Virüs de sınıfsal

Marksizme göre her şey sınıfsaldır. Marksizmden sapma gösteren akımlar, bu noktada istisna ararlar ve bulurlar: “Tabii ki sınıfsallık çok önemlidir, ama bazı şeyler de sınıflara indirgenemez.” Bizim ezberimiz her şeyin sınıfsal olduğuna dayanıyorsa, sapmalarımızın ezberi de bu genellemenin reddine veya delinmesine dayanır.

Her şeyin sınıfsal olduğunu savunmak, çoğunlukla entelektüel ve politik cesaret işidir. Savaşın, doğanın kirletilmesinin veya salgın hastalıkların, insanları, ait oldukları sosyal sınıflardan bağımsız biçimde toptan olumsuz etkilediğini düşünmek için çok neden bulunabilir çünkü. O kadar ki, başka insanlar yaşamlarını yitirirken kimilerinin savaş istemesine akıl sır erdiremeyebilirsiniz. Bunu bir akıl tutulması sayanlarımız çıkabilir. Ve madem öyle, o an için savaştan yana olanlar dahil, insanların tamamını savaşın zararlı olduğuna ikna etmeyi de mümkün görebiliriz. 

Virüs salgınını fırsata çevirebiliriz demiş bir ahlaksız! Deli olmalı. Kuşkusuz ahlaksız… Ama herkes deli veya ahlaksız olamayacağına göre, bunun bir saçmalık olduğuna “insan” ikna edilebilir. Havanın kirletilmesi de öyle. Kendi yurttaşlarının, çocuklarının hayatını da karartacak uygulamalara yönelmeye değer mi?

Çok uzun zaman önce, ütopyacı sosyalistler vardı. Bunlar sömürünün olmadığı bir düzende istisnasız herkesin daha mutlu olacağına inanmakla kalmıyor, herkesi buna inandırmanın mümkün olduğuna da inanıyorlardı. Aklın yolu birdi. 

Ancak bir tane değil, ne kadar sınıf varsa, o kadar da akıl vardı! Ütopyacılar sömürüden sebeplenenleri ikna edemediler. On yıllar, yüz yıllar geçti. Akıl dışı kapitalizmin ömrü uzadı da uzadı. 

Kapitalizmin ömrü uzadıkça her şeyin sınıfsal olduğunu savunmak da bir cesaret işi olmaktan çıkar. Geçtim çoktandır paralı askerden ordu dizen emperyalist merkez ülkeleri, Türkiye bile artık bu yola girdi. Sivil hayatta askerlikten alacağı parayı aklının ucuna bile getiremeyecek yoksul çocuklarını, uluslararası paralı katil piyasasında iş arayan İslamcı veya başka türden teröristleri bir araya getirmeyi AKP döneminde Türkiye de öğrendi! Savaşın bedavadan SİHA reklamına yaradığı çıplak gözle görülüyor. Savaşın bir başka ülkenin petrolüne el koymak için yapıldığı ilan ediliyor… Bu savaşın sınıfsal bir karakter taşıdığını söylemek için ne Marksist olmak gerekiyor, ne de allame.

Eskiden böyle değildi. Kapitalizm yaşlandıkça sınıfsal özü örten yapraklar birer birer dökülüyor ve geriye bir rezalet kalıyor.

Devletin perşembe günü toplanan o koskoca zirvesinin patronlarla dolu olmasında şaşacak bir şey yok. Salgına ayrılacak kaynakların bu patronlara akıtılacak olmasında da… Ama buraya kadarı akademik bir tartışma konusudur. Acaba daralan ekonomiyi, şirketlerin sahiplerini destekleyerek mi canlandırmak mantıklıdır; yoksa aynı zamanda tüketici olan emekçilerin alım gücünü desteklediğinizde mi sonuç almanız daha olasıdır? Bu tartışma her krizde gündeme gelir. Tartışmanın sonucunu ise akıl belirlemez. Hangi sınıfın gücü fazlaysa onun aklı doğrultusunda yola devam edilir. Üstelik işçi sınıfının aklı bu arada adım adım kurulmak zorundadır. İşçiler yönetilmekte, kapitalistler yönetmektedir çünkü. Yönetenler yönettiklerinin aklını da biçimlendirecek araçlara sahiptir. İşçilerin ise partileri vardır bir tek. 

Lafı uzatmayalım; zirvede geliştirilen program patron yanlısı, tamam. Ama bu toplantı sırasında reisin ön sırada oturan bir patrona dönüp “ne o, hoşuna gitti di mi” diye takılması ve gülüşmeleri başka bir şeydir. Bu, kapitalizmin ömrünün lüzumsuz derecede uzadığının kanıtıdır. Yaprak salgında veya başka bir rüzgârda uçar gider. Geriye olmadık rezaletler kalır. 

Böyle rezaletlerin olması da rastlantısal değildir. O değil de başkası kürsüye çıksa daha iyisini, daha hoşunu yapamayacaktır. Çünkü sömürü düzenini yönetenler sömürdüklerinin insan olduğunu, onların da kendilerince bir akıllarının bulunduğunu, bir de, bir Partileri olabileceğini hiç düşünemez olmuşlardır. Tek tek yönetenlerin yaşından bağımsız olarak temsil ettikleri, adına hareket ettikleri, adına espri yaptıkları düzen çok ama çok yaşlanmıştır çünkü. 

Emekçileri yok sayarak devam edebileceklerini varsaymaktadırlar. Virüs salgını belki onların da yakınlarını, sevdiklerini vurabilir. Ama fark etmez, onlar için “fırsata çevirmek” sınıflarının aklı, sınıflarının dilidir. Bunu değiştiremezler. 

Her şey sınıfsaldır. İnsanlığın ve bizim ülkemizin doğal afetlere, hastalıklara, savaşlara bu denli kırılgan hale gelmesi de sınıfsaldır. Uğradığımız zarar da sınıfsal bir dağılım gösterecektir kaçınılmaz olarak. 

Ve çözüm de sınıfsal olacaktır. Farklı sınıflar aynı gemiye sığmaz. Aynı gemide değiliz. 

Türkiye işçi sınıfı sadece salgına karşı değil, salgını saldırı fırsatına çeviren yaşlı, yoz, ahlaksız bir düzene de direnmek durumunda. Direneceğiz.