi iktidarın “ben yaptım oldu” yaklaşımının yattığının altını çizseydi milletvekili seçimlerine katılam engeli olan Tayyip Bey için kişiye dönük anayasa değişikliğinin, Siirt’te seçim yenileme oyununun perde arkasındaki hukuksuzluğu anlatsaydı.

Onu daha milletvekili bile değilken Beyaz Saray’da ABD Başkanı George Busch ile buluşturan nedenleri, yapılan pazarlığın, ısmarlanan siparişin ipuclarını açıklasaydı ona 116 günde Başbakan koltuğu sunan koşulların dayattığı bağımlılıktan kaynaklanan meşruiyet sorununu anımsatsaydı.
Nüfus sayımından seçmen listesine, kaybolan 4 milyonu aşkın seçmenden, 44 ilde yaşanan elektrik kesintisine, Yüksek Seçim Kurulu’nun kullandığı bilgisayar programının sabıkasına uzanan olumsuzlukların iktidarları meşruiyetten uzaklaştırdığını söyleseydi. Koridorlarında Amerikan büyükelçisinin dolaştığı Yüksek Seçim Kurulu ile seçim güvenliği sağlanamaz deseydi.

DÜŞMAN CEZA HUKUKU
Ya da hiç olmazsa “vicdan yolsuzluğu” diyeceğine güncele dönüp “ihale yolsuzluğu-özelleştirme soysuzluğu” deseydi kıyısından köşesinden soyguna vurguna, rüşvete zimmete, hırsızlığa arsızlığa değinseydi.

Veya kendi kişisel geleceğini toplum geleceğinin önünde gören sorumlular hazır bir aradayken salt yargıçların değil, yargıdaki “düşman ceza hukuku” uygulaması kurbanlarından cezaevindeki gazeteci, avukat, öğrencilerden, bilim insanlarından, askerlerden söz etseydi. Örneğin “Genelkurmay Başkanı’nın yargı yeri Yüce Divan’dır size ne oluyor” deseydi. “Vicdan yolsuzluğu” tamam da hiç olmazsa polisin gaz fişeğiyle öldürdüğü çocukların, gözünü kaybeden gençlerin, yaralanan insanların açtığı “vicdan yarasına” değinseydi demokratik bir katkı yapmış olurdu. Yapmadı, yapamadı. Dahası yapamazdı. Çünkü aklı çok uzun zamandır başka yerdeydi.