Bal gibi şey…

Neyin kimden, niye gizlenmek istendiği belli değil. Neyin üstünü neyle kapatacaksınız? Neyi, neyin altına süpüreceksiniz? Duymayan, görmeyen bilmeyen kaldı mı? Her şey ortada. Köy, kent, ülke, bölge, dünya artık “neyin ne, kimin kim olduğunu” biliyor.

Bal gibi şeysiniz. Hiçbir şeyi gizleyemezsiniz, örtemezsiniz.

17 Aralık’tan bu yana geçen her gün biraz daha büyüyen utanca, TBMM’den bugün “yapılacak” ya da “yapılmayacak” yayının olumlu ya da olumsuz hiçbir katkısı yok. Yok, çünkü hukuku hukuk olmaktan çıkaran teşkilatın başkan ve üyelerinin sesini milyonlar duydu, konuştu, belleğine yazdı.

Bal gibi şeysiniz. Hiçbir şeyi öteleyemezsiniz, silemezsiniz.

Polis, savcı, yargıç ne ki kanıt, tanık, fezleke ne ki anayasa, yasa, yönetmelik ne ki, her şey sözcük sözcük, satır satır tarihin kaydına geçti.

O günden bu yana yıllardır dünya alem biliyor ki siz şeysiniz.

Sus dersiniz susarlar, konuş dersiniz konuşurlar ama onlar sizin bal gibi şey olduğunuzu asla unutmazlar.

Çeviriyi kim yaptı
Korkunun, baskının, aldırmazlığın, susmanın nerede nasıl başladığını sorup soruşturmanın yanlışı yok. Eşkiyanın dünyaya nasıl hakim olduğunu anlamak ve anlatmak için dahası yaşamak ve yaşatmak için başa dönüp sormanın tam zamanı:

Referansı İslam olan akepe’nin Türkiye Cumhuriyeti’ni Türkiye İslam Cumhuriyeti’ne dönüştürme süreci daha milletvekili bile olmayan Bay Tayyip’in ABD başkanı George Bush ile oval odada baş başa görüşmesinden sonra mı başladı? Tayyip-Bush buluşmasında çeviriyi kimin yaptığını hiç düşündünüz mü?

Emperyalist yayılmayı bir kez daha “kuvveden fiile” taşıyan Büyük Ortadoğu Projesi, ahlaki ve vicdanı değerleri yozlaştırıp “kıymetler alanından araçlar alanına” taşımayı mı amaçlıyordu? Bu projenin Türkiye ayakları kimlerdi? Hazretlerin şimdi ne yaptıklarını hiç düşündünüz mü?

Kilit önemdeki soru gazeteciden, yazardan, çakma yorumcudan değil elbette bir bilim adamından gelmeliydi. Geldi:

“Dünya, dini ve kültürel öğelerin daha yoğun şekilde yer alacağı bir sürece gidiyor, öyleyse potansiyel güç olma özelliğini koruyan İslam’ın yeri ve etkisi ne olacaktır?”
(Prof. Dr. Nadim Macit, Bir teo-stratejik model:Ilımlı İslam ve Türkiye, Cumhuriyet Strateji dergisi, 29 Ekim 2007”)

Satır arasında
Bizim otokratların ve dijital demokratların hazin sonlarına bakarsanız ne olduğu belli. Uzatmaya gerek yok. Bu sorunun yanıtı bugün TBMM televizyonundan yayınlanan ya da yayınlanmayan ama çok pahalı bir fatura olduğu bilinen “dört bakan hakkındaki soruşturma komisyonu kurulmasına” ilişkin önergedeki fezlekenin satır aralarında saklı.

İnanan inansın ama ahlak ve vicdan sahibi yurttaş “can ciğer kuzu sarması tescilli ortaklık” ortadayken “al birini vur ötekine” der ama paralele de darbeye de inanmaz.

Dolarlar, altınlar, arsalar, villalar, oğullar, kızlar, damatlar, havuzlar, gazeteler, televizyonlar, bankalar, dostlar, arkadaşlar, hacılar hocalar, şeyhler şıhlar, vurgunlar, soygunlar, kaçaklar, haclar, umreler, ihaleler, özelleştirmeler, rüşvetler. Daha neler neler…

Bu aşamaya nasıl gelindiği anlamak, dört bakan fezlekesinin satır aralarını okumak için son on iki yılın kısa bir özetine gerek var.

“Sahte etiketlerle İslam tahrif edildi. Rejimin işleyen kurum ve kuralları yıkılarak sahte İslam aracılığıyla kurulu sistemler parçalandı.

Ilımlı İslam, İslam düşüncesi içerisinde geliştirilen bir anlayış değil, tam tersine ABD yapımı politik bir hareketti. Radikal İslam’la korkutulan halkın ılımlı İslam’a teslim olması çözümü kolaylaştırdı. Cumhuriyet’in İslam düşmanı bir sistem olduğunu zihinlere yerleştiren, ABD’nin stratejik çıkarlarına hizmet eden din kılıflı sahte bir sistem üretildi.

Direnç noktaları tek tek kırıldı. Hukuk-eğitim -sendika-ordu küresel güçlerin politik hedeflerine yenden örgütlendi. Yargıyı suçlayan, eğitimi dinselleştiren, üniversiteyi susturan, orduyu aşağılayan, etnik ve dini farklılığı fırsat sayan bir iktidar yaratıldı.

CIA kıymetlisi
Bu strateji gökten inmediğine göre, hangi gereksinime yanıtı veriyordu:

“İki kutuplu dünya sisteminin çöküşü sonrası dünya stratejisi değişti. İdeolojik merkezli ayrışma ve cepheleşme yerini “medeniyetler arası çatışma” denilen kültür ve din ağırlıklı tartışmaya ve stratejik modellere terk etti. Soğuk Savaş döneminde tampon kordonuna yerleştirilen İslam, değişen stratejinin kuralları gereğince kontrol altına alınması gereken bir güç olarak görüldü.”

Peki o zaman “yangın niçin körükleniyor, ateşe niçin malzeme taşınıyordu?” sorusunun yanıtını İslam’a yeni yaklaşımın kuramcılarından biri olan CIA’nın kıymetli evladı Graham Fuller verecekti.

Graham Fuller’in Türkiye’de kimlerle oturup kalktığını hiç düşündünüz mü?